Bu dünya öyle bir dünya ki, kimisine Allah dünya tatlısı çocuklar verir. Ama yaramazlıklarıyla o aile isyan eder durur… Kıymet bilemez. Kimine hiç vermez. “Kör topal da olsa bir evladım olsaydı” der... Çocuğa hasret kalır… Kimine de hastalıklı, engelli çocuk verir, o da başka türlü dua eder... “Keşke bir kerecik emeklediğini, yürüdüğünü, konuştuğunu görebilseydim” der ve ağlar…

Emine Hanım, bu kategorinin dışındaydı. Onun sabrını görenler, “Bir insan hiç mi öf demez” der ve hayretlerini gizleyemezlerdi. Herkes evladıyla gezip tozarken, o “Biz de Yusuf’umla Cennet’te yürüyüp koşacağız!” derdi.

İNSAN OLABİLMEK…

Tolstoy, “İnsan acı duyabiliyorsa ‘CANLI’dır, başkalarının acısını duyabiliyorsa ‘İNSAN’dır” der.

Izdırap çeken bir insanın ya da bir hayvanın acısını içimizde ne kadar hissedebiliyorsak o kadar insanız.

Bu yazı, acısını derinden hissettiğim bir Yusuf(un) hikâyesidir. 

Emine ve Mustafa Savaş çiftinin ciğerparesi Yusuf, 2008 yılı Ağustosu’nda sapasağlam doğması beklenirken komalık bir şekilde dünyaya geldi. Anne karnında dışkısını yuttuğu için beynine oksijen gitmeyen Yusuf bebek 40 gün komada kalsa da yaşama tutunmayı başardı. Daha sonra havale geçirdi. Bunu da atlattı. Emine Hanım, Yusuf bebeğin iyileşeceği umudunu hiç kaybetmedi. O hastane senin, bu hastane benim doktorların kapısını aşındırdı. 

Çocuk biraz büyüyünce fizyoterapistlere götürdü. Başından bir an olsun ayrılmayan anne, en son Ankara’da Kaplıca otelinde fizik tedaviye götürmüştü Yusuf’u. Bir taraftan da Yusuf’un hastanede acı çekerek ölmemesi için dua eden Emine Hanım, Cumartesi günü sabaha karşı 04.00’te uyandığında Yusuf’u hareketsiz gördü.  

YUSUF’LARIN HİKÂYESİ…

Yusuf’lar hep mi güzel olur Allah’ım!

Yüzleri güzel, hikâyeleri buruk bir hayat… Vardır bunda da Yüce Yaradan’dan bir murad…

11 yaşındaki nur yüzlü, yakışıklı mı yakışıklı Yusuf’umuzu kaybettik. A
nnesinin dizinin dibinde sessiz sedasız göçtü bu âlemden… Annesi Emine hanımın, dün “Yusuf beni bıraktı” demesiyle öğrendiğimiz acı haber, hepimizi derin bir üzüntüye boğdu. 

Yavrucak bir gramlık bir şey bile tadamadı kısacık hayatında... Bir yudum suyu dahi normal şekilde içememiş, karnına açılan hortumla beslenerek 11 yıl yaşamış olan bu güzel yüzlü çocuğun vefatı, şimdi benim yüreğimi yakıyor! (Bir gün önce, annesinin karnından mama vermek yerine, ağzına karpuz suyu damlatınca Yusuf'un mutluluktan uçtuğunu öğrenmek ise, acımı tarifsiz kılıyor...)

Hiç yürüyemiyordu, konuşamıyordu Yusuf; ama öyle derin bir bakışı vardı ki, tevekkül dolu gözleri karşısında erirdiniz adeta... Konuşmanızı, sevgi dolu bakışlarınızı öyle dikkatle dinler, öyle tatlı tepkiler verirdi ki…

Evet, bu örnek alınacak hayat hikayesi, romanlarda, sinemalarda değil; hemen yanı başımızda cereyan etti.

Bazılarımız, denizlerde, plajlarda, yiyemedim, giyemedim, gezemedim tozamadım derdinde iken dünyanın en masum, en günahsız bir yıldızı kaydı semalarımızdan sessizce…

Ve benim gibilere de Yusuf’un hikâyesini yazmak düştü.

NOT:

Başınız sağ olsun Emine Hanım ve değerli eşi Mustafa Bey…

Bilesiniz ki Yusuf Cennet kuşu oldu… Şimdi size düşen Hazreti Yakup’un Yusuf’unu kaybettiğinde dediği gibi “Şimdi bana düşen güzel bir sabırdır” diyerek Yusuf’un anısını yaşatmaktır.

Acınızı derinden hissediyor sabırlar diliyorum.