Zeynep
 
       Okuma aşkı bir tarafa, bir aşkı daha vardı Ahmet’in ilkokul günlerinde: Sınıfının ön sıralarında oturan, sarışın, çipil çipil mavi gözlü, ince yapılı, inci gibi bir kız, adı da “Zeynep”.
       Onu ilk gördüğü andan beri her karşılaştığında yüreğinin pıtır pıtır attığını hisseden Ahmet, konuşmak istese de utancından kıza pek yaklaşamaz veya birkaç kelime konuşabilirse de bu sefer sözlerini birbirine karıştırıp dururdu.
       Yaşamında ilk kez böyle bir durumla yüz yüze idi; ne oluyordu, o da hiç anlamıyordu. Ancak, anladığı tek bir şey vardı: Kızı her görüşünde yüreğinden fışkıran bir alev sanki tüm vücudunu kaplıyordu.
       Daha ileri yaşlarda bunu tabii çok daha iyi anlayacaktı: Çünkü Zeynep, yaşamındaki ilk aşkıydı Ahmet’in.
       İyi okuyup, iyi not alanlara, diğer çocuklar “İnek” diyorlardı okulda nedense. Dersini iyi bilenler, “ineklemiş” oluyordu o dersi. Kendileri beceremedikleri için, kıskançlıklarının bir çeşit açığa çıkışıydı bu. İşte Ahmet de o “ineklerden” biri olmuştu. Yalnız bir ayrıcalığı vardı; ailesinin fakirliğini ve bir maden şehidinin oğlu olduğunu herkes bilirdi. Bu yönden, okulda saygınlık kazanmış, dürüstlüğü ve sözünün eri bir kişi olması bu saygınlığı daha da arttırmıştı.
       Doğancılar köyü, kırları, bayırları pek güzel olan bir köydü. Hele ilkbaharda açan çiçekleriyle… Bir sınıf gezisi yaptılar öyle bir günde. Oyunlar oynadılar içlerinden yükselen büyük bir yaşam sevinciyle. Bu oyunların birinde herkes ele ele tutuşuyordu. Ahmet, ne yapıp yapıp Zeynep’in peşine takılmış, belki de içindeki duygu seli onu bu yöne itmişti. Birden o çipil çipil mavi gözlü sarışın kızın, elini sımsıkı kavradığını gördü, ne yapacağını bilemedi. Aslında dünyalar onun olmuştu; kız da işin farkındaydı tabii, ona bakıp sık sık gülüyor, Ahmet’in gözlerinde ona ait duyguları okuyordu sanki…
       Ahmet o kır gezisini unutamadı hiçbir zaman (İlk aşklar başkadır, unutulmazlar zaten). Sınıfının en iyi öğrencisi olması, Zeynep’in ona daha da yaklaşmasını sağladı o günden sonra. Çünkü, kızcağız 6’lardan sonraki çarpım tablosunu pek iyi ezberleyemediğinden, aritmetik dersinde öğretilen dört işlemi yapmakta zorlanıyordu. Ahmet, önce okulda öğle aralarında, daha sonra evine de giderek aritmetik ödevlerinde yardımcı olmaya başladı bu içini titreten sarışın, örgülü saçlı, mavi gözlü kıza.
       “Daha çocuk onlar n’olacak?” diyen kızın ailesi de memnundu, o güne kadar hiçbir çocuğun arkasından taş atmayan, kavga etmeyen, bu aklı başında, dürüst çocuğun evlerine gelip, kızlarına ders çalıştırmasından. Ahmet ise havalarda uçuyordu, rüyalarında bile göremeyeceği bir şey gerçekleşmişti, daha ne olsundu? Zeynep’le baş başa olmak, onun nefes aldığı havayı içine çekmek bile yetiyordu ona sanki. 
      
