Zonguldaklı şair Yelda Karataş, ZOKEV’in konuğu olarak 22 yıl sonra geldiği kentinde çocukluğunun arka bahçesini anlattı.

 

Zonguldak doğumlu olan ve üniversite yıllarına kadar Zonguldak’la bağını hiç koparmayan Şair Yelda Karataş, 22 yıl sonra geldiği kentte, “Çocukluğumun arka bahçesi Zonguldak” başlıklı bir söyleşi yaptı. Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı’nın konuğu olan Karataş, TMMOB Maden Mühendisleri Odası lokalinde yaptığı söyleşide duygulu anlar yaşadı. Zonguldak’ta yaşadığı günlerde çekilmiş fotoğraflardan oluşan slayt gösterisi eşliğinde konuşurken, zaman zaman gözyaşlarını tutamayan Karataş, “Zonguldak’ın çevre illerine pek çok kez geldim. Oralara kadar gelip Zonguldak’a uğrayamadım, ayağım çekmedi çünkü. ZOKEV’den arkadaşların daveti üzerine aranızdayım. Çok da mutluyum. Defne kokusunu, defne kokusunun karıştığı o Karadeniz’in bambaşka kokusunu çok özlemişim. Ne güzel ki bu deniz defne kokuyor hâlâ. O kokular beni çocukluğuma götürüyor. Bu kokulara sahip çıkın” dedi.

 

YAYLA ÖZEL İLKOKULU ADI GİBİ ÖZEL BİR OKULDU

Sunumunu gazetemizin yazarı Ahmet Öztürk’ün yaptığı söyleşiye ZOKEV üyelerive Karataş’ın çocukluk arkadaşlarının yanı sıra Zonguldaklı edebiyatseverler de katıldı. Babasının Ereğli Kömürleri İşletmesi’(EKİ)ne bağlı Merkez Atölyesi’nde iyi bir kaynak ustası olduğunu söyleyen Karataş, “Zonguldak’ta, Kadırga yokuşunda,  Akşam Gazetesi okunan bir evde büyüdüm. Dedem Muharrem Bey Balkan Savaşı’nda bir gözünü kaybetmiş, dokuz dil bilen bir insandı. ‘İnsan bir göz yeter’ diyen dedem, Zonguldak’ta evlere kömür dağıtan ilk şirket görevlisiydi. Hayatımda çok özel yeri olan ablam Zonguldak’tan Almanya’ya giden ilk kişilerden biriydi. Yayla Özel İlkokulu mezunuyum. Yayla Okulu adı gibi özel okuldu. Hep saygıyla anacağım ilkokul öğretmenim Sabiha Hanım hayatımı değiştiren insandır. Beni keşfetti ve İstanbul’da yatılı okul kazanmamı sağlayarak bugünlere gelmeme ön ayak oldu. Pazar günleri çok güzel filmler izlerdik Yayla Sineması’nda. Dünyanın en önemli filmlerini izleyerek geçti çocukluğum. GarielMarquez ‘Latin kültürünü tanıtmak için bize lazım olan sinemadır’ diyor. Sinema hayatla çok doğrudan bir dil kuran sanat. Şimdi düşünüyorum da çocukluğumda izlediğim o filmler benim şiirimi derinden etkilemiş. Oralarda edindiğim kültür imge dünyamı zenginleştirdi ve bana şair kimliği kazandırdı.” dedi.

 

KÖTÜLÜKLER TOPLUMU OLDUK

Kendinin Marksist bir dünya görüşüne sahip olduğunu da söyleyen Karataş, “12 Eylül dönemi çok ağır bir dönemdi hayatımda. Çok karanlık, çok yoksul günlerimdi. Evimde polise yakalanmak istemeyen kaçak göçek insanlar yaşıyordu. Çoğu zamanlar süte ekmek doğrayarak karnımızı doyuruyorduk. İşte o karanlık günler içinde ilk şiirimi yazdım. O zor koşullarda Karadeniz’in dalgalarını düşünerek yazıyordum. Karadeniz’in kokusu hiçbir denizin kokusuna benzemez. Annemin kokusu gibi Karadeniz’in kokusunu da hiç unutmadım. Ben bir üniversitede ‘Kentsel farkındalık’ dersi veriyorum. Orada da bunları anlatıyorum. Kokusunu kaybeden kent her şeyini kaybetmiş demektir. Çok kötü günlerden geçiyoruz. Etrafımızda pek çok kötülük oluyor. Beni şiir ayakta tutuyor. Tıpkı Sait Faik’in dediği gibi yazmasam deli olurum. Toplum çok değişti, kendi çocuklarımızdan başkasını sevmez olduk. Çocukluğumda öyle değildi. Beni bütün mahalle severdi mesela. Aslında tam da böyle bir toplum oluşturmak istiyorlar. Anadolu’nun üzerine ölü toprağı serpiliyor. Bu toprağı kaldırmamız lazım. 61 yaşındayım. Emekliyim. Hâlâ yazıyor, üniversitede ders veriyorsam bunu başarmak içindir. Tek derdim birkaç çocuğun da kafasını açmaktan ibaret” diyerek sözlerini sürdürdü.

 

DEFNE, DENİZ, IHLAMUR KOKULARININ ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUM

Sanatçıların gayrı resmi tarihçiler olduğunu da sözlerine ekleyen Karataş, “İspanya’daki faşist rejimi anlamak isterseniz Guernica’ya bakarsınız. Ritsos’u okuyan Yunanistan’daki cuntayı görür. Nazım’ı okuyan Türkiye’nin 1950’lerde Kore’ye nasıl satıldığını bilir. Şairler şiirleriyle tarihe not düşer. Pek çok şair, düşünür sanat insanı ile dostluklar kurdum. Dostluklar ortak kültürel değerler üzerine kurulyor. Bu kente, bu kentin değerlerine, kokularna sahip çıkın. Koruyun onları. Kokusunu kaybetmiş kent ruhunu kaybetmiş demektir. İşte o nedenle defne kokusunun, ıhlamur kokusunun, deniz kokusunun önünde saygıyla eğiliyorum” diyerek sözlerini tamamladı. Söyleşinin ardından son kitabı “Ten Divan’e”yi okurlarına imzalayan Karataş, dostlarıyla bol bol fotoğraf çektirip hasret giderdi. Babasına yazdığı “Babam göğsümde saklı bir dut ağacı / ömrümü saran iğde kokusu / özlem kokan bir Zonguldak akşamı / bakışı her dem Karadeniz” dizelerini sıkça okuması izleyenleri de duygulandırdı.