Günlerdir televizyonlardan kâh öfke nöbetleri, kâh bir büyük endişe, kâhsa coşkuyla izliyordum Taksim’deki Gezi Parkı eylemlerini. Sık sık telefonla görüştüğüm arkadaşlarımın her biri sözlerini “Burası sözcüklerle anlatılamaz, mutlaka görmek lazım” diye bağladıkça orada olmamak için zor tutuyordum kendimi…  Ayağımdaki prangaları çözdüm sonunda, hafta sonunu fırsat bildim, sırtıma vurduğum uyku tulumu ve birkaç toz maskesi ile bulduğum ilk İstanbul otobüsüne atladım… O ağaçların altında yatacak, dallarının arasından ayı, yıldızları seyredecek, yaprakları arasından selamlayacaktım doğan güneşi… Direnişçilerle aynı havayı soluyarak kendimi temize çekecek, ne olup bittiğine de çıplak gözle tanıklık edecektim…

 

Taksim coşkuya teslim etmiş kendini

Bindiğim servis aracının şoförü Taksim’e giden tüm yolların kapalı olduğunu, ancak Beşiktaş’a kadar gidebileceğimizi söylediğinde, ayak basar basmaz karşıma çıkan direnişe keyifle merhaba dedim içimden… Sırtımdaki uyku tulumunu gören şoför bir şey dememe fırsat kalmadan derdimi anlamış olmalı ki, Beşiktaş’a varmadan alana en yakın yerde indirdi beni…  Gümüşsuyu’nu trafiğe tümüyle kapatan barikatları muzaffer bir komutan edasıyla teftiş ettim önce… Önünde poz verip fotoğraf çektiren dünya güzeli gençlerin havasına uydum, birkaç fotoğraf da ben çektirdim önünde… Sonra, ters çevrilip, sprey boya ile boyanarak Çapulcu Müzesi’nde sergilenecek hale getirilen ekip otolarının yanından geçerek kalabalıktan adım atmanın mümkün olmadığı Taksim’e girdim. On binler oradaydı ama bir tane bile resmi polis yoktu çevrede…  Sınırsızlaştırılan Taksim, sınıfsız ve imtiyazsız kitlenin coşkusuna teslim etmişti kendini…

 

“Çapulcu” üst kimlik olmuş

Kimilerindeki galiz küfürler canımı oldukça sıksa da birbirinden yaratıcı sözlerle bezeli duvar yazılarını okuya okuya önüne kadar geldiğim AKM, ön yüzünü boydan boya kaplayan pankartlar nedeniyle harflerden yapılmış bir kule gibiydi adeta. Şaşkın adımlarla Gezi Parkı’na girdim. Alandaki coşkuyu beşle çarpan bir cümbüş karşıladı bizi… Kimi marş, kimi türkü söylüyor, kimi namaz kılıyor, kimi halay çekiyor, kimi slogan atıyordu durmadan. Benim gibi bir insanı bile tedirgin edecek kadar çok insan da içki içerek dolaşıyordu ortalıkta… Her biri bir başka “Çapulcu” grubun adını taşıyan stantları dolaştım. Başbakanın direnenlere hakaret etmek için kullandığı sözcük, sihrini kuşanmış herkesi ortaklaştıran bir üst kimlik oluvermişti… Çapulcu marketlerden sonra Çapulcu Kütüphanesini ziyaret ettim. Her yerde bulunan kitap sergilerine baktım sevgiyle… Gitar çalan, saz çalan gençlerin enstrümanlarından yükselen seslere kulak verdim…

 

Asayiş berkemal

Yüreğim kabararak gözledim ki,  bir başka hayat yeşermiş orada. Gezi Parkı’nda her şey serbest olduğu gibi, her şey de bedava mesela… Para olmadan da yaşamanın mümkün olduğu bir ilişkiler sistemi oluşturmuş direnişçiler. Bundan en zararlı çıkan haliyle seyyar satıcılar olmuş… İlkin çıkmak istememişler parktan, kendilerini rica minnet dışarı çıkarmak isteyen Taksim Platformu üyelerine ufak tertip posta koymaya çalışmışlar hatta. Olay, Çarşı grubuna aksedince, seyyar satıcı namına kimse kalmamış ortalıkta… Köfteciler, sucular, çerezciler, biracılar, mısırcılar, karpuzcular parkın tümüyle dışına çıkarılmış… Her şey serbest ama hiç örneğin hiç kaos yok ortalıkta… On üç gündür, en küçük bir adli olay olmamış. Durumu da “Polis gitti, asayiş berkemal” şeklinde duvar yazısına dönüştürmüş direnişçiler…

 

