Serap Yıldız, temiz yüzlü, iri kahverengi gözlü, dalgalı uzun koyu kumral saçlı, kaşı gözü yerinde inceden nahif bir genç kızdı. Öğretmendi, TÖBDER üyesiydi. Serap öğretmen, Şafak Yıldız (Ticaret Lisesi Md BşYrd) ve Sevda Orhan(Edebiyat Öğrt., Av.Ahmet Orhan eşi)’ın küçük kardeşleri oluyor. Serap öğretmen ve TöbDer üyesi Aydın Nazman anlaştılar ve sonra da nişanlandılar. Bir süre sonra da (1977 olmalı) düğün yapmağa karar verdiler. Piyasanın canavarlığını o zaman gördüler. Düğün salonu fiyatları çok pahalı gelmişti. Öğretmen bütçesini çok çok aşıyordu. Melul mahzun otururken çözümü bulduk. “Sizin düğünü Töb-Der Lokalinde yapacağız. İtiraz yok. Olurdusuna olmazdısına karışmayın. Sadece bir müzik grubu bulmamız gerekiyor. Siz tarihi belirleyin, gersini hallederiz.”

Günler günleri kovaladı, düğün günü geldi kapıya yandı. Düğünümüzü Lokalimizin bahçesinde yapacaktık. Hemen daha önceden görüşülen Işıkveren’den gelecek 5 kişilik orkestra ekibi ile gün ve saat üzerine anlaşma kesinleştirildi. Zonguldak’taki orkestraların hepsi bir salonla anlaşmalı çalıştıkları için onlardan umut yoktu. Dernekte düğün için daha önceden hangi işlerin nasıl yapılacağı konusunu görüşmüştük. Öğretmen arkadaşlarımızın yapılacak herhangibir iş konusunda işbirliği, yardımlaşma ve dayanışma anlayışları gerçekten takdire değerdi. Kadın-erkek farketmiyordu. Hatta seçimlerde karşı karşıya geldiğimiz arkadaşlar ile hep birlikte şaka şamata işe koyuluyorduk. Salon ve bahçe süslemesi için gerekli malzeme alındı. Temizlik ekibi, salon, cam çerçeve, tuvaletlere kadar işe girişti.

Lokal bahçesi yapılan süslemelerle çiçek gibi açmıştı.Hele bir çay molası derken, bir şimşek, bir gök gürültüsü, bir yağmur.. Eyvah eyvah! Masa sandalyeler içeriyee!.. Her şey sırılsıklam olmuştu. Bu yağmur devam edebilir diye içeride vaziyet alındı. Görünürde yağmur 15-20 dakika sonra gelip geçmişti. Arkadaşlar yağmaz artık, vurdu geçti dediler. Bir süre sonra masa ve sandalyeler bahçeye.. Yeniden bahçede düzenleme yapıldı. İçeride bir bardak çay yudumlarken bir şimşek, bir gökgürültüsü ile yağmur bir daha vurmaz mı? Herşey sırılsıklam..Emekler gitti boşa.Yandık ha yandık! Masalar içeriye.. Hep birlikte düğünün salonda yapılmasına karar verdik. Bu kez salonu yeniden düzenledik, süsledik.

Gelinle damat müzikle birlikte önce açılışı yaptı. Serap öğretmen incecik beyaz bir kuğu gibiydi. Aydın da göz dolduruyordu damat giysileri içinde. Bizim genç arkadaşlar bunca yorgunluk sonrasında eğlenmeyi en çok hakedenlerdi. Dansın da oyun havalarının da hakkını verdiler doğrusu. Gece yarısına doğru önce gelinle damadı uğurladılar, sonra da geri kalan kurtlarını dökme talimi yaptılar ve düğünü sonlandırdılar.

ÇAKRAZ DENİZ KAMPINDA BALAYI

Yaz mevsimi başında lokalde otururken çeşitli kurum ve derneklerin “Deniz Kampı” açtıklarını okuyorduk, duyuyorduk. Onlar açar da biz açamaz mıydık? Karadenizin en beğendiğim sahili Çakraz’da daha önce kalabalık bir grup, okulda konaklıyarak çoluk çocuk tatil yapmıştık. Ne keyifli günlerdi. Yarınki gün; Ben, Çakrazlı Hüseyin Dilmen, Mehmet Kalkay, Erdoğan Özarman’ın sürücülüğünde bastık gaza. Çakraz plajına girişte sağ tarafta derenin kenarında, bahçesinden kumsala-denize gidilebilen bir otel vardı. Sahipleri emekli öğretmendi. Oturduk, bir süre pazarlık ettik, sonunda yatak başı 15-20 liradan anlaştık.

