Palavracılar kralı TeyoEmmi'yi tanıyor musunuz? Politikacılarımızın ''rol model'' olarak örnek aldığı bu ''Büyük Türk Büyüğünü'' çoğunuzun tanıdığını düşünüyorum. Ama yine de tanımayanlar için kısaca tanıtayım.
   Bir zamanlar Kanal 7 ve Flash TV'de yayınlanan ve İsmail Türüt'ün sunduğu Fıkralarla Türkiye programında TeyoEmmi'nin fıkralarını bol bol dinlemiştik. Hatta ben bu günlerde bile bu programı YouTube'dan da seyrediyorum. Seyrettikçe de nedense aklıma hep bizim politikacılar geliyor! Gerçi onlar da birbirlerini TeyoEmmi'ye benzetiyorlar ya, neyse! Örneğin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kılıçdaroğlu'na ''Teyo'' dediğini kulaklarımla duydum.
Teyo Emminin gerçek adı Tayyip İde'dir. Ama o kendisine Teyo Emmi, Teyo Pehlivan veya Teyo Ağa denmesini tercih etmiştir.
   Erzurum'un Hasankale ilçesinin bir köyünde doğmuş; 1999'da 86 yaşında ölmüştür.
   Ciddiyetle anlattığı hayalleri şaşırtıcı ve komiktir. Halk arasında Teyo lakabıyla ünlenir. Hayal kurmayı ve hayal aleminde yaşamayı sever. Hayal dünyasında dünya liderleri ile konuşur, pahalı otellerde kalır, lüks arabalara biner ve ünlülerle düşer kalkar.
   Hayatının son yıllarında medyatik olmayı başardı. Gazetelerde boy göstererek bir anda ünlü oldu. Hatta Hasankale Belediye Başkanı, ''Teyo'nun heykelini dikeceğim'' diye beyanda bile bulundu.
   Musalla taşına uzatıldığında kimse ölümüne inanmıyordu. Müezzin ''Er kişi niyetine!'' diye bağırıyor, ama cemaatin gülmekten abdesti bozuluyor ve bir türlü namaza başlayamıyorlardı. Cemaat en az beş defa abdest aldıktan sonra güç bela namaz kılınabildi.
Teyo hayallerini gerçekmiş gibi anlatırken ağzından bal damlardı. Yıllar önce dinlediğim ve çok sevdiğim şu hikayesini size de aktarmak isterim; ama kendi ağzından!
   ''Bir gün, Atatürk ve Çörçil (Churchill) ile beraber oturuyoruz. Çörçil Atatürk'e dedi ki, 'Haydi tavla oynayalım!' Atatürk'de 'Nesine?' deyince; Çörçil, 'Ben Galler'i koyuyorum. Sende Doğu Anadolu'yu koy.' dedi. Atatürk bu teklifi kabul edince, ben hemen, 'Paşam, biliyorsun benim ev orada. Benim ev ne olacak?' diye itiraz edince, Atatürk; 'O zaman Teyo'nun evi hariç.' dedi. Bunun üzerine Çörçil 'Teyo'nun evi hariçse, ben Doğu Anadolu'yu ne yapayım!' diyerek oynamaktan vazgeçti.''
   Peki, Teyo Emmi bu kadar palavra atıyordu da; acaba inananlar oluyor muydu? Olmaz olur mu! Bu konuda bizim memleket çok bereketlidir! Hatta o kadar bereketli ki; aşağıda bir diğer büyük Türk büyüğünü tanıyınca bunu daha iyi anlayacaksınız.         
    Bu büyüğümüzü eskiler tanır da gençler tanımayabilir. Ama belki namını duymuşlardır. Bu büyüğümüzün adı Sülün Osmandır! Asıl adı Osman Ziya Sülün'dür. 1923 - 1984 yılları arasında yaşamıştır. Çok ünlü bir dolandırıcıdır. İstanbul'da birçok vatandaşımızı dolandırmıştır. Bu vatandaşlara, aralarında tramvay, kent meydanındaki saatler, şehir hatları vapurları ve Galata Kulesi olmak üzere İstanbul'daki birçok şeyi satmış veya kiraya vermiştir. Tam Galata Köprüsü'nü satmak üzereyken yakalanmıştır.
