Zonguldak Kent tarihçisi ve yazarımız Ekrem Murat Zaman, 'Fransa’nın Kuzeyinden Aileleriyle Zonguldak’a Çalışmak İçin Gelerek KARAMANYA'ya Yerleşen Madencileri' anlattı.

Maden Yüksek Mühendisi Ekrem Murat Zaman'ın paylaşımı şöyle:

"1980 öncesinde Asma’da staj yapıyorduk. Staj programı gereği Asma’dan Dilaver’e gidiyoruz. O gün Dilaver Ocağına girecektik. Buradan ocağa ilk giren herkese, ilk girişte rüzgârdan korunması, baretini uçmaması için tutması tembih edilirdi. Dilaver Bacaağzı girişi aynı zamanda basınçlı hava kapısı olan ocağın hava girişiydi.
Dilaver’e çıkan rampanın solunda bir tepenin yamacında demirden yapılmış yüksek bir yükleme (bunker) vardı. Bunkerin altındaki damperli kamyonuna kömür doluyordu. Hatırladığım kadarıyla bu taşıma işini Abdullah Güner’in kamyonları yapıyordu. Arkadaşım Merhum Çağatay Karahasan’ın, çocukluğu bu bölgede geçtiği için buraları bilirdi. Gittiğimiz yerler hakkında bana bilgi verirdi. Kamyonun olduğu yeri göstererek; “Burası Karamanya Ocağı” dedi. 1980’den sonra kapatıldı bu pano. O yıllarda Karamanya hakkındaki bilgimin hepsi bu kadardır.

Cumhuriyet öncesinde Karamanya Ocaklarını çalıştırmak için Fransa’nın kuzeyinden gelen iki gurbetçi aileden söz edeceğim size. Bu nedenle Karamanya’dan başladım söze…
Şimdi durup dururken Karamanya da nereden çıktı diyenler olabilir. Önce size nereden icap ettiğini anlatayım.

Yazar Chantal Dennin-Lalart’ın “Les attirances réciproques Turquie-Europe, par le biais de l’étude d’une expatriation durant les premières décennies du XXe siècle” (20. yüzyılın ilk on yıllarında göçmenlik çalışmaları yoluyla Türkiye-Avrupa karşılıklı cazibe merkezleri) adlı makalesinde söz ediliyor Karamanya ocaklarına gelen ailelerden.
Makalenin Özet bölümünde; “Avrupa ile Türkiye arasındaki ilişkiye farklı açılardan bakılabilir. Kültürel temsillerin incelenmesi en ilginçlerinden biridir. Bu temsiller, 20. yüzyılın başlarında görünüşe göre birbirinden uzak olan bu iki varlığı hangi dilsel, etnokültürel ve tarihsel ilişkilerin birbirine bağlayabileceğini göstermektedir” yazıyor.

Kuzey Fransa'dan iki aile gönüllü oldu, Türkiye’nin Kara Deniz kıyılarındaki Zonguldak'ın açık ocaklarda çalışacaklardı. İki teknisyen, (Jean-Baptiste Herbez ve François Lemesre) “Herakles Madenini” geliştirmeyi ve üretim kapasitelerini arttırmayı başarmaları gerektiği düzencesinde olduklarını anlatıyor yazar.

Makalede özete şunlar anlatılıyor.
1905 yılında Türkiye'ye doğru yola çıktılar ve Kuzey'i (Lens Calais) terk ederler. Marie Allienne, kocası Jean-Baptiste Herbez ile kızları Germaine (1897 doğumlu), tekneye bindiklerinde sekiz yaşındadır. İkinci aile ise savaş öncesinde (çocukları Raymond Zonguldak’ta doğan) Jeanne Allienne ve kocası François Lemesre ailesidir.

Aşağıda paylaştığım 1921 tarihli Fransızca haritada yazıldığı şekliyle Karamagnan (Karamanyan) ocağı çevresinde bu ailelerin oturduğu 5 adet bir grup evin varlığını görüyoruz.