TÖBDER Zonguldak Şubesi Çakraz Deniz Kampı” 12-15 günlük süreler içinde olacaktı. Yeme -içme kişiye aitti. Kamp yönetimini Mehmet Kalkay yürütecekti. Öğretmen gruplarının geliş-gidişlerini de o yarlayacaktı. Sadece dinlenme, eğlenme amaçlı Deniz Kampı konusu öğretmen arkadaşlar arasında geniş ilgi gördü.

Çakraz Kampı Serap ve Aydın için de bir “Balayı” anlamı taşıyordu. Bir arkadaş grubu ile gelmişlerdi. Sürelerinin bitimine doğru Serap öğretmen bana gelip “otel bahçesinin önündeki kumsalda kamp ateşi yakabilir miyiz?” diye sormuştu. İzin verince de hoplaya zıplaya arkadaşlarının yanına gidişini anımsıyorum. Şarkılar-türküler-oyunlarla çok da güzel eğlenmişlerdi doğrusu..

BİR İYİ BİR ÇOK KÖTÜ HABER

9 Mayıs 1978 Salı günü Zonguldak Devlet Hastanesinden gelen ilk haber hepimizi çok mutlandırmıştı: Serap öğretmen bir oğlan çocuk dünyaya getirmişti, adını Utku koymuşlardı. O gecenin sabahında ise yüreklemizde derin yaralar açan haber dalga dalga kente yayılmıştı: Serap öğretmen kan kaybından yaşamını yitirmişti. Hemen toparlanıp Sevda-Ahmet Orhan’ın evine gittik. İnce, narin Serap öğretmenin cenazesi eve getirilmişti. Ev kalabalıktı, herkes feryat figandı. Perişan haldeki eşi Aydın Nazman, Ağabey Şafak Yıldız, Abla Sevda ve enişte Av. Ahmet Orhan ile ancak ayaküstü görüşebildik. Serap öğretmeni Çarşamba günü öğle namazından sonra toprağa verecektik. Haberi bütün okullara duyurduk.

O gün Ulucami önünde çok kalabalık bir öğretmen grubu toplanmıştı.Namaz sonrasında tabutu Kızılay Kan Bankası önüne kadar eller üstünde taşıdık. Bir ara bayan öğretmenlerin yanından geçerken; “Hep biz mi öleceğiz?, Bizim sahibimiz yok mu?, “Ne olacak bizim halimiz?” diye laf çakmaları içimi derinden sızlattı diyebilirim. Kan Bankası önünde tabutu Cenaze arabasına koyduk, öğretmenler ve katılımcılar da Belediye Başkanı Nadir Pulat’ın gönderdiği otobüslere bindiler. Bu arada arabasını, minibüsünü ücretsiz tahsis eden insanlar da gördük. Çok büyük bir konvoy oluştu. Asri Mezarlıkta Serap öğretmeni dualarla toprağa armağan bıraktık..

ANALARA SAYGI YÜRÜYÜŞÜ

Mezarlık dönüşü TöbDer’de toplandık, yorgunluk çayı içiyoruz. O hafta sonu “Anneler Günü” kutlanacak dedi bir arkadaş. O gün, bir “Sessiz Yürüyüş” yapmanın yararlı ve gerekli olacağını düşündük. Hemen, Hamit Kalyoncu, Mehmet Çağlar ve Savaş Ceylan’dan oluşan bir Tertip Heyeti belirledik. “14 Mayıs 1978 Pazar Günü Analara Saygı amaçlı bir Sessiz Yürüyüş düzenliyeceğimizi, Atatürk Anıtına siyah çelenk koyacağımızı, yürüyüş sonrasında Devlet Hastanesi kapısına da yine siyah çelenk bırakacağımızı” bir dilekçeye yazdık, Savaş’la Mehmet mesai bitmeden bunu Vilayete verdi, kayıt numarasını da aldılar. Çünkü o yıllarda Dernekler böylesi etkinliklerini 72 saat (üç gün) öncesinden Vilayet makamına bildirmek zorundaydılar.

