Ülkemizin düşün hayatı kavruk… İnsanlık endüstri ötesi toplumu konuşurken, bilgi üretimiyle bir türlü barışmayan Türkiye, “kahvehane lakırdısı” düzeyindeki tartışmalarla geleceğine yön vermeye çalışıyor… Yazmaya gerek yok belki, robotlar, nano teknoloji, geliştirilmiş malzeme teknolojileri, moleküler biyoloji gibi alanlarda öne çıkan ülkelerin en büyük sermayesini nitelikli beyin gücü oluşturuyor… Özgür bilgi platformu Wikipedi’ye erişimin bile yasak olduğu ülkemizdeyse, kof bir hamaset tüm hayatımızı şekillendirmeye yetiyor…
 
Akıl alır gibi değil, robotik teknolojilerin baş döndürücü hıza eriştiği, üretimde robot kullanımının hızla yaygınlaştığı günümüzde, kalabalık olmak matah bir şeymiş gibi, “3 yetmez, 5 çocuk yapın” diyen bir çağdışılık yönetiyor ülkeyi… Kol gücünün yerini bilginin, makinelerin yerini kompüterlerin aldığı, bilgi ve metaya ulaşmak için sınırların anlamsız hale geldiği bir dünyada, eski çağın doğa düşmanı politikalarıyla kalkınacağını zanneden bir zihniyet, televizyon ekranlarından ona buna racon keserek iktidarını ayakta tutuyor…
 
TOPLUCA AKLIMIZI YİTİRDİK SANKİ
Yandaş medyanın delice kurgularla yaptığı dezenformasyon ve devletin kahhar gücüyle, gerçek, kolayca ters yüz edilirken, sıradan insanlara, haklının değil güçlünün yanında olmaktan başka bir seçenek bırakılmıyor… 17/25 Aralık’ın üstü böyle örtüldü… Gezi direnişi, “Camide içki içtiler” söylemi ve “Kabataş yalanı” gibi bin bir tezviratla bastırıldı… Onlarca insanın ölümüne neden olan politikaların mimarı Vali Hüseyin Avni Mutlu ile Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, FETÖ üyeliğinden, müebbet hapis istemiyle yargılanıyor şimdi… Kimse bunu bile sorgulayamıyor… Topluca aklımızı yitirdik sanki…
 
Ülkenin başına sarmadık bela bırakmayan AKP’nin Reis’i, hiç bitmeyen bir kin ve sınırsız bir öfke ile karşımıza çıkıyor her gün… “Benden başka kimseye racon kesetirmem” diyerek, kurulan mafyatik düzenin kurallarını açıklıyor… Bundan cesaret alan kimi densizler de, “Kanla duş alacağız”, “Oluk oluk kan akıtacağız” sözleriyle rol kapıyor… Tüm gelenekleri altüst ederek çalışan mahkemelerle, devlet aparatı da “sahibinin sesi” gibi davranarak fotoğrafı tamamlıyor… AKP örgütü ondan aşağı kalır mı? Gülüç Beldesinin ulu reisi İsmail Yılmaz gibi, insanları sille tokat dövüp, sonra da özür diletiyor…
 
BU YÜZSÜZLÜKLERİN DE BİR SONU GELECEK
Pusula’da okudum ilkin… Aracıyla bir kavşağa giren AKP’li Yılmaz, aynı anda kavşağa gelen bir başka araç sahibiyle, tartışmaya giriyor… “Ben önce geldim, sen yanlış yerde durdun” tartışması yaparken, karşındakine tekme tokat giriyor… Arabada engelli eşi bulunan mağdur, kendisinden davacı olacağını söyleyince de, her muktedir gibi kükrüyor: “Git, istediğin yere şikâyet et. Ben Gülüç’ün sahibiyim…” Karakolda da, “Ben siyaset yapıyorum. Bir kariyerim var. Üzerime ne ile geleceğini kestiremediğim bir insana müdahale etmek en doğal hakkım. Kimse kusura bakmasın” diyerek kendini savunuyor…
 
İş bununla bitmiyor… Darp edildiğini iddia eden şahıs, basın toplantısında, “Bana komplo kurdular” diyen ulu sahipten, daha sonra ofisine kadar giderek özür diliyor… Öykü ne kadar da tanıdık değil mi? FETÖ’ye, “Ne istediniz de vermedik” diyenlerin, kirli işbirliğine itiraz edenleri, FETÖ’cü suçlamasıyla hapislerde çürütülmesi, ya da ayakkabı kutularında para saklayan banka müdürü ile yatak odasında para kasası gizleyen bakan çocuğuna, “Bu ne iş” diye soranların, “darbeci” olarak suçlanması gibi tıpkı…  Hem suçlu, hem güçlüler yani… Yazın bir kenara, bu yüzsüzlüklerin de bir sonu gelecek elbet…