1 Ocak 2021'de İzmir'de tedavi gördüğü kansere yenik düşen Hüseyin Kolçak'ın acılı eşi Yasemin Çakıcı Kolçak'ın paylaşımı duygulandırdı.

Eşinin maden işçisine ve mücadelesine aşık olduğunu belirten Kolçak, onunla yaşadığı 4,5 yıllık izlenimlerini sosyal medya hesabında kaleme aldı. İlk tanışmalarından, maden işçisinin hakları için verdiği mücadeleyi ve uğradığı haksızlıklar karşısında ezilen naif kişiliğini yazdığı satırlar, yüreklere dokunurken, sendikacılık adına da önemli bir arşiv niteliği taşıyor.

İşte Yasemin Çakıcı Kolçak'ın, eşi Hüseyin Kolçak başkanı anlattığı o satırlar:

"Madenci kardeşlerim, yine ben, Yasemin. Sizlere anlatacaklarım var.

Hüseyin’le mutlu süren dört buçuk yıllık bir evliliğimiz oldu. Birbirimize yaşattığımız mutluluğa karşılık dört buçuk yıl öylesine kısa ve hızlı geçti ki, şimdi geriye baktığımda kısa bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Tüm yaşadığımız her şey.. her anıyla.

İlk 4 Temmuz 2015’te yüz yüze geldik biz. Onun öncesi telefon ve sosyal medya üzerinden görüşmelerimiz olmuştu. Ben hak mücadeleleri içerisindeydim o da emek mücadelesi içindeydi. Aynı pencereden bakıyorduk hayata. Daha adil bir dünya mücadelesi, insan sevgisi ve insanca yaşam umuduyla doluyduk ikimiz de. Bu birbirimizi sevmemize, anlaşmamıza yetti de arttı bile.

O ilk karşılaştığımız gün yan yana geldiğimizde Hüseyin zayıf biriydi sanki beklediğimden daha ufak tefek göründü gözüme. O an daha minyon olmayı geçirmiştim içimden; kendimi ona daha yakıştırmak için tabii. Onu daha yakından tanıyıp o kocaman yüreğinin evreni bile sarıp sarmaladığını, sevdiğine, değerlerine nasıl sahip çıktığını görünce, bunun hiç öneminin olmadığını anladım. O ufak tefek bedenin içinden kocaman bir yürek çıkmış, sarıp sarmalamıştı ruhumu. Zaten o gün yüreklerimiz birbirine akıp karışırken kim düşünürdü ki fiziksel uyum ya da uyumsuzluğu. O gün saatlerce sohbet etmiştik. Konuşmalarımız, anlatacaklarımız sanki hiç bitmeyecek gibi saatlerce sürdü. Saatlerce de denize bakıp susarak konuştuk o gün biz. Yan yana olmaktan ne de mutluyduk, hem de daha ilk karşılaşmamızda. 

BİR BİRİMİZE HİÇ YABANCILIK ÇEKMEDİK

Birbirimize hiç yabancılık çekmedik biliyor musunuz? Sanki biz çocukluğumuzdan beri tanışan, birbirimizi çok iyi tanıyan iki dost gibiydik. İşte bu yüzdendir ki, 4 Temmuz 2015’te başlayan birlikteliğimiz altı ay sonra ailelerimiz huzurunda resmiyete döküldü ve dört ay sonra 28.05.2016’da onun hayatını adadığı o yerde, Kuyubaşın'da, sizlerin şahitliğinde evlendik. On ayda kocaman kocaman adımlar atıp, dört buçuk yılda kocaman kocaman mutluluklar yaşadık biz. Olgun yaşlarımız, deneyimlerimiz ve sevgimiz birbirimize olan karşılıklı sevgi ve saygıyı öylesine güzel kurdu ki, düşünce ve hayatlarımıza bir müdahale gereği hiç duymadık. Bu konularda hiç ters düşmedik. Çünkü biliyorduk ki, ikimiz de birbirimize zarar verecek hiçbir davranış ve düşünce içine girmezdik.

