GÖRDÜK, HER ŞEY; “GİBİ”YMİŞ!
Bülent Beyin hakkımda yazdığı hakaret ve aşağılama içerikli cümleleri okuyunca dedim ki; “Bu niteliklerden birisi bile bende varsa Mustafa Altıoklar’a gidip iyi bir muayene olmam gerek!
Sonra düşündüm; eğer ben bu cümlelerdeki gibi birisiysem, en başta eşim beni yalnız bırakır, gidip Yeniköy’de yaşardı. Oğlum İstanbul’dan Çaycuma’ya gelmez; iletişimimiz yok düzeyine inerdi. Amcalarım adam yerine koyup selam vermez, amcaoğulları benim için; “Lanet herifin biri!” derlerdi. Komşularımla ilişkilerim iyi olmazdı. Yeğenlerim beni görünce yolunu değiştirirdi! Öğrencilerim; “Öğretmen değil, ceberut herifin biriydi!” derlerdi.
Listeyi uzatmayayım; hiç de öyle değil. Eşim yanımda, oğlumla neredeyse her gün görüşüyoruz, ağabeylerimle ağabey kardeş değil; arkadaş gibiyiz. Bayram seyran köylülerimle hep iç içe oluyoruz. Çaycuma’ya yolu düşenleri, “Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?” demeden göndermişliğim yoktur.
Haaa! Bak amcaoğullarıyla çoğunlukla dalaşırız. Hemen sevinme Bülent Bey, sandığın gibi değil; “Çay parasını sen vereceksin-ben vereceğim” dalaşmasıdır bu, kimi zaman onlar kazanır kimi zaman ben!
Öğrencilerime gelince, senden önce ölürsem ve mezarlığa gelirsen gözlerinle göreceksin; beni toprağa öğrencilerim koyacak!
...
Hukuksal işlem başlattığım için o cümleleri burada paylaşmayacağım. Ancak Bülent Beye her biri on puanlık sorularım var!
Resmi olarak yirmi altı yıl, fiili olarak otuz yıl öğretmenlik yaptım.
Nilgün Hanımla birlikte ÇASAT’ı (Çaycuma Sanat Tiyatrosu) kurduk ve on beş yıl yönetmenliğini yaptım. “Ne var bunda?” deme, dile kolay, toplamda yüz yirmi kişi bizimle tiyatro yaptı!
Beş yıla yakın Radyo Programcılığı yaptım.
Demokrat Çaycuma Gazetesinde on beş yıl köşe yazısı yazdım. Halen Halkın Sesi Gazetesinde yazmayı sürdürüyorum.
Birine senin destekleyici olduğun altı kitap yayımladım. “Meşe’de İnecek Var!” romanını ilk okuyanlardan birisi de sensin. “Yandım Ela Gözüne” kitabı hem içeriği hem de dil taramasıyla yayımlanıp meşruluk kazanan tek çalışmadır. Yaşadığım sürece de bu bölgenin kültür, sanat ve edebiyatına, folkloruna olan katkılarım sürecek.
Varlık Dergisi de içinde olmak üzere Türk Edebiyatının soluklandığı yirminin üzerinde dergide ürünlerim yayımlandı.
Öğretmenlikten ayrılıp seninle SERPA Seracılığı kurdum. Ne ki bir yıl dayanabildim ve mesleğime geri döndüm.
Neyse... Bu kadar yeter!
Benimle ilgili yazdığım o hakaret ve aşağılama cümleleri üstteki gibi bir kişiyle nasıl örtüşür? Mustafa Altıoklar’a bunu da sormalıyım.
Hamit Ağabeyin paylaşımının altına yaptığın yorumu çok kişinin beğenmesini beklemişsindir eminim. Tanımadığım iki kişi dışında beğenen olmadı. Hamit Ağabey de beğenmedi. Kadirbilirliği için hocama teşekkür ediyorum.
Yanlış şeyler söyledin Bülent Bey! Hukuk bunun karşılığını verecektir. Vermezse sana iade edeceğimi söylemiştim.
 
HALKLA İÇ İÇEYİM!
Beni yeterince tanırsın; insan ilişkilerim oldukça sıcak ve hareketlidir. Hep öyleydi, ölünceye kadar da öyle olacak. Yanında, yörende, yemek masalarında birlikte olduğun insanlar neler konuşulup neler anlatıldığını benimle de paylaşıyorlar. Parti Yönetim Kurulu üyeleri ve Belediye Meclisi üyeleriyle de çok sık görüşüyoruz.
Bir Meclis Üyesi şöyle dedi; (Hemen hemen hepsi aynı şeyi söylüyor) “Hocam bir umudumuz sizde! Saplandık bir çamura çıkamıyoruz. Açacağınız davayı kazanırsanız, siz de kurtulacaksınız, biz de!
İnan bana en dertli olanları da çarşı esnafı! Hatta bazıları beni ve bizleri de suçluyor. “Hocam, sizler ön ayak oldunuz da seçildi.
Ne yanıt verdiğimi merak ediyorsun, yazayım; “Arkadaşım, belediye binası dükkânına en çok beş yüz adım. Çık belediyeye, gir başkanın odasına, anlat derdini!
Ama o kimseyi dinlemiyor!
Eh, demek ki o zaman sorunumuz aynı!
 