Ben ayrıca daktilonun başına oturup, “Serap Öğretmenin kan kaybından ölümünden o gece hastanede görevli Doğum Doktorunun sorumlu olduğunu” belirten bir basın açıklaması yazdım, gazetelere gönderdim. Bu tür açıklamaları önümüzdeki günlerde de sürdürdüm. En sonunda doktora soruşturma açıldı. İzin, rapor iki üç sonra görevinden alındı, ama parti-politika, meslektaşlık dayanışması sonucu Devlet Hastanesiden alındı, SSK Hastanesine atandı.

Sonra daktiloda bir mumlu kağıda “Analara Saygı Yürüyüşü Çağrısı” yazdım.O yıllar çoğaltmak istediğiniz bir yazıyı önce mumlu kağıda yazıyorsunuz, sonra teksir makinasında çoğaltıyordunuz. O makine her yerde bulunmazdı. Biz Merkez Ortaokulu makinesinde basıyorduk. Üç top kadar teksir kağıdı kullanmıştık. Yarınki gün iki paket daha eklemiştik. Bir pakette ortalama 400 kağıt bulunuyordu. Genç arkadaşlar gruplara ayrılmış, okullar, çarşı içi, Soğuksu, Mahalleler, kahvehaneler her yere ulaşmağa çalışıyordu.

Yarınki gün Dernekte geniş katılımlı bir toplantı yaptık. Yürüyüşte açılacak bez ve karton pankartlar beyaz renkli, yazılar kırmızı renkli olacaktı. Toplantıda belirlenen pankart yazıları Tertip Heyeti onayından sonra yazılacaktı. TertipHeyeti Başkanının imzası ve mühürü olmayan hiçbir pankart ve afiş açılamıyacaktı. Yürüyüş güvenliği için çok sayıda kol görevlisi belirlenmişti. Bu işler Mehmet Çağlar, yazı-çizi işleri Savaş Ceylan sorumluluğunda yürütülecekti. Masraflar Muhasip Hüseyin Dilmen yoluyla yapılacaktı.

VALİ NEVZAT AYAZ’IN BAŞSAĞLIĞI TELEFONU

13 Mayıs Cumartesi günü Lokalde oyunlar yasaklanmış, pankart ve afişler yazılmaktaydı. O sırada bir arkadaş hızlı adımlarla yaklaştı, “Abi telefon, Vali Bey arıyormuş”. Yönetim odasına geçtim, “Buyurun Sayın Valim” dedim. Vali, “Hamit Bey, şimdi Ankara’dan geldim, olayı yeni duydum. Çok üzüldüm. Size, ailesine ve bütün öğretmen arkadaşlarınıza başsağlığı ve sabırlar diliyorum”. Ben, “Teşekkür ederim Sayın Valim, mesajınızı arkadaşlara ileteceğim”. Vali Bey, “Hamit Bey, bir de yürüyüş düzenliyormuşsunuz”. Ben, “Evet Sayın Valim, düzenliyoruz”. Vali Bey, “Yürüyüş sonrasında bir de hastaneye çıkacakmışsınız”. Ben, “Evet Sayın Valim, sadece görevlilerle çıkacağız”. Vali Bey, “Ama olmazki yürüş bittikten sonra Hamit Bey”. Ben, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasını okudum. Biz hastaneye yürüyerek çıkmıyacağız Sayın Valim”. Vali Bey, “Pekala nasıl çıkacaksınız?”. Ben, “Belediye Başkanı araç tahsis etti onlarla çıkacağız”. Vali Bey, “Bak işte o zaman olur”. Vali Bey’e duyarlılığı için teşekkür ettikten sonra, başsağlığı mesajını da arkadaşlara duyurdum.

İlin Valisi TöbDer’i arıyor, başsağlığı diliyor. Ülkemizde kaç ilde böyle bir durum olmuştur. Belkide hiçbir yerde. Bu açıdan şanslı sayılabiliriz. Vali Bey’e de helal olsun..

