Zonguldak Baro Başkanı Kerem Ertem dün yapılan oylamada rakibine fark atarak 4’üncü kez başkan seçildi.

“Adaletin ve özgürlüğün bekçisiyiz”

Zonguldak Barosu 63’üncü Olağan Kongresi yapıldı.  Cumartesi ve Pazar günü olmak üzere iki gün süren kongrenin ilk gününde çalışma raporları okundu, konuşmalar yapıldı. Seçimlerin yapıldığı ikinci gün ise mevcut başkan Kerem Ertem 238 oy alırken rakibi Mine Verimcik Öztürk ise 64 oy aldı. Kongrede 11 oy geçersiz sayıldı. Seçimlerin ardından Halkın Sesi’ne konuşan Ertem, “Adaletin ve özgürlüklerin savunucusu olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yolumuza devam edeceğiz” dedi.

Zonguldak Barosu’nun 63. Olağan Genel Kurulu Genel Maden İşçileri Sendikası, Şemsi Denizer Salonu’nda yapıldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından açılan kurulda konuşan Zonguldak Barosu Başkanı İbrahim Kerem Ertem, “Hukuk politikaların oluşumunda, hukuk sisteminin yeniden yapılmasında, avukatlığın ve baroların yeni argümanlar ve paradigmalar oluşturmasında, yargı organları önünde yüklenmesini beklediğimiz rol ve konuma kadar geniş eksende, hukuk bilimi ışığında, adillik, hakkaniyet ve objektiflik, kanun önünde eşitlik ilkeleri çerçevesinde, katılımcı, yoğun ve sonuç alıcı somut değerler üretmesini sağlamamız gerekir. Nerede bir baro varsa, hukuk biliminin ışığı orada ışımalıdır.” dedi.

“GÖREVLERİNİN TANIMLANMASI GEREKİYOR”

Ertem, kuruldaki konuşmasına avukatların çalışma düzenlerinin yeniden belirlenmesi gerekliliğinden bahsederek “Kafasında geçimine ilişkin kaygılar bulunan, bağlı çalışmaların, ekonomik, mali, sosyal, hukuki haklarının takibinde sağlam yapıların kurulmasını bekleyen, kendisi çalışanları, ailesi için ‘bırakınız geleceği, bugünün kaygısı’ duyan, emeklilik hayatını dahi özleyemeyen bir meslek grubunun, bağımsız ve tarafsız yargının bir parçası olmaktan uzaklaşan bir yapıda, yeni meslek düzeninin kurulması gerekir. İşte başka bir argüman da bu olmalıdır; hukukun üstünlüğü, savunmanın yargının içinde erimemiş ama, yargıdan da bağımsız kişilikli bir yapı halinde örgütlenmesidir. Bunun için, adliyelerin yönetiminde barolarında bulunması, özellikle zorunlu müdafilik hallerinde, baroların hukuki, teknik, müşahit görevlerinin tanımlanması gerekir. Açıkçası, zorunlu müdafilik hallerinde baroların gerektiğinde, işleyişe ilişkin hak ihlallerinin de takibini yapması, ‘otomatik insan hakları uygunluğunun’ aslında bütün yargı kararlarına teşmil ettirecek bir yapının oluşması gerekir.” dedi.

“BARO, AVUKATLIK KANUNUNDA YAZILAN GÖREVLERİN İFA EDİLMESİ DEĞİL”

Baroların işlevlerinin, sadece avukatlık kanununda yazılan görevlerin ifa edilmesi olmadığını söyleyen Ertem, “Bugün barolar, bir taraftan hukukun üstünlüğü, insan hakları ve gerçek hukuk devleti idealinin işlerliğine çalışmalarıyla, uygulamalarıyla katkı vermek zorundadırlar. Diğer taraftan da somut olaylarda insan haklarının uygulanırlığını test etmek, istinaf veya Yargıtay aşamalarından evvel, hatta AYM kararı olmadan dahi insan haklarına uygunluk tespiti yapmak rolü de kazanmalıdırlar. Bugün Barolar, yetkili kurullarıyla, personelleriyle, avukatlarıyla, mesleki konumda çalışmak, üretmek, paylaşmak, kısacası meslek siyaseti oluşturmak, toplumsal ve bireysel haklar düzleminde de ‘hukukun uygulanması’ açısından meslek politikaları belirlemek, bunları genel ulusal hukuk politikalarına temele teşkil ettirmek durumundadırlar.” ifadelerine yer verdi.

“BAROLAR HUKUK ÖRGÜTÜDÜR”

Baroların meslek örgütleri olmak yanında, hukuk örgütleri olduğunu da söyleyen Ertem, “Yargı makamlarının ve idari makamların, toplum ve birey hayatında sonuç doğuran karar ve işlemlerinin, haklar katalogu, birey ve toplum adına denetleyen kurumlar olmalıdır. Barolar hukukun yeniden yapılanması gerektiğine dair söylemlerde, hukukun birey ve toplum hayatındaki, doğrudan sosyolojik ve psikolojik etkilerinin ilk dalgalarının vurduğu alanlardır. Avukatlar, alınan kararların menfi veya müspet etkilerini, insan üzerindeki, suçlu, şüpheli, masum üzerindeki, onların aileleri üzerindeki, mağdurların hayatlarındaki derin izleri, suçtan etkilenenlerin ve zarar görenlerin yüzlerindeki, gözlerindeki yaşları ilk görenlerdir. Kimse sanmasın ki, avukatlar aldığı ücreti bilir, gerisiyle ilgilenmez. Avukatlar, insandır; insanın adaletle mücadelesinin öznelerinden biridir. Dolayısıyla, baroların, kararların sosyolojik ve psikolojik etkilerini de değerlendirmesi gerekir.” diye konuştu.

