İnsan, karakteri itibariyle çok da güçlü bir varlık değildir. Doğa kanunları gereği, kendinden güçlü olana biat etmeye, zayıf olanı da ezmeye meyillidir. İnsanlar kuvvetlinin şemsiyesi altına girerek hem kendilerini kuvvetliden gelebilecek zararlara karşı korur, hem de onun kuvvetinden yararlanarak kendine statü ve güç sağlamaya çalışırlar. Ancak bu durum insanın kültür ve gelişmişlik seviyesi ile ters orantılıdır. Diğer bir deyişle, kültür ve gelişmişlik seviyesi arttıkça bireysel düşünce ve davranış da önem kazanmaya başlar. Yani kendinden güçlü olana sığınma veya yaranma ve zayıfı ezme eğilimi de azalır; haklıdan yana olma duygusu gelişir. İşte burası demokrasi ve özgürlük fikrinin başladığı yerdir.

    Güçlüden yana olma ve zayıftan kaçma bizim kültürümüzde oldukça belirgindir. İnsanlarımız ya bir ağaya, ya güçlü bir zengine, ya da önemli bir siyasetçiye veya bürokrata sırtını dayama ihtiyacı hisseder. Yani, illaki bir '’Dayı’ya ihtiyaç vardır. Yoksa kendini güçsüz ve aciz hisseder.

    İnsanlarımızın güçlüden yana tavır koyma geleneğini kanıtlamak için tarihimize bir göz atmak yeterlidir. Büyük millet olduğumuzu vurgulamak için 16 devlet kurmakla övünüyoruz. Şimdi burada biraz durup bununla ilgili iki not düşmek istiyorum.

    Not 1: 16 devlet kurmuş olmamız aynı zamanda 15 devleti de yıkmışız anlamına da gelmektedir. Hukukçulara göre, bir insan aynı suçu 15 defa işlerse, yani 15 sabıkası varsa 16.ncı  suçu da işlemesi çok olasıdır. İnşallah tarihten artık gerekli dersi almışızdır da bir daha böyle bir şey olmaz!  Ama görüyorum ki  16.ncı devletimizi de yıkmak isteyenler var ve bayağı da mesafe alıyorlar!

    Not 2: Tarihte çok devlet kurmak başarı sayılıyorsa, o zaman İngilizler, Fransızlar, Çinliler ve Japonlar bayağı başarısız demektir. Zira birer devlet kurabilmişler ve hala onlarla idare edip gidiyorlar!

    Tekrar konuya dönüyorum. Yukarıdaki örnekten de görüleceği gibi, insanlarımız güçlü bir lider geldiğinde hemen peşine takılıyor, zayıf bir lider geldiğinde dağılıyor, ya da daha güçlü birinin yanına koşuyor. Bunu yaparken  liderde güçten başka bir özellik de pek aramıyor. Örneğin, lider demokrat mıdır, doğru şeyler mi söylüyor, haklı mıdır, haksız mıdır, pek bakmıyor. Yani burada bireysel veya kolektif bir inisiyatif yok; tabiri caiz ise, ''sürü psikolojisi'' var! Benim tabirimle bu ''lider bağımlılığı sendromu’ ‘dur. Örneğin, Avrupa toplumlarında bu durum bu kadar bariz değildir. İdarecilik yaptığım yıllarda da bizzat gözlemlediğim gibi, bizde, sabah iş yerine gelen işçi veya memur önce amirinin yüzüne bakar. Amir o gün neşeli ve hoşgörülü görünüyorsa bizimki gevşer ve o gün ondan fazla bir randıman beklemeyin. Eğer amir sert görünüyorsa o zaman şöyle düşünür: ''Bizim amirin her halde karısı ile arası açık! Bu yüzden bu gün ters. Aman işimize bakalım da bize bulaşmasın!'' Ama  Almanya veya Japonya gibi ülkelerde bu böyle değildir. İşçi veya memur sabahleyin doğru işinin başına gelir. İşini yapar ve mesaisi bitince de çıkar gider. Yani amirin ruh hali onu hiç ilgilendirmez. O sadece işine konsantre olur.