Muhteşem dayanışma

Her şey bedava ama en küçük ciddi bir düzensizlik de yok ortada… Bedava dağıtımı yapılan her şeyde utanarak izlediğimiz kapışma, yağmalama gibi eylemlerin hiçbirini görmek mümkün değil mesela. Hiç abartmadan söylüyorum, göz yaşartıcı bir dayanışma örneği yaşanıyor… Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin standında olduğunu söyleyen bir arkadaşımın yanına uğradım. Bir iki saat kaldığım stantta bir yandan sohbet ederken bir yandan da işlere yardımcı oldum doğal olarak. Yüzlerce kişiye dağıtım yapıldı benim orada olduğum zamanda, bir o kadar da malzeme birikti içerde. Olan bitene inanamazsınız gerçekten. AKP seçmeni olması kuvvetle muhtemel teyzeler, amcalar bahçelerinden topladığı dutları, erikleri, kirazları getiriyorlardı durmadan. Tepsi tepsi börekler, kekler, dolmalar stanttan hiç eksik olmuyordu. İnanmayacaksınız ama yüzlerce kap bedava dondurma bile dağıtıldı insanlara… Herkes tek sıraya giriyor, canının istediğini alıp sessizce ayrılıyordu oradan. Düzeni bozanlarsa daha çok merak nedeniyle oraya gelen insanlar oluyordu… Bu da direnişçilerin canını sıkıyordu. Bir diğer sorun da çöplerdi. Etrafta dağ gibi biriken çöplerin daha çok dışarıdan gelenlerce bırakıldığı söyleniyordu. Bir de çöplerini temizlemek bize kalıyor serzenişini duydum sıklıkla…

 

Çarşı, kışlaya da karşı

Kamuoyunu son on beş gündür yoğun şekilde meşgul eden Gezi Parkı ile Taksim Platformu uzun zamandır uğraşıyor aslında. Uzman kişilerin de katılımıyla gerek İstanbul Belediyesi’ne gerekse hükümete defalarca uyarıda bulunup projeden vazgeçmesini istediler. Dediğim dedik anlayışın iş makinelerini parka sokması üzerine nöbet tutma kararı alındı. Sabaha karşı polisin orantısız güç kullanarak saldırması üzerine de nöbete katılan insanların sayısı inanılmaz bir hızla arttı. Polise ilk direnenler platforma destek veren sol gruplardı. Başta Çarşı olmak üzere taraftar gruplarının işin içine girmesiyle de, olayın rengi de, boyutu da, niteliği de bir anda değişti. Güvenlik güçleriyle son derece militan bir kavga yürüten bu gruplar, kültürlerini de Taksim’e taşıyınca, küfür ve şiddet sıradan bir eylem malzemesi haline dönüştü. İnsanlarda bir öfke patlaması olduğu ve bunu Gezi Parkı’nın açığa çıkardığı bir gerçek. Bir bilinç sıçraması yaratıp yaratmayacağını ise elbette zaman gösterecek.

 

Polis Taksim’e giremez

Gördüklerimden şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki polis Taksim’e giremez kesinlikle. Girmesinin  kanımca iki yolu var: Birincisi, direnişin içerden kırılması. Kürtlerle ulusalcıların arasındaki zaman zaman kavgaya da dönüşen gerginliği kaşıyarak bunu başarabilir belki. Ancak direniş ruhunun bu ayrılığı ciddi bir kavgaya dönüşmeden sönümlendireceğini umut ediyorum. İkicisi ise Başbakan’ın “Bedeli ne olursa olsun oraya girin” diye bir çılgın talimat vermesi ve meydana gelebilecek insan kayıplarını göze alması olarak görünüyor ki bu olasılık son derece zayıf bence. Çok kolaylıkla alınabilecek bir karar olmadığı gibi, Erdoğan’ın da tüm siyasi hayatını riske atacak bu çılgınlığı yapacağını hiç düşünmüyorum doğrusu. Ezcümle direnişçilerin kararlı tavrının hükümete geri adım attıracağını ve kışla projesinden bir manevra ile vaz geçireceğini düşünüyorum… Ondan sonra olacaklarsa, direnen kitlenin ne kadar siyasallaştığıyla ilgili bir durum artık…

 

Evet, üç ağaç

Son olarak yaşananların “Üç ağaç meselesi olmaktan çıktı”  şeklinde yorumlanmasına katılmadığımı söylemek isterim. Ağaçlar hükümetle kavga etmenin bir aracı değil, direnişin amacı çünkü… Taksim Platformu’nun direnişi kaldırmak için ileri sürdüğü son derece makul talepler de bu savımı kanıtlıyor zaten. Şayet hükümet, kışla projesinden, AKM’yi yıkmaktan vazgeçer, olaylarda suçu olan kimi bürokratları cezalandırmayı kabul ederse Gezi Parkı direnişi zaferle ulaşmış olacak ve sonlandırılacaktır. AKP’ye ve başındaki ceberut anlayışa attırılacak bu geri adım, onun siyaset sahnesinden çekilmeye başlamasının ilk adımını olacaktır zaten ki bu da az bir şey değ