MADENCİYE VE MÜCADELESİNE OLAN AŞKINI EVLENDİKTEN SONRA GÖRDÜM

Hüseyin'in siz madencilere ve mücadelesine olan aşkını evlenip aynı evi paylaştığımızda görmeye başladım. Madenci kardeşleri olmadan yaşayacağı bir dünya düşünemediğini o zaman fark ettim. Evet, bana aşkı büyüktü, ailesine sevgi ve bağlılığı vardı, Kurabiyesi vazgeçilmeziydi ve iş dışındaki dostları onun mutluluğuydu ama.. siz madenci kardeşleri sözcüğün tam anlamıyla yaşam amacıydınız onun. Kim olursanız olun, kişiliğiniz, karakteriniz, nereli oluşunuz; zenginliğiniz, yoksulluğunuz; eğitiminiz, eğitimsizliğiniz hiç fark etmezdi onun için. Siz emeğiyle ekmek parası kazanan, evine ekmek götüren emekçilerdiniz onun için. Bu sizi sevmesi için yetip de artıyordu bile.. Emeğe saygısı, Zonguldak'a sevgisi tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük ve hatta sonsuzdu. Geçmişinde neler yaşadı, hangi acılardan, yoksunluklardan geçti veya hangi hatalar, yanlışlarla boğuştu bilemiyorum. Ben onu yaşadıklarının toplamını elde ettiğinde tanıdım. Yaşadıkları, olumlu, olumsuz deneyimleri onu bugünkü Hüseyin Kolçak yapmıştı. Tam da sizi temsil edebilecek, tam da Zonguldak adına bir şeyler yapabilecek, tam da beni mutlu edebilecek bir kişiliğe ve olgunluğa geldiğinde tanıdım ben onu.

MADENCİNİN YANINDAYKEN BİTMEK BİLMEYEN BİR COŞKUSU VARDI

Bir de bitmek bilmez bir coşkusu vardı Hüseyin’in. Sizlerle yan yanayken, konuşurkenki heyecanı vardı. En çok da onun bu coşkusuna, heyecanına aşıktım. Öylesine taşan coşkusu vardı ki, benim ayrıca bir şey yapmama gerek kalmadan ikimize de yetip artıyordu. Ben sadece ortak oluyordum duygularına. Bu coşkuyu, bu heyecanı görünce kim koparabilirdi onu sizden, nasıl karışabilirdim sizinle olan ilişkisine, arkadaşlığınıza, kardeşliğinize. Destek olmak sadece onu mutlu ederdi ve ben de elimden gelen desteği sundum zaten. Onunla el ele, kol kola geldim hep yanınıza. O sizleri nasıl sevmişse öyle sevdim sizleri ve ailelerinizi. O nasıl umutlar bağlamışsa sizin üzerinizden öyle umut bağladım sizlere. ''Evimiz evinizdir'' dediğinde ben de evimizin kapılarını açtım hepinize. Onun size olan aşkına karşı gelmek yerine ortak oldum. Ben bu aşka ortak oldukça onun bana olan aşkı da büyüyordu hem. Ben ve siz onun büyük aşklarıydık. Hiç kavga etmeden yayana durduk tıpkı çok sevdiği Kurabiyesi ve benim yan yana durduğumuz gibi. Hayattan başka ne isterdi ki insan. Sevdiği, değer verdiği herkes yanındaydı. Siz madenci kardeşleri, yetki verdiğiniz sendikası; ben, Kurabiyesi, ailesi, dostları hep yan yana ve barışıktık.  Hüseyin düşüncelerindeki dünyayı kurmak için Voltran’ı oluşturmuştu artık. Nasıl da mutlu, güçlü ve huzurlu hissediyordu kendini. İşte tam da.. işte tam da kahretsin ki, işte tam da her şeyi yapabilecek, daha birçok zaferler kazanacakken; sizler için, işçi sınıfı için, mücadele için, emek için, güzel ve adil bir dünya için, güzellik için, Zonguldak için, ailesi için, Kurabiyesi için, benim için.. tam da tam da, ah…!!!

İşte tam her şeyi yoluna koymuşken… kursağına dizildi bütün her şey.

Dedim ya, geçmişinde neler yaşadı, hangi acılardan, yokluklardan geçti veya hangi hatalar ve yanlışlarla boğuştu bilemiyorum. Ama bildiğim şu ki: Hüseyin naif bir insandı. Hüseyin hassas ve saygı dolu bir insandı. Başına ne geldiyse işte bu yapısından geldi zaten. Ben böylesi naif bir insanın üzülmesine, mutsuz olmasına dayanamazken hangi kötü yürekliler, hangi kara vicdanlılar onu yaraladıysa geldiği bu nokta onların yüzündendir.

Hüseyin’in hayatı siz madencilerin,  TTK’nın içinde geçti. Uzun yıllar sosyal hayatı ve siyasal görüşlerinin paylaştığı dostlarıyla aylarca görüşemedi, hatta ailesini bile yeri geldi göremedi ama siz madencilerle hiç kopmadı. Sizlerle çalışmak, sohbet etmek hatta tiyatroya, sinemaya gitmek her şeyden daha çok mutlu ederdi onu. Elinde büyük bir yetkisi olmadığı için bir şeyler yapamamak onu deli ederdi. Sendikal mücadeleye de bu yüzden girdiğini söylerdi. ’’Yetkim olsun ki, sözüm de yerine gelsin, bir karşılığı olsun’’ derdi. “Ben haydi dediğimde sesim Kozlu’da duyulur ama genel merkeze gidersem tüm bölgeler duyar, ona göre organizasyonlar kurarım” derdi.