   Sülün Osman bu akıl almaz vukuatları nedeniyle o kadar ünlenmiştir ki; ünü ta Avrupa'ya kadar yayılmıştır. Avrupalılar bu işe, nasıl olur diye şaşırıp kalmışlardır. Hatta bir Fransız dergisi kendisiyle röportaj yaparak resmini de kapak resmi yapmıştır.
   Yıllar önce benim de gördüğüm bu dergideki röportajda, bir soru üzerine, Sülün Osman'ın şöyle dediğini hatırlıyorum: ''Ben aptal insanları cezalandırarak akıllandırmak amacıyla, Allah tarafından görevlendirilmiş bir misyonerim!''
   Buradan şu mantığı yürütebiliriz: Sülün Osman akıl dışı yöntemlerle dolandıracak bu kadar saf insan bulabiliyorsa; demek ki TeyoEmmi'nin palavralarına haydi haydi inanacak o kadar çok insan var demektir. Dikkat ederseniz burada ''arz- talep kanunu'' yürürlüktedir. Yani talep varsa arz da doğal olarak vardır!
   Değerli okuyucular; hiç düşündünüz mü palavralara inanma konusunda bizim memleket neden bu kadar bereketlidir? Acaba sebebi nedir? Bana sorarsanız bunun sebebi biat kültürüdür. Çünkü biat kültürü insanları birilerine inanmaya ve bu nedenle de düşünmemeye şartlandırmıştır. Eski Bakan Berat Albayrak'ın şu sözü bu günlerde çok konuşulmaktadır: ''Ay'a dört gidiş-dört gelişli otoban yapacağız desek inanacak çok seçmenlerimiz var!''
   Tabiatıyla düşünmeyen insanların zekası da gelişmiyor. Zeka deyince; birkaç sene önce izlediğim İngilizce bir videoda; adam eline hap kutuları almış, ''Bunlar zeka düşürücü haplar.'' diyor. Az düşürücü, orta düşürücü ve çok düşürücü olmak üzere üç tip zeka düşürücü hap olduğunu anlatıyor. Faydalarını da sıralıyor. ''Zekası düşük insanlar fazla düşünmedikleri için dünya dertleri ile pek ilgilenmezler, bu nedenle daha mutlu olurlar! Kendilerinin yerine din adamlarının veya tuttukları politikacıların düşündüğüne inandıkları için, kendileri fazla düşünme zahmetine girmezler.'' falan diyor. Gerçekten de geçen ay bizim TÜİK'in yaptığı bir araştırma bunu teyit ediyor. Çünkü bu araştırmaya göre, Türkiye'de en mutlu insanların en az eğitimlilerin oluşturduğu gruptan olduğu ortaya çıkmış.
   Fakat bu videodaki hapların faydalarını sayan İngiliz'in şu sözleri benim bayağı ağrıma gitti: ''Bu hapları alanlar Türk dizilerindeki saçmalıkları farketmeden zevkle seyredebilirler!'' Haklı olabilir mi?
   Bu arada, size küçük bir de test yapayım: Genellikle akşam dizilerinin, o geceki final sahnesi olduğu apaçık ortada olan kısmına gelindiğinde, dizi reklama girer. ''Dizi reklamdan sonra devam edecek'' diye de anons yapılır. Dakikalarca süren reklamlardan sonra dizi tekrar başlar. Daha önceki son sahneyi tekrar verir ve dizi biter. Hatta bazen bunu iki defa yapar. Aklımızla dalga geçen bu uygulamayı yüzlerce defa seyretmemize rağmen; yine de acaba ne olacak diye bekleriz. 
   Şimdi test sorum şu: Siz de bu bekleyenlerden misiniz? Eğer öyle ise; siz de TeyoEmmi'nin hitap ettiği gruptan sayılırsınız! Ama öyle değilse, kimse alınmasın, mesele yok!
