Nasıl bir ülke olduk biz, nerede yaşıyoruz, insanlığın nasıl da uzağa düştük bu kadar, yüreğimiz bunca vahşete nasıl katlanıyor?
Filmi geriye sardık yine, tarihin pek çok döneminde olduğu gibi şerefli katiller kol geziyor ülkede, toplumun büyük bir bölümü hiç gözünü kırpmadan cinayet işleyen katillere büyük bir hoşnutlulukla alkış tutuyor…
Bunu da başardık herkesin kutsadığı, ne yapsa mubah saydığı bir değil pek çok canisi, mübarek ölüsü var artık…
Ey kendi ayağına taş deyince figanı koparan insan müsveddeleri, alçakça cinayetler, gözü dönmüş katliamlar sonrasında bile, mutlu yüz ifadesiyle ortalıkta dolaşmak hangi duygunun ürünü böyle?
Ey hiçbir şeyin farkında olmayan aymazlar, yine farkında değilsiniz ki, kimliği ne olursa olsun ölen her insanla biz de ölüyoruz adım adım, geleceğimiz, yarın umudumuz tükeniyor…
Ey gönül gözleri kör olduğu için bir adım ötesini görmekten aciz ahmaklar, işlenen her cinayetin arkasında kalan bir dolu can, yarınlarda çok daha büyük bir öfke seli olarak dikilecek karşımıza…
Toplum huzurunda olmasa bile içten içe “Oh oldu” dediğiniz her faili meçhul cinayet, yapılan her katliam ileriye doğru öfkeden gözü dönmüş, suç işleme potansiyeli yüksek binlerce insan yaratacak…
Ey şuuru kadar vicdanını da yitirmiş şuursuzlar, hiçbir şey olmasa bile bu öfke seli boğacak bizi, o faili meçhul cinayetlere, katliamlara kurban giden, pusularda öldürülen insanların çocukları, gülmeyi haram kılacak çocuklarımıza…
Hiç şüpheniz olmasın, o çocuklar, kendi ellerinden alınan çocuk gülüşlerinin hesabını, bizim çocuklarımızdan, olmazsa torunlarımızdan soracak…
 
SON NEFESİNE KADAR BARIŞ DEDİ
Ey hayatı daha çok kazanmak, para istiflemek, mülk üstüne mülk edinmekten ibaret sanan paragözler, olaylar karşısında insan duruşunun yasak olduğu caniler ülkesine döndük iyice, farkında mısınız?
Şunu da not edin hesap cüzdanlarınızın yanına, paralarınız da kurtaramayacak sizi nereden geldiği belli olmayan kurşunlardan; tuzaklanan bombaların şiddeti karşısında korunaklı villalarınız, lüks araçlarınız aciz kalacak…
Çocuklarımız, torunlarımız dünyanın öbür ucuna da gitse de ölümün sıcağını hep ensesinde hissedecek; dünyanın bir ucundaki acımasızlığın faturası hiç de suçları olmadığı halde, onlara, oralarda ödetilecek belki de…
“Şu yaşımdayım, alsınlar yeniden askere giderim” diyen barış düşmanları gözünüz aydın, barış istedi, insani değerlere sahip çıktı diye içten içe kin beslediğiniz Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi de öldürüldü işte…
Hiçbir tehdide, linç girişimine, hedef göstermelere aldırmadan “İlle de barış” diyen insan soylu bir insan yok artık aramızda, onu öldürdüler…
O tüm onuruyla son nefesini verirken, biz biraz daha çıktık insanlığımızdan…
Utanmanın ne olduğunu bilmeyen bizleri, utancımızla baş başa bırakıp aramızdan ayrılırken bile barışı haykırıyordu o…
Kurşun yarası hâlâ kanayan tarihi dört ayaklı minarenin önünde dile getirdiği, Tarihi değer ve eserlerimize insanlığın bin yıllık emeğine, birikimine bu kadim şehre sahip çıkalım. Biz bu tarihi bölgede, birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede, insanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz” sözlerinin yankısı bile ağzından henüz gitmemişken güpegündüz vurdular barış adamı…
 
CEPHELERİN TÜMÜNE ASKER YAZILMAYI REDDETTİ
Ey yalan söylediklerini bildikleri halde tiranları elleri patlayıncaya kadar alkışlayan, yalanı kendilerine kıble etmiş, hayat düsturu saymış alçaklar…
Cephelerin tümüne asker yazılmayı reddetmiş, vicdansızlığın, soysuzluğun karşısına yiğitçe dikilmiş onurlu sesi de susturdular sonunda…
Sevinç naraları atabilirsiniz hoyratça, Nazım’ın dediği gibi hata, gömülüp orospularınızın etlerine, bir radyo konser gibi dinleyebilirsiniz, o duvarın dibinde verilen, kuşun sesiyle yere serilen idam emirlerini...
Tahir Elçi de öldü işte…
Anadolu’nun bilge sesi Hrant Dink gibi, Suruç’ta savaşın çocuklarına oyuncak götürmeye giden bahar yüzlü gençler, Ankara’ya barış haykırmaya gelen güvercinler gibi o da düştü toprağa…
Haber yaptılar diye Can Dündar ve Erdem Gül hapiste…
Üzülüyordum kaç gündür, bu yazı, “Yaşasın Cumhuriyet” başlığıyla onlara adanmış olacaktı hatta…
Şimdiyse içerisi belki dışarıdan daha güvenlidir diye seviniyorum onlar adına…
Ey gönlünü dünyevi hazların şehvetine kaptırmış, tarihi kendi yaşam sürecinde olup bitenlerden ibaret sayan ahmaklar, Tahir Elçi altın harflerle yazdırdı ismini insanlığın belleğine…
Sonsuza dek ışıyacak orada…
Ya biz?
Hangi ölümün kanında temizleyebiliriz ki vicdanlarımızı?