 

AMELEBİRLİĞİ DÖNEMİNDE ATILAN İFTİRALAR YÜZÜNDEN HAYATINA SON VERMEK İSTEMİŞ!

Tanıştığımızda Kozlu Şube Başkanıydı. Sohbetlerimiz genelde sizler ve işçi mücadelesi olurdu. İşçi sınıfı mücadelesi için yapılacaklar ortadaydı ama yapamamak onu öfkelendiriyordu. Hepinize ulaşması için daha fazla yetki almalıydı. Bu yüzden genel merkeze aday oldu. Şube başkanlığı seçimlerinde ben onu henüz tanımıyordum. Ama genel merkez seçimlerinde her şeyine şahidim. Kalleşliğin nasıl olduğunu, arkadan vurmanın; insan psikolojisini mahveden mobing işkencesinin nasıl yapıldığının şahidi oldum.

Mücadele böyle bir şey değil, olamaz kardeşler.. Salt seçimleri kazanmak adına insanın canı yakılmaz. Özel yaşamı, ailesi konuşulmaz. Söz verilince sözünden vazgeçilmez. Zor gününde istifası istenmez. İnsan kayırılmaz. Çamur at izi kalsın diye iftira atılmaz. Üzerine atılı iftiralar yüzünden sorgulardan geçilmez.

O böylesi pis bir mücadelenin içinde olmaktan büyük bir üzüntü duyardı. Kahrederdi. Bazen eve yüzü kararmış bir şekilde gelir hiç konuşmaz, içinden hesaplaşırdı kötülerle. Ah konuşsaydı, ah anlatsaydı o an her şeyi. İçindeki öfkeyi akıtabilseydi keşke. Sabah uyandığında görürdüm gece uykuda çarşafıyla nasıl kavga edip, buruş buruş ettiğini. Aradan zaman geçip, öfkesi dindiğinde anlatırdı bazen neden kızgın, öfkeli olduğunu. Ama iş işten geçiyor tabi. O zehir o an yakıyor, bitiriyordu onu. Kahpelik, alçaklık onu içten içe yiyip bitiriyordu.

Yıllarca böyle bir mücadelenin içinde olmak, böylesi kahpeliğin karşısında durmak hiç kolay değil kardeşler. Hele hele Hüseyin gibi naif bir karakter için. Kim bilir geçmişte daha neler neler yaşadı. Sizler benden daha fazla şahitsiniz. Biz daha tanışmamıştık henüz, Amelebirliği döneminde atılan çirkin iftiralar yüzünden hayatına son vermek istemiş. Bunu öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Bir önceki dönem genel merkez seçimlerini kaybedip, şube başkanı olarak görevine devam ederken evlendim ben onunla. Bu yenilgisini fırsat bilen bazı hırs küpleri, o arkasından kuyu kazıcı korkaklarsa bunu sürekli yüzüne vurup psikolojik şiddet uygulayarak hayatı resmen zindan ettiler ona. O hep susmayı tercih eti. İşte o susmalarının şahidiyim ben.

Mücadele yürekle olur, mücadele bilgiyle olur, mücadele cesaretle olur, mücadele dayanışmayla, mertlikle olur kardeşler. Hüseyin tüm bu özelliklere sahip bir insanken karşısına çıkan kötülük ordusu onu kahretti. Verdiği mücadele, verdiği emek, verdiği zaman ve verdiği sevgi karşılığında gördüğü muamele onu mahvetti. Ama o hiç sizlerden vazgeçmedi, yılmadı ve mücadelesine, işine devam etti. Sabah erkenden şubeye gelip, geç saatlere kadar sizinle kaldı. Okudu, araştırdı. Elde ettiği her bilgiyi herkes duysun diye sosyal medya üzerinden paylaştı. Maaşlarınız, ikramiyeleriniz; haklarınız konusunda bilgiler verdi.

Hüseyin bir mücadele insanıydı. Sendikacılığı kişisel çıkar değil mücadele alanı olarak gördü. TTK’nin özelleştirilmesinden tutun da, kıdem tazminatlarının gaspına karşı hep birlikte verilen birçok mücadelenin en önünde yürüdü. Sizinle birlikte hareket etmek için çabalar, daha büyük olsun diye eylemleri hep birlikte planlardı.

