Evet. Sana her sarıldığımızda şımarık çocuk gibi itmeye başladın bizi; oyuncaklarını biz kırmışız gibi.Her ağladığında avutan bizdik oysa. Sevincine, yeşil, mavine, kara gözlerine methiyeler düzüp sevgimizi veren bizdik. Sevdiklerini gözetledik anılarında. Kalanlarının yaşamasına omuz verenlerine arka çıktık;alkışla, şiir, resim, fotoğraflarla, sessizliğindeki çığlığa koşup ‘’hayır’’ seslerini biz yükselttik
Dinledin mi bizi? Dinlemedin!
Yüzünü tırmalayanı sevdin en çok. Yalnız koyanı, saklılarını kırıp dökeni sevdin.
Etme eyleme dedikçe kulakların sağır, dilin lal oldu hep. Görmedin gözüne batan dikenleri.
 
Sevmek de bir yere kadar; vefasızı kim bu kadar sever ki?
Kaybettiğini arar oldukça kayboldukizlerinde; ne çocukluğumuz kaldı ne de gençliğimiz…
 
Ağaçların korkuyor… Hikayelerin korkuyor… Toprağın, yazın, kışın, havan, suyun korkuyor hırpalanmak, yok edilmekten.
Yaşlılığımız olsun kurtulsun diyoruz göz göre göre yapılan ihanetlere, geri gelmeyen gidişlere dur diyememekten.
 
Evet. Özlenen sen, sen olmaktan çıkıyor kıyılarına, yeşiline, derene, ırmağına, toprağına beton serildikçe. Kaldıramayacak kadar ağırlaştı ruhsuz bırakan ellerin insafsızlığı. Ve sen, izliyorsun sadece. Sesin çıkmıyorölümlerine. Kırılıp dökülmek bize kalıyor.
 
‘’Göz görmeyince gönül katlanırmış’’ misali, git demeye başladın bugünlerde.