   Ben bu palavracılığın bir nevi hastalık olduğunu düşünüyorum. Özellikle de politikacılar bu hastalığa yakalanıyor. Tabii ki bu hastalığa yakalananlar palavra sıkarken, hastalık nedeniyle, kendilerine hakim olamıyorlar. Hatta bazen işin dozunu kaçırabiliyorlar.
   Bununla ilgili olarak eski bir fıkrayı güncelleyerek anlatmak istiyorum.
   Politikacının biri konuşurken bazen kendini kaybedip palavrayı iyice abartıyormuş. Fakat sonradan hata yaptığını düşünüp pişman oluyormuş. Bir gün danışmanını çağırıp ona, ''Biraz sonra önemli misafirlerim gelecek. Eğer konuşurken çok abartırsam öksürerek beni uyar. Düzelteyim.'' demiş. Neyse, misafirler gelmiş. Politikacı sohbet esnasında yine kendini kaybedip kurusıkı atmaya başlamış. ''Efendim'' demiş, ''geçenlerde bir fare yakaladım; Allah sizi inandırsın, kuyruğu tam beş metreydi'' deyince, danışman öksürmüş. Uyarıyı alan politikacı, ''Yani belki beş metre değilse bile üç metre vardı.'' diye düzeltmiş. Bunun üzerine danışman tekrar öksürmüş. Politikacı biraz bozulmuş ama ''Kuyruk garanti bir metre idi'' diyerek güya yine düzeltmiş. Sinirlenerek yan gözle de danışmana bakmış. Fakat danışman yine öksürünce, bu sefer çıldırmış ve danışmana dönerek; ''Yahu imansız, bu farenin hiç mi kuyruğu yoktu!'' diye fırçalamış!
    Adamın aklına santimetre gelmeyip hep metre ile konuşunca böyle oluyor bu işler!
   İşte bizim politikacılar da bazen aşka gelip ayakları yere basmayan böyle şeyler söylüyorlar. Şimdi size bunlardan bir demet sunacağım.
   Desteksiz atışlar:
   - Bir haftada Şam'a girip Emevi Camiinde cuma namazı kılacağız. (Davutoğlu)
   - Altmış ülkeye doğalgaz ihracatı anlaşması yaptık. (A Haber)
- Dünyada reel olarak büyüyen tek ekonomi Türkiye. (Yiğit Bulut)
   - Asgari ücretlinin evinin kapısında arabası, cebinde pahalı telefonu var. 6 ayda bir telefon değiştiriyorlar. (Mahir Ünal + Kayseri milletvekili İsmail Tamer)
   - İşsizlik sayısı azalıyor. (TÜİK)
   Hükümet yetkililerinden ve Reis'ten gelen salvolar:
   - Pandemi döneminde kapanan işyeri yok.
   - Dünyada pandemi ile en iyi mücadele eden biziz. Başka ülkelere de yardım gönderiyoruz.
   - Elektrikli otomobil üretiminde sona geldik.
   - Yerli savaş uçağımız 2023'te hizmete girecek.
   - 2023'te Ay'la ilk temas olacak. Mars'a sert iniş yapacağız. (Bahçeli astronotun Türkçe ismini şimdiden koydu bile; ''Cacabey olsun'' dedi. Bunu derken yabancıların cacabeyi ''Kakabey'' diye okuyacağını hesap etmedi!)
   - Doğu Akdeniz'de petrol arıyoruz. (Gemiler limanda)
   - Avrupa bizi kıskanıyor.
   - Ekonomimiz uçuyor.
   - Dış güçler bizi engellemeye çalışıyor.
   - Zonguldak'ta bizden önce üniversite yoktu. Bülent Ecevit Üniversitesini biz kurduk.
   Sayın okuyucular, aslında bu konuda daha yüzlerce örnek verilebilir. Ama bir köşe yazısı için bu kadarı kafi.
   Şimdi gel de TeyoEmmi'yi anma! Çünkü bunlar tam da onun üslubu!
   Ben diyorum size Teyoböyyük adamdı diye! Arkasında çok mürit bıraktı.
   Gözü açık gitmedi. Allah rahmet eylesin.