    Yeri gelmişken askerlik yaptığım sırada dinlediğim bir fıkrayı anlatayım: Bir askeri birlikte iki tane bölük komutanı varmış. Birisi askerin çok sevdiği ve ''baba'' dediği yumuşak huylu bir subay, öbürü de askerin hiç sevmediği ama çok da çekindiği bir subaymış. Günlerden bir gün savaş çıkmış ve iki komutan da bölükleri ile savaşa katılmış. Babacan komutanın bölüğü kısa sürede dağılmış. Diğer komutanın bölüğü de ha babam kıyasıya savaşa devam ediyormuş. Fakat bir süre sonra komutan vurularak yere düşmüş. Fakat o da ne? Askerler savaşa devam ederken bir taraftan da komutanlarını karga tulumba sürüklemeye başlamışlar. Durumu uzaktan dürbünle izleyen general yanındaki emir subayına, ''Git şunlara söyle; komutanları vurulmuş hala adamcağızı sürükleyip durmasınlar'' demiş. Emir subayı cepheye gidip askerlere bunu söylediğinde, bakın askerler ne cevap vermiş: ''Ya komutanımız ölmemişse, bize numara yapıyorsa! O zaman anamızı bellemez mi!?'' Bu fıkra size nasıl 16 devlet kurduğumuzun ve nasıl 15 tanesini yıktığımızın ip uçlarını vermiyor mu?

   Yukarıda da söylediğim gibi, güce tapan insanların diğer bir özelliği de güçlü değişince hemen eski taptıklarını terk etmeleridir. Onun için kendilerini bu gün güçlü görenler arkalarındaki tapanlara çok da güvenmesinler! Tarihte bunun örnekleri çoktur. Yakın tarihe bakarsak; bir zamanlar ilahlaştırılan Hitler, Saddam ve Kaddafi gibi liderler ölüme giderken arkalarında bir zamanlar ''senin için ölürüz!'' diyenlerden pek kimseyi göremediler. Bizden örnek verecek olursak; kendisi hakkında idam kararı alındığında ve idama giderken Adnan Menderes için kimse kılını kıpırdatmamıştı. Halbuki iktidarda iken halkın büyük bir kısmı onu uğruna can verecek kadar çok seviyordu. Başka bir örnek; 12 Eylül ihtilali yapıldığı zaman halk sokaklara dökülerek Kenan Evren'e sevgi gösterilerinde bulundu. Yaptırdığı ana yasaya yüzde 96 civarında evet oyu verdi. Şimdi ise güç değişince Kenan Evren tü kaka oldu. Neredeyse idamı isteniyor. Sanki onun ana yasasına oy veren bu millet değil! Neymiş efendim; zarflar şeffafmış da millet korkudan oy vermiş! Kuyruklu yalan! Ben de oy verdiğim için biliyorum, zarflar şeffaf falan değildi, baskı da yoktu!  İşin aslı yine gücün el değiştirmesi ve güce tapmakla ilgili.

      Oldu olacak bir örnek de kendimden vereyim: 1979 yılının mayıs ayında, Bolu'daki devletleşen kömür ocaklarına Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü tarafından bölge müdürü olarak tayin olmuştum. Sonra bu müdürlüğün Ereğli Kömürleri İşletmesi'ne (EKİ) bağlanmasını sağladım. Yeni kurulan bir müdürlük olduğu için işçi alımı da yapabiliyordum. Zonguldak'taki işsizlik malum! Bu nedenle Zonguldak'a gelip Gazi Paşa Caddesi'ne girdiğimde arkasında bir sürü insanla dolaşan, herkes tarafından selamlanan ve sevgi gösterisinde bulunulan genç bir adamdım. İki sene sonra görevden alındığımda, yine aynı caddeye girdiğimde bir an kendimi yabancı bir şehirde sandım! Zira ne selam veren vardı ne de bir tanıdık! O zaman şöyle düşündüm: Yahu ben daha 35 yaşında genç bir adamım, bundan sonra daha yüksek görevlere de gelebilirim. (Nitekim geldim de.) Bu millet şimdiden böyle yaparsa acaba emekli olduğum zaman ne yapar? Gerçi korktuğum başıma gelmedi; hala Zonguldak'ta hatırı sayılır sayıda ve kalitede dostlarım var.

        

         Şimdi, buraya kadar yazdıklarımla şu tespitlerimi anlatmaya çalışıyorum.

 

    1-Doğa kanunları gereği insanlar güçlünün yanında yer alabilir.

    2-Ama bunu yaparken abartmamak gerekir. Yani militanlaşmayalım.

    3-Güçlüden yana değil, haklıdan yana olmayı öğrenelim.

    4-Güç derken gücün niteliğini de göz önünde bulunduralım. Yani sırf güçlü diye haksızın ve yanlışın yanında yer almayalım.

    5-Gücü şahısların veya zümrelerin gücü olarak değil, demokrasinin ve halkın gücü olarak algılayalım.

    6-Güç değiştiğinde, anında eski taptığını satan menfaatçilerden sakınalım. Yani onlara güvenerek yola çıkmayalım.

    Aslında bu konuda çok şeyler söylenebilir ama bir köşe yazısına bu kadar sığıyor. Onun için şimdilik bu kadar.