Ereğli Şirketine Lens’ten Fransız teknisyenlerin gelmesinden sonra, 1914’e kadar üretim kapasitesinin giderek arttığı belirtiliyor. Vinçlerle saatte 50 tonluk bir hızla gemilere yükleme yapılabildiği belirtiliyor. 300 imtiyazın sadece 5 tanesi Ereğli Şirketine ait olduğu, bu imtiyazlarında havzanın en verimli sahaları olduğu bilgisi veriliyor. 1896'dan sonra Kartali ve Pancari efendiler (Osmanlı bankası yöneticileri) Çatalağzı-Asma arasında çok sayıda ocak ruhsatını satın almışlardır. Karamanyan ve Hallaçyan da
Ereğli Şirketi idare meclisi azaları arasına girer.

1921 tarihli Ereğli Şirketi haritasında, Karamanyan Ocaklarının 234 ruhsat numaralı dairesel imtiyaz alanı içinde olduğunu görüyoruz.

BURADAN SONRASI AKTARDIKLARIM BENİM YAPABİLGİĞİM TERCÜMEDİR.

Lemesre, kayın valide Antoinette hakkında şu bilgileri veriyor; “Türkiye'de kayınvalidem dağlarda at yarışları yapmayı severdi.” Yazar bölge hakkında şu bilgileri veriyor: “Bölgeyi çevreleyen bu dağlar, kesinlikle çekiciliğin büyük bir parçası. Bu gurbetçiliğin cazibesi, tam da yeni gelenler için alışılmadık bir iklime sahip yeni yerlerin tadını çıkarmanın zevkinde yatmaktadır. Zonguldak'ta yazlar sıcaktır ve bundan yararlanmak, aynı zamanda, bölgedeki belirsiz Temmuz ve Ağustos havasına kıyasla bir zevktir. Kuzeyinde; Burada deniz suyu da 20 dereceyi aşan daha sıcaktır ve Fransa'dakinden daha sık banyo yapılmasına izin verir. Karadeniz kıyılarında yaşamanın zevki, başka bir yaşam tarzına sahiplenilmesidir.

Orada rahatlık basittir, çünkü dönemin ifadesine göre, Fransa'daki gibi güzel bir ahşap yemek odası yoktur, yemeklerin alındığı basit bir tahta vardır: “Kayınvalidemin bir uşağı vardı, Ahmed. Oradaki insanlar onun evinde yemek yemeyi çok severdi. Masa basit bir tahtaydı ve bu adamlar 'Masa güzel olmayabilir ama burada iyi yiyoruz. Oradaki Fransızlar yakınlaşmak için toplandı ”
Zonguldak şehir merkezi, çarşıların yanı sıra batılı dükkanları ile yakın olmasına rağmen, Jeanne Lemesre alışveriş yapmak istediğinde gittiği küçük Asma köyüne doğru: “Alışverişe gitmek, Asma'ya gitmek zorundaydın. Kuruşlarla yapılan takıları geri getirdiler.” İç bölgelere gitmek, bilinmeyen bir dünyayı, en azından Kuzeyliler'i aramak gibidir: "Orada, diğer tarafta pek çok haşhaş tarlası olduğunu keşfettiler. Ekilmemiş olduğu dağ. Ayrıca afyon dumanı gördüler. Her şey oradan geldi.”
Kuzeyde kalan ailelere gönderilen mektuplara göre kesin adres: Karamanyan (Karamanya Sk), Üzülmez Madenleri, Heraklea Derneği, Zonguldak, Türkiye.
Kuzeyliler bu nedenle doğrudan deniz kenarında değil, kıyıların arkasında, maden çıkarma yerlerine yakın bir tatil köyünde yaşarlar. O hayatı seviyorlar. Çocuklar için eğitim eksikliği önemli bir olgudur. İki ailenin savaştan önce ikamet ettiği sırada Zonguldak'ta dünyaya gelen Raymond Lemesre'nin anlatımı, Ereğli yakınlarındaki çocukluk yıllarını anlatırken bu anlamda ortaya çıkıyor. Annemden okumayı öğrendim. Bunu hayatımda yalnızca gerçek bir öğrenme deneyimi olarak yaşadım, ancak kısıtlamalar olmaksızın kendi başına geldiğini hissediyorum. Fikirlerimi Fransızcada deşifre etmekte, hecelemekte ve hatta geliştirmekte hiç zorluk çekmedim. Okumayı sevdiğimi bile eklemeliyim. Ortaya çıkan her şeyi okudum. Her şeyle ilgilendim. Türkçe okumayı öğrenmeden çok küçükken biliyordum. Kendimi anlamını sezgisel olarak anladığım panellerin ve metinlerin önünde görüyorum. Türkçe benim için ikinci bir dil ve ikinci bir doğa oldu ”

