Peygamber,Fatiha Suresi ile insanları İslam’a davet etmeye başladı. KafirünSuresi’ne gelinceye kadar da aradan 5-6 yıl gibi bir zaman geçmiş, inen sure sayısı 18’e ulaşmıştı. Bu zaman diliminde inen surelerde Mekke’nin ileri gelenleri, Peygamber’in tebliğine karşı her türlü oyun ve entrikaları üretiyordu.Peygamber’i küçük düşürüp umursamamak için onun“cinlendiğini”,”mecnun” ya da”şair olduğunu”, “soyunun kesilip ölümünden sonra da davasını devam ettirecek kimsesi kalmayacağı” gibi yakıştırmalar yaparak onu yıpratmaya çalışıyorlardı. Bunları önceki yazılarımızda anlatmıştım.
 
Mekkeli yöneticiler “Dar-ülnedve“ denilen yerlerde devamlı toplantı yapıyor, gelişmelere göre tedbirler almaya devam ediyordu. Aradan geçen 5-6 yılda,her türlü engellemelere, baskılara rağmen inananlarçoğalmış,İslamher geçen gün yayılmıştı. İnsanların atalarının dinine karşı sarsılmaları,onları değişik yöntemler uygulamaya sevketmekteydi. Bu seferde aldıkları kararlarla Peygamber’i, davetinden geri adım attıracaklarınıumuyorlardı. Mekkeli yöneticilerin aldığı karar,Muhammed’in taptığı Allah ile kendi taptıkları putları uzlaştırma çabasıydı.
 
Bu düşüncelerle, peygamberimizden kendi ilâhları ve onlara ibadet edilmesini kınamaktan vazgeçmesini ve ilâhlarına secde etmesini istediler. Karşılığında ona istediği mal, mülk, makam ve mevki de verebileceklerini, hatta onu istediği kadınla evlendirebileceklerini vaat ettiler. Bu vaatlerle de yetinmeyen müşrikler, ikinci bir teklif olarak da Peygamberimizin Lât,Uzza ve Menat’a, bir sene boyunca ibadet etmesi karşılığında, kendilerinin de onun inandığıAllah’a bir seneboyunca ibadet edecekleri sözünüverdiler.
 
EMİR BÜYÜK YERDEN GELİYOR
Müşriklerin bu uzlaşma önerilerine karşı,yüceAllah,Peygamberimize tu nasıl bir yanıt vermesi gerektiğini bildiriyordu. Kuran’da, Allah, toplumun din adına peygambere sorduğu  sorulara karşı,“Ey Muhammed” onlara “gul” “deki” şeklindeki hitaplarla cevap vermektedir. BuPeygamberimizin ancak Allah’tan aldığı emir doğrultusunda konuşabileceğini, Allah adınasöyleyeceklerinin de kendi sözü olmadığını bildirmek içindir. Kısaca emir büyük yerden gelmektedir ve sözlerin içeriğindeki sertliğin sorumlusu da sadece Allah’tır.
 
İleri de inecek olan En’amSuresi’nin 56 ve 57.ayetlerin de bu konuya şu şekilde açıklık getirmektedir.Ey Muhammed! Sana,tanrılarımıza sırayla tapalım diye talkın de bulunmak isteyen ortak koşucu Araplara açıkça söyle: Ben Allah’ı bırakıp da sizin Allah dışındaki taptığınız putlara tapmaktan men edildim.Eğer sizin keyfinize /söylediklerinize uyarsam sapıtmış olurum ve bir daha asla dosdoğru yolu bulamam.Ben rabbimden gelen bir kanıta dayanmaktayım.Siz ise Allah’tan gelen kanıtı yalanladınız.Hem sizin beden istediğiniz şeyi yapmak elimde değil. Karar ancak ve ancak Allah’ındır.Allah gerçeği anlatıyor.Ve Allah hüküm verenlerin en iyisidir.”(En’amSuresi, 56-57)
 
MÜŞRİKLERİN,PEYGAMBER’E “TANRILARIMIZASIRASIYLA KULLUK EDELİM” TEKLİFİ
 
1.De ki: “Ey kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini kabul etmeyen kişiler! 2.Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ ben sizin yaptığınız kulluğu yapmam. 3.Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ siz de benim yaptığım kulluğu yapmazsınız. 4.Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ ben asla sizin yapmış olduğunuz kulluğu yapıcı değilim. 5.Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ siz de benim yapmakta olduğum kulluğu yapıcı değilsiniz.6.Sizin dininiz/inanç ve yaşam ilkeleriniz sadece sizin için, benim dinim/inanç ve yaşam ilkelerim de sadece benim içindir.”(Kafirun Suresi)
 
“Kafir” sözcüğünün ve buna bağlı olarak ad, küfür sözcüğünün esas anlamı “örtmek” demektir. Arapçada karanlığı ile her şeyi örttüğü için geceye “kafir (örten)” denildiği gibi,elde edilen nimetlere teşekkür etmeyerek yapılan nankörlüğe de “küfür” denir.Küfür sözcüğü,terim olarak ise ‘iman’ın zıddıdır,yani Allah’ın varlığını ve birliğini,gönderdiği kitapları,peygamberlik kurumunu ve peygamberleri,din gününü ve ahreti vs. inkâr etmek bütün bunlara inanmamaktır.
 
