Herkes ticaret yapamaz. Örneğin ben yapamam. Zaten hoşlanmam da.. Eğer yaparsam garanti sermayeyi kediye yüklerim! Bunu biliyorum.
   Beni takip eden okuyucularım bilirler; bir konuyu daha iyi anlatabilmek için genellikle örnek vak'alardan faydalanırım. Uluslararası literatürde bu yönteme case (keys) denir ve konuyu daha iyi kavratmayı kolaylaştırır.
   İşte ben de şimdi ticaretin kurallarını, kanunlarını, yöntemlerini veya ticari kafanın nasıl olması gerektiğini falan hiç karıştırmadan iki vaka ile derdimi anlatmaya çalışacağım.
   Vaka 1 :Mehmet Çelikel Lisesi birinci sınıfa giderken, yani 1961 yılında, Ereğli Kömür İşletmelerinde işe girmiştim. Gece çalışıyor gündüz okula gidiyordum.    Cebim para görünce hemen ''Kodak'' marka bir fotoğraf makinesi aldım. O zamanların en kaliteli fotoğraf makinesi idi ve çok az kimsede vardı. Hele benim çevremde hiç kimsede yoktu. Bu yüzden bir çok kişi fotoğraflarının çekilmesini istiyordu.
   Tabii o zamanlar fotoğraflar siyah beyazdı. Önce film alıyordum, fotoğrafları çektikten sonra banyo ve fotoğraf basımı için fotoğrafçıya götürüyordum. Fotoğraf başına maliyeti hesap edip çektiğim fotoğrafları maliyetinin üstüne çok az kar koyup satıyordum.
   Siz benim satıyordum dediğime bakmayın; fotoğrafını çektiğim insanlar hep akraba, arkadaş veya tanıdık olduğu için para falan da almıyordum. Çünkü alırsam ayıp olur diye düşünüyordum.
   Bu davranışım nedeni ile önceleri para teklif edenler bile zamanla paradan hiç bahsetmez oldular..Sanki babalarının fotoğrafçısı gibi davranmaya başladılar. Bu duruma için için kızmaya başlamıştım ama kimseye de bir şey diyemiyordum. Olan olmuştu ve herkesi böyle alıştırmıştım bir kere..Aksi takdirde darılmalar olabilirdi.
   Hiç bir şey gücüme gitmedi de, birde bana ''Foto Beleş'' demeye başlamazlar mı! Foto Beleş aşağı, Foto Beleş yukarı! Artık bu bardağı taşıran son damla oldu ve son çare olarak fotoğraf makinesini satmak zorunda kaldım.
   Buradan çıkan ders: İyi niyetin dozunu kaçıran ticarette başarılı olamaz! (Bakınız; eskiden dükkanlara asılan peşin satanla veresiye satan adamların  resimleri!)
   Vaka 2 : Benim Orta Doğu Teknik Üniversitesinde okuduğum yıllarda üniversitelerde ve özellikle bizim okulda sık sık boykotlar olurdu. Bu durum 68 kuşağının tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de mevcut düzene başkaldırısının bir sonucuydu tabii ki..
   1968-1969 ders yılı idi. Ben o sırada 2.nci sınıftaydım. Yurtta 12 kişilik odada Zonguldaklı arkadaşlarım Hayrettin Soytaş, Hakan Sonat ve Ali Gözlülü ile birlikte kalıyorduk. Öğrenciler yine böyle bir boykotta idi ve okul belirsiz bir tarihe kadar tatil edilmişti. Süre belirsiz olduğu için memleketlerimize de gidemiyorduk. Çünkü boykot her an bitebilir ve dersler başlayabilirdi.
   Okulun kafeteryası kapanmıştı. Yurtlardaki kantinlerde  yiyecek bir şey kalmamıştı. Okulun servis otobüsleri de çalışmadığından şehre uzak olan yurtlardan şehre de gidip gelemiyorduk. Kısacası yurtlarda kalan öğrenciler bayağı yiyecek sıkıntısı çekmeye başlamıştı.
   Bir akşam odada arkadaşlarla sohbet ederken, konu yiyecek olayına gelince ben espri olsun diye, ''Nasıl olsa işimiz gücümüz yok; köfte yapıp millete köfte satalım!'' dedim. Bu fikir arkadaşlar tarafından beğenildi ve desteklendi.
    Bunun üzerine hemen bir plan yaptık. Plan şuydu: Yarın Samanpazarı'na gidilecek; önce mangal ve kömür alınacak; sonra da kıyma, ekmek ve diğer gerekli katkı maddeleri alınarak yurda getirilecekti. Odada yaptığımız köfteleri yurdun önünde yakacağımız mangalda pişirerek ekmek arası satacaktık.