ZAĞAR KÖPEĞİ!
Şair Gökhan T. Günsan, facebook soysal ağındaki sayfasında benimle ilgili bir eleştiri paylaşımı yaptı. Eyvallah! Katılıp katılmamam önemli değil; incitici olmayan her türlü eleştiri kabulümdür. Payıma düşen bir şey varsa alırım, yoksa almam.
Uzunca bir zamandır Bülent Beyin yanında konumlanan Çaycuma kökenli bir arkadaşımız, Gökhan’ın paylaşımı altına benimle ilgili şöyle bir yorum cümlesi yazdı; “Geçen gün onu iyi tanıyan bir tanıdığım ‘Birileri onu Başkanın üzerine saldı’ demişti”.
Arkadaş beni, bizim Avcı Murat’ın Zağar Köpeği sanmış olmalı! Biz onun dediğini çocukken köye gelen ‘çükçülere’ yapıyor; ısırgan köpekleri “kık-kıs”lıyorduk. Malum, o tür köpekler; “kıs-kıs”larsın saldırır, başını okşayıp “kuçu-kuçu”larsın; kuyruk sallar!
O arkadaşın bilmesini isterim, ben de zaman zaman saldırır, zaman zaman kuyruk sallarım ama bunu kendi özgür irademle yaparım. Birilerinin kuyrukçuluğunu yapmam!
Hani şu alaysı bir üslupla; “Dilekçe şövalyeleri” dediğiniz duruma bir bakar mısınız? Cumartesi Annelerinin, haklarını barışçıl eylemlerle araması nasıl insani ve yasalsa, mağdur olan Çaycumalıların itiraz dilekçesi vererek haklarını aramaları da insani ve yasaldır. Dilekçe vermek neden şövalyelik olsun ki? Şövalyeler derebeylerine karşı şövalyelik ederdi! Bu durumda bizim size; derebeyi mi dememiz gerekiyor?
Şair Gökhan T. Günsan’ın “bülent bi çay” başlığıyla yazdığı harika şiirde sözü edilen Çaycı Bülent’in annesine 4500.-TL Kaldırım ve Asfalt Katkı payı geldi! Kadın yaşlı ve hasta! Bir geliri yok! Bülent’i dersen, çocukları ve eşiyle bir şekilde yaşama tutunmaya çalışıyor.
Günsan şiirinde; “ben bülenti düşünüyorum diye / bülentten daha çok / her şeyi düşünüyorum diye her şeyden çok / bir yaprak neden bu kadar uzun düşüyor” diyor. Dizeler çok içtenlikli!
Beni zağar köpeği sanan arkadaş, bu güzel şiiri okumamış olmalı! Ona sormak isterim; “Ben kapı komşum olan Çaycı Bülent ve annesinin yanındayım! Sen neredesin? Çaycuma Filyos ana yolu üzerine dökülen asfaltın parasını o yaşlı kadına verdirelim!” mi diyorsun?
Arada bir Çaycuma’ya geldiğinde fotoğraflar çekip ‘başkan olan Bülent’le, “Ah ne gözel olmuuuş!” diyeceksin diye, ‘çaycı olan Bülent’ ve annesi limon gibi sıkılsın mı istiyorsun?
Şair Günsan’ın dizeleriyle sorarsam; bir yaprak neden bu kadar uzun düşüyor? Yaprak kestirmeden düşse olmaz mı? İlla ‘pençe pençe’ kavga mı etmemiz gerek? İyi, güzel ve doğruya bu kadar mı uzaksın?
 