Sure de iman-küfür, hak-batıl arasındaki sınır belirlenmekte, bu sınırdan kesinlikle taviz verilmeyeceği ve bu sınırın ayırdığı iki alan arasında asla sentez yapılamayacağı ilân edilmektedir. Böylece müminlerin inançları ile kâfirlerin inançları, davet edenler ile davet edilenlerin, davete uyanlar ile uymayanların kesin bir ayırımla netleştirilmektedir.
 
“Artık ben sizin yaptığınız ibadet gibi ibadet yapmam, siz de benim yapmakta olduğum ibadet gibi ibadet yapmazsınız. Ne ben sizin eskiden yapmış olduğunuz ibadeti yaparım, ne de siz benim şimdi yapmakta olduğum ibadet gibi ibadet yaparsınız” olur.Bu ayetlerde Allah’a yapılacak ibadet ile müşriklerin yaptıkları ibadetlerin karşılaştırılması yapılmakta ve İslâm’da ibadet edilecek olanın sadece ve sadece Allah olduğu anlatılmaktadır.
 
İbadet; sözcüğünün asıl anlamını büyük oranda kaybetmiş ve sadece bir takım ritüel,ayın ve davranışlar için kullanılan bir kavram haline dönüşmüştür.İbadet a-b-d kökünden gelmekte, insanın kayıtsız şartsız teslim olmasını,itaat etmesini, boyun eğmesini ifade etmektedir.Dini terim olarak anlamı ise,”kulun sahibine/yaratanına karşı,sahibi/yaratanı tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi”demektir. İbadet Allah tarafından bir talimat name olan (Kuran) ile kullarına bildirilen görevlerin kulları tarafından kayıtsız itaat edilerek ve teslimiyet göstererek (boyun eğilerek) yerine getirilmesidir
 
ONLARLA EN GÜZEL ŞEKİLDE MÜCADELE ET
Öyleyse ibadet,halk arasında yaygınlaştığı gibi sadece üç-beşiyi ameli yapmaktan ibaret değildir.İbadet,Allah’ın kulluk talimatnamesinde vermiş olduğu görevlerin tümünü yapmak ve hepsini uygulamaktır.Bu durumda kulların arasında okumak,yazmak,temiz olmak,çevredekileri uyarmak,yetimleri himaye etmek,yetilerin mallarını yememek,daima helal kazanıp-yemek,marufu emredip münkerden nefyetmek (toplumda aktif olup iyi ve güzeli emretmek,kötülüklere de engel olmak) doğru dürüst ve güvenilir olmak, ölçü ve tartıda hile yapmamak,rüşvet almamak-vermemek, zina ve fuhuştan uzak durmak adam öldürmemek v.s gibi görevler sayılabilir.”(Tebyin-ül Kuran)
 
Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz Rabbin Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi bilendir.(Nahl/ 125) 43.
 
Bilindiği gibi cahiliye döneminde Araplar Allah’ı inkar etmiyorlar ancak Allah’a aracılar vasıtasıyla ulaşacağına inanıyorlardı. Onlar Allah adına putlara geçmişte ki önemli zatlara bağlı kalıyorlar ve bunların Allah’ın yolunda sadece birer vesile olduğu iddiasında bulunuyorlardı.Mekke’nin yönetici kadrolarını Allah adına rabler ve ilahlar olduklarına inanıyor, onların koymuş oldukları kanun ve kurallarauyarak hayatlarını yaşıyordu. Kadınları cariye, erkekleri köle yaparak bir eşya gibi alıp satıyorlardı. İnsanlar renginden, dilinden ve ırkından dolayı ötekileştirilip fakiri,köleyi,işsizi,kimsesizleri perişan eden zenginlikten şımarmış ağa babaları refah içerisinde yaşıyordu. Yani insanlar her yönü ile sınıflara ayırmışlardı.
 
Onlara sorduğunuzda “Biz onlara sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” (ZümerSuresi,3) diyorlardı.Allah,onların bu tekliflerine,“Deki, Ey Muhammed sizin dininiz/inanç ve yaşam ilkeleriniz sadece sizin için, benim dinim/inanç ve yaşam ilkelerim de sadece benim içindir”(Kafirun 6) diyerek cevap veriyordu.