Genç Raymond Lemesre'nin eğitiminde belirleyici olan şey, bu nedenle sokak okuludur. Başkalarını ve keşifleri davet eden bir okul. Dolayısıyla, bu "olay", hayvan muhtemelen 1910 tarihli bir fotoğrafa konu olduğu için "deniz ayısının yakalanması" olarak adlandırılabilir Karadeniz'deki ender hayvan, sekiz meraklı çocuktan oluşan bir grubun ortasında darağacında asılı duruyor. Bütün bu insanlar, bu sahnenin basamakları gibi oluşan bir dağ çerçevesi içinde, bir ipten sarkan bu tuhaf canavarla, denizin veya nehrin burnu olarak dikilmiş küçük bir rıhtıma yerleştirilir. Sekiz çocuktan en büyüğü olan üçü, belli ki kıyafetleriyle tanınan Türk gençler. Terlik, geniş pantolon ve tunik giyerler. Başlarında fes var. Diğer beş genç ise Avrupa tarzında giyinmiş: ayakkabılar, fit pantolonlar ve düğmeli bir gömlek. Bu çocukları bir araya getiren şey, maceralarına ve oyunlarına ayrılmış hissettikleri bir alanda hayata başlamalarıdır.

Okul dışı çocukluğun yollarından ayrı olarak, karşılıklı çekicilikler yaratan bağlantılar kuruluyor. Çocuklar ve anneleri de böylelikle ülke sakinleriyle ağlar kuruyor. Her an konuşmakla eş anlamlıdır: diyalog kurmayı öğrenmek birlikte takıldığımız kişilere saygı duymaktan gelir. Alçakgönüllülüğün bir tür normalleşmesi, günlük yaşamda karşılaşılan geleneksel kültürde karşılıklı bilgi getirir. Zonguldak'taki genç Fransızların ve hatta Avrupalı göçmenlerin Türk yaşamları böyle olmuştur: Deniz ayısını izleyen çocukların sayısı, sokak okulunun iki Allienne ailesinin çocuklarından daha fazlasını bir araya getirdiğini göstermektedir. Diğer maden yöneticileri, François Lemesre ve Jean-Baptiste Herbez ile aynı eğitim anlayışına sahiptir.

Türkiye ve Avrupa, 1906'dan 1924'e kadar faaliyet gösteren bir dernek oluşturur. Bu iki toplumun sürdürebildiği ilişkileri yapılandıran, organize eden ve pekiştiren bir zemindir. Özdeş stratejiler, dinlendikleri sürece bireysel ve toplu davranışlara rehberlik etmeye devam eder. Dahası, etnik gruplar arası ilişkilerin yeniden harekete geçirilmesi için geçmiş deneyimlerin bu hatırlanması gibi müdahaleci olayların ortaya çıkması ve konuşmaların temsil alanlarının vurgulanması için karşılıklı çekim kavramı etrafında incelenmesi yeterlidir. Farklılıkların azalması analiz edilir.

Başka bir deyişle, kimlik ve tekilliğin hangi usullere göre, hangi kaynaklardan düşünülüp deneyimlendiğini kavramak mümkündür."

(Kaynak: Ekrem Murat Zaman)