Bu kentte çalışmaya başlamak için dönüşüm bir hayalin gerçekleşmesi gibiydi… Çocukluğuma geri dönmekti bir bakıma TTK’ye işe başlamam… Hemen hemen tüm ailem bu kurumda çalışmış, emek vermişti… Dedemler, babam, amcalarım, dayım, teyzem… İnsanın hiç aklından geçmiyorken karga tulumba bir tesadüfler zinciriyle kendimi o tanıdık bildik kozanın içinde buldum… Üstelik işçi olarak… Bu da ayrı bir gurur verdi bana ne yalan söyleyeyim… Devletin kurumunda “memur” olarak var olmak bünyeme biraz tersti…  Bir de ne de olsa büyük grevi yaşamış, tepelerdeki koltukları titretmiş bir güruha dahil olma hissi de buna etken…

 

“Karadon satılıyor…” Bu cümleyi duymak en içimde bir yerleri kırdı, sızlattı… Ne de olsa bir Karadon çocuğuydum… Benim ben olmamı sağlayan taşlar oralarda dizilmişti… Ama sendikaya da, maden işçilerine de kızgındım... Ben hemen herkese kızarım zaten, uyumsuzum, yapım bu… Kızgındım çünkü bu cümle kurulmadan taşlar çoktan döşenmişti, o zamana kadar da bildiğim kadarıyla en ufak bir itiraz olmamıştı… Kızgındım çünkü sendika gerçekten toplu sözleşmede %1 kadar fazla zam alabilmekten öteye gidemeyen, kişisel ilişkilerle işçi hakkı arayan bir yerdi ve Türkiye’deki diğer itiraz gerektiren olaylara karşı da duyarsızdı… Sanki bu olayların tümü birbirinden bağımsızmış gibi… “Beter olsunlar” dedim… Yalandan, içimden gelerek de değil aslında… Serde haksızlığa kim uğrasa onun yanında durmak gibi bir huyum olduğunu bile bile…

 

Yav bu eksik etek, diplomalı, tuzu kuru dünkü çocuk ne bilir de ne söyler diyenlere de… Karadon çocuğuyum dedim… Öyle yağma yok… Çok küçükken işçi sitesindeydi babaannem, anneannem… O sokaklara, EKİ’nin yüksek basamaklı otobüslerine yabancı değilim… Sonrası memur sitesi daha iyi anımsadığım yerler… Evimiz pavyonların hemen yanındaydı… Bütün hayatımız kurumun yarattığı o dünyaydı… İşçi kahvelerine gelen köçekleri izlemiştim ilk kez… Kara suratlarıyla geçen adamlar bizim için olağandı… Herkesin evinin aynı olması normal bir şeydi… Bir insanın ilkokula başladığı yerin adı “Karadon İlkokulu” olması da doğaldı… Adında “Don” geçen bir mahallede ve okulda olmak da… Ve bunda gülünecek bir şey bulmamak… Babam işçi pavyonlarında sosyal bakım şefi… Öğretmenin bunu sorduğunda söylemek… Ve diğer çocuklar… Maden mühendisi, madenci, lavuarda, direk işlerinde, ocak atölyesinde… Şaşırılacak bir şey yok… Bir sabah gözünü açıp pencereye dayanırsın, akın akın işçi yürür sloganlarla… Sonra ertesi sabah… Ertesi… Şaşırmazsın… Ağızdan ağza kederli yüzlerden çekip alırsın göçük, grizu… Alışırsın… Tüm hayatına yayılır o kömür tozu, işçilerin ayak sesi… Yaşayan bir organizma gibi bir kurum… O hep orada olacak sanırsın… Sonra teker teker değişip dönüşür… Pavyonlar kapanır… İşçi kahveleri boşalır… Okulunun adı değişir… Ve kocaman bir insan olduğunda “Karadon satılacak” denir… Tüm çocukluğun… Satılacak…

 