Cumartesi akşam kitle örgütü temsilcileriyle bir toplantı yaptık. Onlara durumu ve Tertip Heyeti kararlarını açıkladım. Bu TöbDer’in düzenlediği bir sesiz yürüyüştü, slogan atılmayacak, pankart açılmayacaktı. Bir gençlik örgütü slogan atacağını söyleyince, onları toplantıdan çıkardım, diğerleri kabul ettiler ve katılım sağlayacaklarını söylediler.

ANNELER GÜNÜ ZONGULDAK YÜRÜDÜ

Sabah derneğe geldiğimde baktım ki herşey hazır durumda. Anladım ki bazı arkadaşlar sabahlamışlardı. Saat 11.00 gibi tüm görevlileri topladım.Önde çocuk grubu olacağı için, onlara kadın-erkek 8-10 öğretmen, her grubun başına bir görevli olacağını, yürüyüş sırasında Çağlar’ı izlemelerini, Savaş Ceylan’ın büyük ve küçük pankartların mühür ve imza kontrollerinden sonra eşit şekilde dağıtılmasını, gruplararası düzenin sağlanması gerektiği, yürüyüş bitiminde afiş ve pankartların toplanarak arabaya konulmasını, akıllı, sağduyulu ve hoşgörülü olmalarını sıkı sıkya öğütledim. Herkes görev başına gitti.

Bir ara balkona çıktım ki şaşırdım. Kaldırımlar kadın-erkek, genç -yaşlı, çocuklu-hamile binlerce insanla dolmuştu. Büyük bir kalabalık vardı.Zonguldak halkı meydandaydı.Lokali kapattık, aşağı indim. Yürüyüşün başlaması için işaretim bekleniyordu. Çağlar’ın elini görüyordum.Ben de elimi kaldırmıştım ki, Beşir Yıldırım, “Ağabey, arkana bir bak!” dedi. Akşam toplantıdan çıkanlara yakın duran küçük bir grup ideolojik mesajlı bir pankart açmışlardı. Önlerine gittim, pankartı indirmelerini söyledım. Direndiler. “Sizi burdan aşağı yürütmem. Ya çıkar gidersiniz ya akşam kabul ettiğiniz kurallara uyar, sözünüzü tutarsınız”. Arkadaşlar geldi, 5-6 dakikalık bir tartışmadan sonra, pankartı indirdiler.Ama aşağıda yine açabilirlerdi. Bizim Lokal çalışanı Enver’i çağırdım ve o iki pankartı teslim almasını, yönetim odasına kilitlenmesini” söyledim. O gruba da “Bu halleryle yürüyüşü sabote ettiklerini” belirttim. Pankartları teslim ettiler, Enver onları yönetim odasına kilitledi.

Artık “TÖBDER Analara Saygı Sessiz Yürüyüşü” başlayabilirdi. Gerçekten bu güne kadar olmadığı bir şekilde müthiş bir kalabalık vardı Gazipaşa caddesinde.TöbDer’li öğretmenler, çoluk-çocuk insanlar meydana inmişlerdi. Yağcılar’ın ve Yetman kırtasiyenin oradan caddeye girdik. Halkla bütünleştiğimiz, Zonguldak tarihinde yerini alacak şanlı yürüyüşümüz başladı. En önde Türk Bayrağı, Atatürk Fotoğrafı, arkasında Serap öğretmen’in anası-babası, kardeşleri, yakınları kolkola girmişlerdi. Onların arkaısında çocuk grubu, onlardan sonra öğretmenler ve sel gibi akan Zonguldak halkı.Gerçekten görülmeğe değer muhteşem bir görünümdü.

“BUNUN HESABINI SORARIZ SANA”

Tam KonaK 67 Otel hizasına geldiğimizde sivil bir Başkomiser ve bir komiser önüme çıktı. “Siz ne yürüyüşü yapıyorsunuz böyle?” diye sordu Başkomiser. Ben, “Biz yürüyüş yapmıyoruz, toplantı yerine gidiyoruz. Yürüyüş oradan başlayacak”. Komiser, caddedeki topluluğu göstererek “Bu ne pekala, yürüyüş yapıyorsunuz işte”. Ben, “Kaldırımlar dolu, yol yok, biz de zorunlu olarak caddeden yürümek zorunda kaldık”. Bu defa Başkomiser, “Sen yürü bakalım. Bunun hesabını sorarız sana”.Ben, “Sorarsınız, sorarsınız!” diye cevap verirken, gruba da yürümeleri işareti verdim. O sırada önde giden Polis jipinden bana “yürü, gel gel” anlamında bir işaret yapıldı. Zaten bundan sonra durmamız mümkün değildi. Büyük bir kalabalıkla, büyük bir sessizlik içinde yürüyorduk. Son virajı döndük, Vilayet (Devlet) ile halk (şehir) arasında arabulucu, birleştirici, bütünleştirici gibi bir anlam taşıdığını düşündüğüm Atatürk Anıtı’na geldik. Alana sığmadık elbette. Görevli arkadaşlar, anıta siyah çelengi ve kırmızı karanfilleri bıraktı ve bütün analar için saygı duruşunda bulunduk. Önce analar adına Aysel Hanım, sonra ben birer konuşma yaptık.