“SÜRECİ YAKINDAN TAKİP EDECEĞİZ”

Ertem son olarak, OHAL dönemiyle başlayan süreci takip edeceklerini söyleyerek, “Bu minvalde, OHAL dönemi başta olmak üzere, hukuki değer taşıyan, hukuku ilgilendiren karar, işlem ve süreçleri yakından takip etmeye devam edeceğiz. Savunma hakkının adil yargılamanın özü olduğuna ilişkin AİHM kararları ve protokol hükümleri gereğince, avukatların savunma yapabilmelerinin engellerine dair hukuki, sosyal, psikolojik, idari çekince ve kısıtlamaların kaldırılması hususlarında da diğer barolar ve TBB eksenindeki ortaklaştırılmış çabalara bizler de katılacağız. Hukuk politikaların oluşumunda, hukuk sisteminin yeniden yapılmasında, avukatlığın ve baroların yeni argümanlar ve paradigmalar oluşturmasında, yargı organları önünde yüklenmesini beklediğimiz rol ve konuma kadar geniş eksende, hukuk bilimi ışığında, adillik, hakkaniyet ve objektiflik, kanun önünde eşitlik ilkeleri çerçevesinde, katılımcı, yoğun ve sonuç alıcı somut değerler üretmesini sağlamamız gerekir. Nerede bir baro varsa, hukuk biliminin ışığı orada ışımalıdır.” şeklinde konuştu.

“CEMAATLERİN CİRİT ATTIĞI YARGIDAN ADALET ÇIKMAZ”

Zonguldak Barosu'nun 63. Olağan Genel kuruluna katılan CHP Zonguldak Milletvekili Ünal Demirtaş, cemaatlerin yargıya hakim olduğunun ifade edildiğini söyleyerek, “Türkiye’de herkes adil yargılanma hakkına sahip olmalıdır. Bu ancak tarafsız ve bağımsız yargıyla olur. Cemaatlerin cirit attığı bir yargından adalet çıkmaz. 2010 referandumundan sonra yargıyı ele geçiren FETÖ tasfiye edildi. Şimdi başka cemaatlerin yargıya hakim olduğu ifade ediliyor. Devletin içinde bir cemaat tasfiye edilirken yerine başka cemaatler getirildi. Bunlar yanlıştı. Nitekim bunların yanlış olduğu cemaatler üzerinde devlete bürokrat almanın, yükseltmenin yanlışlığı 15 Temmuz’da ortaya çıktı. Devlet yönetiminde liyakat ve beceri esas alınmalıdır. Ama AKP iktidarı maalesef bu yanlışlardan hiç ders almadan yine bu yanlışlara devam ediyor. Türkiye’yi başka felaketlere sürükleyecek yanlış adımlar atılıyor.” dedi.

“CAMİYE, KIŞLAYA VE ADLİYEYE SİYASET GİRMEMELİ”

Camiye, kışlaya ve adliyeye siyasetin girmemesi gerektiğini söyleyen Demirtaş “93 yıllık geleneğin yıkılarak adli yıl açılış törenini sarayda yapılması yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığın kuvvetler ayrılığının parlamenter demokratik rejimi ağır bir şekilde zedelemiştir. Hakim ve savcı adaylarının kura çekiminin sarayda yapılması da yargı bağımsızlığını zedelemiştir. Saraylarda yapılan adli yıl açılış törenleri 2016 Türkiye’sine yakışmamaktadır. Türk Milleti saraylarda yönetilmeyi Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde cumhuriyeti kurarak 93 yıl önce tarihe gömmüştür. Türkiye’yi 100 yıl sonrasına gerisi göndererek saraylarda tek adamla yönetilen Türkiye olmamalıdır.”  açıklamasında bulundu.

“ISMARLAMA REJİM ANLAYIŞINDAN VAZGEÇİLMELİ”

Demirtaş konuşmasında son olarak şunları dile getirdi: “Türkiye’nin 14 yılda biriken ve çözülemeyen bir çok önemli temel sorunu vardır. Terör, işsizlik, ekonomik kriz, basın özgürlüğü, sıfırlanan adalet gibi temel sorunlar dururken bu sorunlar görmezden geliniyor. Ve bir kişinin kişisel ihtirasları bir anda Türkiye’nin gündemine oturuyor. Bizim bunları kabul etmemiz mümkün değildir. Kişiye özel ısmarlama rejim arayışından derhal vazgeçilmelidir. Türkiye’de vatandaş nasıl anayasaya ve yasalara uymak zorunda ise Sayın Cumhurbaşkanı da anayasa ve yasalara uymak zorundadır. Anayasaya sadakat yemini etmiş bir cumhurbaşkanı anayasayı çiğneyerek fiili durum yaratacağına anayasal sınırlarına geri çekilmelidir. Gelişmiş ülkelerde anayasalar toplumsa uzlaşma metinleridir. Toplumun önemli bir bölümünün itiraz ettiği konu referandumda salt çoğunlukla geçse bile Türkiye’ye ne kadar yararı olacaktır. Bugün başkanlık ile yönetilen ülkelerin büyük bir bölümünün milli gelirleri bin dolar ve altındadır. Milli gelirleri 40 bin dolar ve 50 bin dolar olan ülkelerin büyük çoğunluğu ise parlamenter rejim ile yönetilmektedir. Başkanlık rejimi ile yönetilenlerde fiilen diktatörlük vardır. Bu sebeple Türkiye’de başkanlık sistemi arayışından derhal vazgeçilmelidir. Türkiye hızla normalleşmelidir ve halkın gerçek sorunlarına ve çözümüne odaklanılmalıdır.”

Aykut KARA