   Ertesi gün bulduğumuz bir dolmuşla Samanpazarı'na giderek bir eski mangal ve iki kilo da kömür aldık. İki kilo kıyma ile yeteri kadar ekmek ve diğer malzemeleri de alıp döndük.
   Önce fiyat politikamızı saptadık. Buna göre normal büyüklükte 4 adet köfteyi çeyrek ekmek arasına koyup 75 kuruştan satacaktık. Yeteri kadar köfteyi de kendimize ayıracaktık tabii ki..
   Sonra iş bölümü yaptık. Yurdun önüne iki masa koyduk. Birinin üzerine mangalı koyup yaktık. Öbür masanın üstüne de malzemeleri koyduk. Bu masa aynı zamanda hesap alma masası idi.
   Mimarlıkta okuyan İzmirli Erdal Nebol beyaz laboratuvar gömleğini giyerek mangalın başına geçti. Yine İzmirli Eftal diye hazırlık sınıfı öğrencisi bir arkadaşımız kasaya oturdu. Biz de yukarıda, Zonguldaklı arkadaşlarla  odada köfteleri hazırlıyoruz.
   Biz gördüğünüz gibi işin gırgırındayız, kendimizce eğleniyoruz. Ama o da ne? Daha mangalın dumanı tüter tütmez mangalın önünde, diğer yurtlardan gelen arkadaşların da katılımıyla uzun bir kuyruk oluşmasın mı! Böyle bir şeyi hiç tahmin etmemiştik. Bizim iki kilo kıymanın o kuyruğa yetmesi mümkün değildi.
   Şaşkınlıkla ne yapacağımızı düşünürken işte o anda ticaretin acımasız ve hiç de etik olmayan kanunu kendiliğinden yürürlüğe girdi; arz - talep dengesine göre fiyat ayarlaması! Kendiliğinden diyorum çünkü ben ve arkadaşlarımdan hiçbiri daha önce bir tecrübe yaşamamıştı; her şey doğaçlama şeklinde cereyan etti.
   Yukarıda pencereden aşağıdaki kalabalığı seyrederken, ticaretin bu kanunu gereğince eski kararlarımızı değiştirerek yeni kararlar aldık. Buna göre: 1 - Köfteler küçülecek, 2 - Köfte sayısı 4'den 3'e inecek, 3 - Fiyat 75 kuruştan bir liraya çıkacak, 4 - Biz köfte yemeyeceğiz, tamamını satacağız; yani daha çok para kazanacağız!
   Köfteler daha doğru dürüst pişmeden satıldı. Hatta kuyruğun arka tarafındakilerden bizi tanıyanlar, kendilerine sıra gelmeyeceği endişesi ile bizden torpil bile istediler. Tam pişmemiş köfteleri yiyen bazı öğrencilerin de midesi bozuldu bu arada!
   Bu iş bizi çok sarmıştı.İyi de para kazanmıştık.
   Ertesi gün 5 kilo kıyma aldık. Yine aynı uygulamayı yaptık. O gün kazandığımız para neredeyse bir öğrencinin bir aylık burs parası kadar vardı.
   Para bize tatlı gelmişti. Daha fazla kıyma alıp daha fazla kazanmayı düşünüyorduk ki; o akşam Sosyalist Fikir Kulübü üyesi arkadaşlar geldiler ve bize, ''Kardeş, bu işi artık biz yapacağız'' dediler!
   Onlara karşı gelmemiz mümkün değildi. Boykotlar dahil okuldaki her hareketi yöneten bu arkadaşlardan herkes çekiniyordu. Zira bunların çoğu militan takımıydı ve gerekirse güç kullanıyorlardı. Organize hareket ettikleri için birkaç kişinin onlara kafa tutması akıllıca bir iş değildi.
   Kısacası köfteciliği bırakmak zorunda kaldık.
   Bu vakadan çıkan dersler: 1- Vahşi ticaretin kanunları acımasız ve etik dışı. 2 - Bol kazançlı işler sıradan kişilere kaptırılmıyor; ya çok güçlü kişiler veya mafyavari örgütler tarafından ellerinden alınıyor.
   Başta da söylediğim gibi, ben ticaretten anlamam. Ama yukarıda anlattığım iki tecrübe bana zenginlerin nasıl zengin olduğu hakkında bir fikir verdi. Tabii ki fakirlerin de neden fakir kaldığını  anlamama da yardım etti!
 
 
 
                                                                                                                        Şerafettin Üstünkol