DEVLET HASTANESİ KAPISINA SİYAH ÇELENK

Atatürk Anıtı’nda derdimizi kısaca anlattıktan sonra ağır adımlarla büyük bir sessizlik içinde yürüyüşe devam ettik. Fevkani Köprü üzerine geldiğimizde durduk. Bir ara geri baktığımda Cumhuriyet Meydanından bu yana büyük bir kalabalıkla yürüdüğümüzü gördüm. Çağlar’a yürüyüşün köprüde bittiğini, pankartların arabaya konulmasını, görevililerin Belediye otobüslerine geçmelerini duyurmasını, herkese katılımları için teşekkür etmesini, söyledim. Görevliler ile üç otobüs Devlet Hastanesine yollandık. Hastanede hiçbir hareket yoktu. Bazı arkadaşlar üst kat pencere kenarlarından, hastalar mı, doktor ve hemşireler mi anlışılmayan kişilerin kendilerini saklayarak izlemeğe çalıştıklarını söyledi. Kısa bir konuşmadan sonra kapıya siyah çelenk bırakıldı. Bu sırada Aydın Nazman bir baygınlık geçirdi.Sonrasında hep birlikte aynı sessizlik içinde otobüslere bindik, merkeze indik ve TöbDer’e geldik.

BİR BÜYÜK SESSİZ PROTESTO

14 Mayıs 1978 günü TöbDer Zonguldak Şubesi’nin düzenlediği ”Analara Saygı Sessiz Yürüyüşü” sanırım Zonguldak tarihinde bir ilkti. Bizden önce böyle bir etkinlik duymamıştık, izlediğim kadarıyla bizden sonra da yapılmamıştı. Zonguldak merkez ve ilçelerinde, Ankara’da, İstanbul’da bazı miting ve yürüyüşe katılmıştık. Sert üsluplu pankartlar taşınmış, sert söylemli sloganlar atılmıştı. Yerleri gökleri inletmiştik. Ne kadar sert ve yüksek sesle söylersek o kadar çok duyulacağını sanırdık.

Ama bu kez öyle olmamıştı. Pankartlara; isteklerimizi, dileklerimizi, eleştirilerimizi yazmış, taşımıştık. Fakat yola çıktığımızda hiç slogan atmamış, büyük bir sessizlik içinde yürümüştük. Bu sessizlik; bozuk düzeni, zamları ve hayat pahallılığını, faşist baskı ve saldırıları, Herkesin sağlıklı yaşamasını, Milli Eğitimdeki düzensizlikleri, maaş ve ücretlerin yeterli hale getirilmesini, çocuk ve ana sağlığının korunmasını, insanların demokratik hak ve çıkarlarını gerektiği biçimde yerine getiremiyen iktidarları keskin bir protestoydu. Bunu da çok büyük katılımlı bir sessiz yürüyüşle, tarihe not düşerek yerine getirmiştik. Bunda katılımcı kitle örgütleri ve halkımızın sağduyulu yaklaşımları etkili olmuştu.

Sanırım Utku Nazman’ı da merak edenleriniz olmuştur. Sevda ve Ahmet Orhan onu sevgiyle kucakladılar, büyüttüler, okuttular, kendi çocuklarından ayırmadılar. Utku da kendisine verilen emekleri boşa çıkarmadı. Babası Aydın’ın, bu talihsiz olaydan bir süre sonra memleketine taşındığını ve evlendiğini de duymuştuk. Utku Nazman şimdilerde bir büyük şirketin Ankara yöneticiliğini yapıyor.