BÜYÜK AĞABEYİMİN SORU YAĞMURU!
Alman yurttaşı olan en büyük ağabeyim yaşanan süreci Halkın Sesi Gazetesi aracılığıyla izliyor. Önceki akşam yaptığımız telefon görüşmesinde beyin damarlarını çatlattım!
Aynı zamanda SPD (Alman Sosyal Demokrat Partisi) üyesi olan ağabeyimle aramızda geçen konuşma şöyleydi;
Yahu Mevlüt, bu belediye başkanı sosyal demokrat değil mi?
Hem sosyal demokrat hem değil
Allah, Allah? Pekiyi bu belediyenin Belediye Meclisi yok mu?
Hem var, hem yok!
O ne demek yahu? Pekiyi bu Sosyal Demokrat Partinin (O CHP demiyor) Çaycuma İlçe Yönetimi yok mu?
Hem var, hem yok! Seçilip gelenler görevden alındı, yerine gelenler atamayla geldi! Hatta kimileri üye edildikten otuz beş saniye sonra Yönetim Kurulu Üyesi oldu!
Bu kez ben ona sordum; “Yahu ağabey, diyelim ki bu sorduklarının hepsi var ve tıkır tıkır işliyor; ne değişecek ki?
Sen misin diyen, fırçayı yedim; “Benim dangalak kardeşim, eğer bunlar kuralına göre işlerse, öyleyok; kaldırım, olmadı; indirimparası falan kararı çıkmaz!
Fırça sürdü; “Lan oğlum, böyle demokrasi mi olur?
Valla ağabey, ister beğen ister beğenme, bizim demokrasimiz böyle! Yok işte! Olsa ‘tükânsenin!
Anlamadım!” dedi.
Haklısın ağabey; ben de anlamadım!
 
BELEDİYENİN MAHREMİYETİ!
Asfalt ve Kaldırım Katkı Payı konusu çıktıktan sonra doğal olarak yasal hakkımızı kullanıp Beyaz Masa’ya dilekçeler verdik. Vekili bulunduğum akrabamın istemi doğrultusunda ben de dilekçemi ilgili birime verip Sayı-Tarih kayıtlarını aldım.
Birkaç gün sonra KOÇKAN İş Merkezinin altındaki bir kahvehanede arkadaşlarla söyleşirken bize kulak misafiri olan M.U. söze girdi; “Hocam, herkesin dilekçesine ek olarak senin dilekçende ‘uzun süreli tedavi gördüğüm için muaf tutulmam’ diye bir madde varmış. Diğer dilekçeler hep aynıymış!”
Önce algılamaya çalıştım. Belediyeye verdiğim dilekçe içeriğiyle ilgili ayrıntılar MU’nun ağzında ne arıyordu?
Sen nereden biliyorsun?” dedim.
Başkan söyledi!” dedi.
Bülent Bey! Sana ne diyeyim ha! Pes!
Bütün kurumsal yazışmalar kişiye özeldir. Bir insanın özelini kamusal alanda dedikodu malzemesi yapmak nasıl bir ruh halidir?
Vekili bulunduğum akrabamın hastalığı, onun insan haklarından kaynaklanan özel durumudur ve paylaşmama hakkı vardır. Bu yaptığınız suç!
İnan bana senden bu kadarını beklemezdim! Ne diyeceğimi bilemiyorum! Belediyenin mahremiyeti olan yazışmaların belediyenin ilgili birimi dışında masa arkadaşı kişilerle paylaşılıp ‘kakara-kikiri’ konusu yapılmasını vicdanı olan insanların vicdanına bırakıyorum!
 
ÖNCE SİZ ÖDEYİN DE GÖRELİM!
İstanbul dönüşü birçok kişiyle ayrıntılı görüşüp not tuttum. Bilgi aldım. Belediyenin yayımladığı PDF formatlı ödeme listelerini inceledim. Gördüğüm tabloyla, yumuşatılmaya çalışılan tablo asla aynı değil!
Cuma namazı sonrası cemaatten para isteyen imamlardan, öncelikle elini cebine atıp bağış kutusuna bir ellilik, ne bileyim bir yüzlük atmasını, sonra cemaate çağrıda bulunmasını bekleriz.
Önerim şudur; önce bizatihi başkanın kendisi, sonra Belediye Meclisi üyeleri, sonra CHP Çaycuma İlçe Örgütü Yönetim Kurulu Üyeleri, sonra, Çaycuma’nın sanayicileri, tüccarları, esnafları, yani ekonomik durumu halkla kıyaslanmayacak olan kesimi, sonra sesini işitemediğimiz Ticaret Odası Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri, Esnaf Odası Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri, diğer derneklerin başkanı ve yönetim kurulu üyeleri, başkanın eski ortağı çok değerli eski bakanımız ve kardeşleri başta olmak üzere, başkanın bu kararının arkasında olduğunu söylediği kişiler -onlar her kimlerse- üzerlerine düşen katkı paylarını ödesinler! Ödeme makbuzlarını basın açıklamasıyla ilan etsinler! Biz de görelim şu kahramanları!
Yoksa siz de mi bizim mahkeme sonucunu bekleyeceksiniz?
O-hooo! Hoca, amma da uzattın!” dediğinizi işitir gibi oluyorum.
Evet, uzatıyorum! Halk onların değil, bizim yanımızda. Çünkü biz halkız ve haklıyız. Çünkü onlar sorduğumuz hiçbir soruya yanıt vermedi! Verecek yanıtları olsa dumanımızı atarlardı biliyorum. Yanıtları yok! Çünkü yapmaya çalıştıkları bu uygulama her anlamda haksız ve yanlış!