1 MAYISA GELMENİZ, ALANI DOLDURMANIZ İÇİN GECESİNE GÜNÜDÜZÜNE KİM KATACAK?

Ah kardeşler, şimdi ayrıntılarıyla kim bilgilendirecek sizi? Kim 1 Mayıs’a gelmeniz, alanı doldurmanız için gecesini gündüzüne katacak? Kim soru sorduğunuzda kanuni haklarınız sayıp dökecek önünüze? Kim çıkıp karşınıza teker teker anlatacak olan biteni? Kim sizin dertlerinizi herkes duysun diye habercilere, gazetelere, televizyonlara coşkuyla demeçler, röportajlar verecek?

Hüseyin olması gerekenden fazlaydı. Bilgi birikimi vardı, tecrübeleri vardı, vicdanı büyüktü ve bu yüzden adalet duygusuyla yaklaşırdı her şeye. Coşkuyla sarardı hepinizi, heyecanını size belli ederdi. Kim bilir o Kuyubaşında ne anılarınız, ne sohbetleriniz vardır onunla. Gece demeden, soğuk, kış demeden yanınıza gelip bilgi aktarımı yapar, bayram kutlar, derdinize ortak olmaya çalışırdı. Anlatırken Kuyubaşını kıskanırdım. Acaba evinden, benden daha mı çok seviyor diye. Yook.. sizi, madenci kardeşlerimizi hiç kıskanmadım. Sizleri onun sevdiği gibi sevdim ben de. Onun gözünde sizler bir yaşamdınız. O sizlerle var olmayı ve kendini sizlerle ifade etmeyi seçti. Bu da kendini adamak demekti.

Hasta yatağında hep sizleri düşündü. Sizleri düşünerek kendini tedavi etmeye çalıştı. Herkese benim sekiz bin kardeşim var derdi. Bununla gurur duyardı. Ölümü hiç düşünmedi. Biz el ele verip Zonguldak’a gelecektik ve o mücadeleye kaldığı yerden devam edecekti. Bu umudunu hiç yitirmedi, son nefesine kadar.

EN SON 4 ARALIK'TA 39 DERECE ATEŞLE MADENCİYE SESLENMİŞTİ!

En son 39 derece ateşle 4 Aralık Dünya Madenciler Günü’nü kutlamak istemişti. ‘’Halim yok ama kardeşlerime seslenmek istiyorum’’ dedi bana. Zorlandığını görsem de onun bu isteğini yapmak zorundaydım. Çünkü uyuyamazdı, eksik kalırdı, keşkesi olurdu. Önce bir şeyler yazdı kağıtlara ki, o hiç kağıda bakarak okumazdı bilirsiniz. Sonra koltuğa geçti ve sizlere seslendi. O seslenişi de son seslenişi oldu.

İşte o konuşma var ya kardeşler; o konuşmayı iyi dinleyin. Bir kere daha bir kere daha dinleyin. O videoda sizlere ne yapmak istediğini, mücadelenin nasıl yapılması gerektiğini, işçi sınıfının onurlu duruşunu anlatıyor. Adil olmayı, dayanışmayı, okumayı, insanca üretip, insanca yaşamayı anlatıyor. Son sözleri de bunlar olmuştu.

Kardeşler… Hüseyin gerçek bir sendikal mücadelenin bilincinde olan bir insandı. İnsan kayırarak, ayak kaydırarak, iftira atarak bulunduğu yere gelmedi. O hep dürüst ve adil oldu. Onun bu çizgisini yaşatmak, kötülere, vicdanı beş para etmezlere meydan vermemek demektir.

Kendi gemisini kurtaran kaptandır anlayışı belki sizi bugünlerinizde kurtarır ama suskunluğunuz kötü, çıkarcı insanları besler ve onların rahat hareket etmesini sağlar. Kötü insanlar size dokunmadığı sürece yaşasın derseniz de çocuklarınız geleceğini çaldırmış olursunuz.

Kardeşler, Hüseyin’in onurlu kişiliğine, onun mücadele ruhuna, kocaman vicdanına, hepinizi sarmak istediği o adalet duygusuna sahip çıkın. O Kuyubaşı’na hayatını adadı. Evi gibiydi ve sizler onun kardeşleriydiniz. Hüseyin’in sizler adına yapmak istediklerine sadece siz sahip çıkabilirsiniz. Onu bir tek siz anlarsınız. Çok çabaladı, içinizden başka başka Hüseyinler çıksın diye. Okuyan, araştıran; sınıfının bilincinde, mücadele tarihini bilen ve bu gününe uygulayan işçi kardeşleri olsun istedi. İsteriz ki, Hüseyin yeniden yeniden doğsun, doğsun ki, tüm kötülere, fırsatçılara rağmen, bu karanlığa rağmen çocuklarımıza onurlu bir gelecek, adil bir dünya bırakabilelim. Öyle değil mi kardeşler..?

(Haber: Abdullah Karabacak)