Margaret Thatcher’la İngiltere’de başladı rüzgâr. Türkiye’deyse; 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla hazırlanan ‘sosyal devletin yok edilmesi projesi’, 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle desteklendi, elverişli ortam hazırlandı ve Turgut Özal’a devredildi. O da “Demir Leydi” Thatcher’ın ruhuna halel getirmedi; “Babalar gibi sattı, savdı!” 
Bütün bunları niye yazdım!
Kar yağsın dedik; yağdı. Daha on santim yığmamıştı ki elektrikler gitti. Sular kesildi. Yollar kapandı. Telefonlar, sosyal medya vs. felç oldu!
Felç oldu çünkü Özallaştırmayla başlayan özelleştirmenin sonucu olarak el değiştiren ‘hizmet sektörü’, özelleşince ‘kâr sektörü’ne dönüştü ve ‘yatırım’ yerine, ‘tüketiciyi yolma’ makinesi oldu!
Sonuç; Elektrik üretimi ve dağıtımı ‘devlet sektörü’nde olsaydı; ‘hizmet’ esas alınacağından sistem modernizasyonu ve yenilemesi yatırımları yapılacak, yaşadığımız işkenceler yaşanmayacaktı!
Şimdi anladınız mı ‘özelleştirme’ denilen şeyin nemenem bir kaba sömürü çarkı olduğunu?
 
HİÇ UTANMIYOR MUSUNUZ?
Adam, karısına fiziki ve psikolojik şiddet uygulamaktan sabıkalı! Meslek hayatı boyunca yanında çalışanlara fiziki ve psikolojik şiddet uygulamış! Onları aşağılamış, üzmüş, ağlatmış!
Adam, evliyken başka kadınlarla birlikte olup eşini aldatmış. Bunu defalarca yapmış! Çoluk çocuğunu terk edip başka işler peşinde koşmuş!
Demokrat, sosyal demokrat, ilerici, devrimci, sanatçı, aydın kimlikli kişilerin, kadına şiddetten sabıkalı birinin yanında saf tutması kadına şiddeti onaylamaktır! Utanılacak, ayıplanacak bir durumdur! Kadına şiddet, kimden ve hangi nedenle gelirse gelsin lanetlenmeli, müsebbipleri deşifre edilmelidir!
Kadına şiddet, erkeği insanlık dışına iten bir kabalık ve ilkelliktir!
Kadını “Hem severim, hem döverim!” söylemiyle metalaştıran İbrahim Tatlıses’in hayat serüvenini yazmama gerek yok! Şiddet uyguladığı kadınlar az buz değil!
Sabahat Akkiraz, Demet Akbağ, Oya Başar, Nilgün Belgün, Haluk Levent, Hüseyin Turan, Olgun Şimşek gibi sanatçıların böylesi bir kişinin yanında işi ne?
Kadına şiddetten sabıkalı böylesi bir adamın yanında olmak sizi hiç utandırmıyor mu?
İktidar yalakası bir karanlık işler türkücüsünün arkasına geçip onu meşrulaştırmanızı, destek vermenizi ayıplıyorum!
Bunu insani bazı gerekçelere indirgemek geçersizdir! Kaldı ki ilgili şahıs, bir trafik kazası ya da bir iş kazasında değil, karanlık bir hesaplaşmanın sonucu bu duruma düşmüştür!
Bu şahsın yaptığı TV programına katılarak verilen desteği kınıyorum!
 
SPOR, SPOR OLARAK KALMALI!
Tarih; 14 Ocak 2021 Perşembe. A Spor TV’den Saat; 18:45-20:30 arası canlı yayın olarak verilen Alanya-Erzurum Türkiye Kupası maçını izliyorum. Erzurum kalesinin bulunduğu taraftaki kale arkası tribününde büyük bir pankart! Önde Türk Bayrağı, yanında Azerbaycan Bayrağı! Pankartta; “İki devlet, tek millet!” yazıyor. Pankartın sonunda T.C. Gençlik ve Spor Bakanlığı arması ve adı var.
Spor, “Dostluk, Barış ve Kardeşlik!” şiarıyla yapılan bir etkinliktir. Uluslararası anlaşmalara ve spor ahlakına göre karşılaşmalarda siyasi, ideolojik söylemler dillendirilemez!
Ermenistan, haksız ve hukuksuz bir şekilde Azerbaycan’ın “Dağlık Karabağ” bölgesini işgal etmiş, günü gelip Azerbaycan devleti ordu gücünü kullanarak topraklarını geri almıştır. Elbette ki bu durum Azerbaycan adına güzel bir gelişmedir. Olayın bundan sonrası uluslar arası hukuk ve devletlerarası ikili ilişkileri ilgilendirir. Futbol maçlarını değil!
Yunanistan Kupası maçlarından birinde, stadyuma, Yunan Spor Bakanlığı benzer bir pankartı assa ve o pankartta, “İki devlet, tek millet; Kıbrıs bizimdir!” yazsa bizim iktidar yöneticileri ne düşünür, UEFA ya da FİFA’ya hangi başvuruyu yapardı? 
Bu ve benzeri durumların dillendirilip seslendirileceği yerler spor karşılaşmaları değil; barış ve antlaşma masalarıdır.
Bizim Spor Bakanlığının yaptığı, “Türk’ün, Türk’e, Türk propagandası yapması” dışında bir şey değildir.
“Kraldan çok kralcı olduğumuz” Azerbaycan’ın Türkiye’ye ilişkin konularda beklediğimiz ölçüde istekli ve duyarlı olmadığını da bilmenizi isterim. Eğer tersi olsaydı, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanırdı. Birleşmiş Milletlere üye 193 devlet içinde KKTC’yi tanıyan tek ülke; Türkiye’dir! Yani bizim, bizden başka dostumuz falan yoktur!
 
LÜTFEN SUSUN!
Sosyal medya Kadir Gecesi gibi maşallah! Dört mevsim her türlü günahı işleyecek ya da işlenen günahlara sessiz kalacaksınız, Kadir Gecesi dört rekât namaz kılıp üç cümlelik bir dua edecek, tertemiz olacaksınız! Günahlar çöpe!
Bunları niye mi yazdı? Söyleyeyim...
Nazım Hikmet’in doğum günü!
Gözünün önünde yaşanan haksızlık ve hukuksuzluklara sesini soluğunu çıkarmayıp oraya buraya bakınıverenler birden Nazım Hikmet bayrağını kapıp sallıyor! Hakeza aynı durum Deniz Gezmiş ve o dönemin devrimcileri için de aynı!
El insaf! Biraz vicdan! Lütfen susun!
Deniz Gezmiş ve arkadaşları; Özgürlük, Bağımsızlık, Adalet ve Hukuk, Devrim ve Sosyalizm için savaştı, bu savaşın bedelini canlarıyla ödedi!
Nazım Hikmet, yürekli bir komüncüydü! Sosyalistti! Ömrü sosyalizm mücadelesiyle geçti! Yaşamını sürgünde tamamladı!
Ahmet Kaya, Yılmaz Güney, Sabahattin Âli ve daha niceleri!
Bu işler, Che Guevara tişörtü giymek, yakasına Atatürk rozeti takmak, Deniz’lerin idam günü dramatik paylaşımlar yapmakla olmuyor!
Lütfen susun! Mahallesindeki, sokağındaki, şehrindeki haksızlıklara ağzını açamayanlar, sosyal medyada klavye kahramanlığı yapmasın!