Şu kurumda topu topu 9 sene oldu çalışmaya başlayalı… Ama bir çaylak da olsam şunları görebildim… Amasra ve Armutçuk gözden çıkarılmış, Hema iyice yerleşmiş, sahiplenmiş oraları… Baktım hiç ses seda yok… Sonra her seçim öncesi işçi vaatleri, sendika başkanlarının kibarca işçi alınsın talepleri… Gelen giden yok... Maşallah oylar da çok, devlete millete zeval gelmesin… Çatalağzı’nda termik santral üzerine santral… Dev yatırımlar… Limanlar yapılıyor, bizim liman boşalıyor... “Hayırdır!” bunun sonu nereye varacak, soruluyor mu? Tık yok… Kurumdan her ay neredeyse 100-150 kişi emekli oluyor, yerine gelen giden yok, binalar boşa çıkıyor kiralanıyor, satılıyor… “Yav terkedilmiş Teksas kasabasına döndük” diyen… Yok… Hazırlık işleri, güvenlik işleri, bilmem ne işleri dışarıdan taşeronlara veriliyor birer birer, özelleştirme denen şey sinsi sinsi sokuluyor içerilere… Amanın nolcak? Ses yok… Bu arada oylar da artıyor… Her şeylere de siyasi bakmamak lazım...  Biz hükümetimizden memnunuz, ses yok.... Sendikacıların- ki ben işe başlayalı 3 başkan değişti- boy boy fotoğraflarını görüyorum, çekmişler lacileri, kravatlar yakıyor yanlarında başbakanı, bakanı, milletvekili… Gülümseyen suratlar… “Acilen işçi alınmasını rica ettik…” Arabalar kıyak, süzülüyor asfaltta yağ gibin... Nereye gitti benim bir aylık maaşım olan sendika aidatı... % 3,5 aldık Ankaralardaydık...  Çaycumalıyız, Devrekliyiz, eyvallah, tık yok... 1 Mayıs’ta alanlarda işçilerin itiraz edecek bir şeyi yok, işler tıkırında… “Başkan seninle ölüme de gideriz”… Soma’da Ermenek’te öldürülenler… Güzel ölenler… Bir çığlık… Yok… Ülkede pek çok yerde greve giden işçilerle dayanışma, yok… Burada Star işçileri eyleme gider, Balçın Madencilik işçileri açlık grevi yapar, Çates işçileri çadırlarda yatar… Onlarla dayanışma, kol kola yüksek sesle yanınızdayız… Yok…

 

Kurum zarar ediyor... Kaçak Saray’ın 350 bin metrekarelik işlenmiş peyzaj alanının yıllık bakım maliyeti tam 108 milyon lira. Yerleşkenin tüm peyzaj maliyeti 2,5 milyar lirayı buluyor.  Bu rakamla 190 bin madencinin hayatını kurtaracak 4 bin 750 yaşam odası yapılabiliyorSatılsın TTK’da zaten herkesler yatıyor... Çankaya Köşkü’nde 718 kişi çalışırken Erdoğan’ın yönetimindeki Saray’da 2 bin 700 personel görev yapıyor... TTK  devletin sırtında kambur... Saray’ın ısıtma maliyeti aylık 10 milyon TL.  Saray’ın ısınma maliyeti ile bir sezonda 64 bin nüfuslu Bayburt ili ısıtılabiliyor... Sesler, sesler her yerde... Satılsın... Zarar ediyor... “Zonguldak uyuma madenciye sahip çık…” Hemen her şeyin boku çıkmış ama zamanı gelince sopa kafana inmiş… Ana haberlere çıkmışsın… Özelleştirmeden bahsetmiyor, gazeteci dövmeni anlatıyorlar… Aradan günler geçmiş... Tatiller yapılmış, keyifler gıcır... Ölsek sattırmayız diyenler ortalarda mı? Tatil bitmiş işe başlanmış, toplantılar, toplantılar... Yürüyecez de bacaklarımız açılmadı... “Geliyor geliyor madenciler geliyor” mu… Yok…

 

Şimdi belki işçi kardeşlerim hele ki sendikacı – sandukacı mı desem bilemedim- ahbaplar köpürecek sayıp sövecek ama bütün bunlar oldu… Haa bir de beni terörist, vatan haini bölücü neyin diye de yaftalayıp, provokatör de ilan edebilirler, belki haklı da bulabilirler... Yani ben sonuçta bu sokaklarda taşerona özelleştirmeye karşı çıkmak için, Soma’da  Karadon’da öldürülen canların hesabını sormak için, hırsızlar aklanıp, aydınlar hapislere tıkıldığı için, patlayan bombalar ölen insanlar için, termik santrale hayır demek için, üstüne siz daha da koyun işte yürümüş, itirazımı dillendirmiş insanım... Maden işçisi için yine yürürüm, o da beni vatan haini diye kovar yanından yöresinden belki... Serde marjinallik diz boyu, devlete isyan ayyuka çıkmış sonuçta... Karadon çocuğuyuz... O yamaçta Gurbetçiler Mezarlığındadır ölülerimiz, anılarımız her sokağında, ailemin ve benim emeğimiz kurumun evrak kayıtlarında... Satılmasın isteriz... İsyan isteriz... İçimize kaçar haykırışımız... Gözümüz işletmeden çıkan yokuşta, işçi kahvelerinin yanından dönerek eski garajın oradan lokale, oradan Karadon İlkokulu’nu aştın mı, camiden dön, üç yol ağzından aşağıya vurdun mu Kilimli yolu... Boş... Bomboş... Ne diyeyim...  Birden patlasın istersin sokaklarda ayak sesleri… Alkışlar… Ses… Yok… Olmayacak da… Olsun istersin… Madenci uyuma Zonguldak’a sahip çık...