Ortaokul Yılları…
 
       İlkokul yılları, geride güzel anılar bırakarak gelip geçti…
       Sevgili annesi, ortaokula gitmekte olan büyük oğlu Ali’nin ve ilkokuldaki Ahmet’in tahsillerini tamamlayabilmeleri için büyük fedakârlıklara katlandı…
       Necibe Ana, dramatik bir romanın kahramanı gibi, çocuklarının okuyup bir meslek sahibi olabilmeleri için çok onurlu bir yaşam savaşı vermekteydi.
       İlkokula başladığından beri her karne alışında, Ahmet’in  yüreğini kaskatı eden, ruhunun derinliklerinde acısını hissettiği bir şey vardı: Sınıf arkadaşları karnelerini aldıklarında sevinçle annelerine, babalarına koşar, bu mutluğu haber verirlerdi. Büyük bir coşku yaşanırdı aile ortamlarında. Ahmet ise, küçük yaşta kaybettiği babacığına,“Pek İyi”lerle dolu karnesinin müjdesini verememiş olmanın acısını duyardı içinde hep.
       İlkokul diplomasını eline aldığında bir taraftan o eski acıyı yine duysa da, çok sevindi okulu bitirdiğine.
       Bu diplomayla belki kendine bir iş de bulabilirdi; ancak o okumak istiyordu, annesi de öyle. Ne yapıp yapıp bu işi başaracaklardı, her ne kadar ağabeyi Ali işi haylazlığa vursa da.
 
       Zonguldak’ta bir tek ortaokul ve lise vardı o yıllarda: “Mehmet Çelikel Lisesi”. Bu liseyi,
hayırsever bir iş adamı olan Mehmet Çelikel 1938 yılında yaptırmıştı.
 
 
Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi (1938)
       O yıllarda “E.K.İ.” diye yazılıp, “Ekayi” diye okunan “Ereğli Kömürleri İşletmesi”, işçilerinin, emeklilerinin ve tabii şehitlerinin çocuklarını, arka tarafına oturacak yerler konulmuş ve branda beziyle kaplanmış kamyonlarıyla Çelikel Lisesi’ne getirir, götürürdü.  
       Öğrencilerin “Kamyobüs” adını verdikleri bu kamyonlarla gidip gelerek, Ahmet de Çelikel Lisesi’ndeki ortaokul yaşamına başladı. Ağabeyi Ali ise, o yıllarda lise kısmına devam ediyordu aynı şekilde.
       Diğer taraftan, ortaokula başladığı ilk günlerde karşılaşacağı can sıkıcı bir durum onu beklemekteydi: Yaz tatili boyunca pazar yerinde meyve vs. satıp para kazanmaya çalıştığı sıralarda hiç aklından çıkarmadığı Zeynep onun gibi ilkokul diplomasını da almıştı ama, liseye giden kamyobüslere bir türlü gelmiyordu. Ne olmuştu onun Zeynep’ine, yoksa ortaokula gitmeyecek miydi? Sordu, araştırdı, sonunda gerçeği öğrendi:
       Bir maden amelesi olan Zeynep’in babası Aptullah’ın Elazığ’da yaşayan babası ölmüş, onlara da miras yoluyla orada bir ev ve bir tarla kalmıştı. Bunun üzerine, bütün aile toparlanmış, Doğancılar köyünden ayrılıp memleketleri Elazığ’a dönmüşlerdi.
       Bir “Allahaısmarladık” bile diyememişti Zeynepçik ayrılırlarken. Yüreğini buran bu haberle sarsılan Ahmet, hayatındaki ilk aşk acısını yaşıyordu böylece…
 
       Diğer taraftan, yeni bir yaşam şekli başlamıştı Ahmet için. Sabahları simit satmayı bırakmak zorunda kalmıştı. Her sabah, ağabeyi ile birlikte evden çıkıyor, kamyobüslerle Çelikel’egidiyor, öğleden sonra 15.30’da okuldan çıkıp, aynı şekilde evlerine dönüyorlardı. Ortaokula başlamak, yeni arkadaşlar, yeni hocalar, yeni dersler görmek, bütün bunlar, ilk aşkını unutabilme yolunda sanki ona yardımcı oluyorlardı.
     Bu arada, Ahmet’in ağabeyi Ali, başta üç dersten ikmale kalarak, sonra onları da bir bir vererek liseden zar zor mezun olmayı başardı. Ali buna sevindi, ama Ahmet galiba daha da sevindi; çünkü ağabeyinin liseden mezun olabileceğine pek de inanamıyordu. Ama olmuştu bir kere, Necibe Ana oğlunun mezuniyetinden büyük onur duyarak o akşamki namazında şükür duaları etti.
       Ancak Ali, üniversiteye gidip, tahsiline devam etmeyi hiç düşünmedi. Lise diplomasıyla kendine bir iş bulmalıydı, geçimlerini sağlayabilecek, onları ayakta tutabilecek bir iş. Derken, onun bir anda sarılıverdiği bir fırsat önüne çıktı: O yıllarda, kendilerine yeni bir iş, yeni bir gelecek arayan kişiler için bir Almanya’ya gitme furyası başlamıştı bütün yurtta. 
DEVAMI GELECEK