HAL BÖYLE BÖYLE...
Şimdi kırk kişi kuyudaki taşı çıkarmaya çalışıyor! Nafile turlar atılıyor yani! “Ok yaydan çıktı; geri durman, urun kefereye!” türünden yaylım ateşi ardı ardına açılıyor! Açılıyor da ne yazık ki ‘Kral çıplak!’
Cumhuriyet Bayramı ve 10 Kasım Atatürk’ü Anma etkinliklerini fırsat bilerek hamasi paylaşımlar yapıp ‘çarşaf’ türünden yaptığınız açıklamaları görünce, Atatürk’ün “Gençliğe Sesleniş” metnindeki ‘halk’ geldi aklıma. Şöyle diyor Büyük Atatürk, “Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir!”  
Yokluk, yoksulluk toplu intiharlarının yaşandığı, reel enflasyonun % 40’ları bulduğu bu dönemde, halkımızın içinde bulunduğu durum ‘hava-civa’ mıdır ki siz olmayandan olmayanı isteyenlerle birlikte olup öte yandan hamaset nutuklarına sarılıyorsunuz! Cumhuriyetçilik ve Atatürkçülük ‘süslü sözler’den ibaret midir?

ADRESSİZ...
Adressiz mektup yazmayı sevmediğimi daha önce yazmıştım. Ortaya karışık laf çarptırmalarından hem hoşlanmam hem de kendim o türden göndermelerde bulunmam. Diyeceğim varsa, doğrudan, adrese teslim söylerim. Doğrusunun da bu olduğunu bilirim. 
“Dost acı söyler!” deriz. Doğrudur. Dostum olsun ve yeter ki acı söylesin. Alınacak dersim varsa kendimi sorgularım. Yoksa “Dostumdur, öyle görüyor, öyle düşünüyor; ne diyeyim!?” der sessizliğe bürünürüm.
Lakin somut ve ayakları yere basan eleştirilere açık olmam ve suskunluğum ‘ikrardan’ sayılırsa üzülürüm. Söylenecek her söze vereceğim bir karşılık var elbet. Hamdır şimdilik; sözün olgunlaşması beklenir. Olgunlaşınca elbet armut dibine düşer. Bakarız o zaman ak mı kara mı saçınız...

“BEĞEN”MEK BİR AYRI BELA, “YORUM YAP”MAK İNTİHAR!
Malum, ezici çoğunluğumuz Facebook Sosyal İletişim Ağını kullanıyoruz. Elbette ki güncel kimi durumlara ilişkin paylaşımlarımız oluyor.
Belediyenin “Katkı Payı” olayı çıktığından beri paylaşımlarıma ilişkin oldukça ilginç ayrıntılar yaşıyorum. 
Halkın Sesi Gazetesinde yazdığım haftalık köşe yazımın internet bağlantısını paylaşarak, sosyal ortamdan tanışık olduğumuz dostlarımı etiketliyorum. İstiyorum ki onlar bu yazılardan haberdar olsun, yaşananları birinci elden bilsinler! Bu paylaşım etiketleme işlemi sonrası, okuyan yazıyı beğeniyorsa “Beğen” butonuna basıyor, kimileri de “Yorum Yap” butonuna basıp konuya ilişkin yorumlarını yazıyorlar.
Paylaşımlarımın ardından hiç de az olmayan sayıda arkadaşım özelden yazarak, telefonla arayarak ya da karşılaştığımızda söyleyerek bir tuhaflığı aktarıyor. 
 “Sen Kırnapçı’nın yazdıklarına katılıyor musun da onu beğeniyorsun? Neden yorum yazıyorsun? Neden etiketi kaldırmıyorsun? Neden o yazıyı paylaştın?” şeklinde sorguya çekildiklerini söylüyorlar.
Bu durumu anlamaya çalışıyorum; anlayamıyorum! Bu nasıl bir ruh halidir ki insan yekdiğerinin paylaşımlarını baskı altına almaya kalkışır? Bu davranış, sosyal demokratlık, liberalizm ve düşünce özgürlüğünün neresine tekabül eder söyler misiniz?
Elbette benim buna söyleyecek sözüm var ama yorumu size bırakıyorum!

SEL GİDER...
Sel gider; kum kalır! Bunların hepsi gider; biz bize kalırız. O zaman yaşananların muhasebesini yaparız. Siz, masa başı devrimciliğin labirentlerinde, sosyal demokrasinin ince ayrıntılarında, liberalizmin -bayat- özgürlüğünde, sloganların baygın esrikliğinde ahkâm keserken ben susacağım. 
Susacağım çünkü ben son sözümü söyleyip masadan kalkacağım. 
Hiç biriniz bana laf salatası yapmasın! Kimin encamının ne olduğunu bir kez daha gösterdiniz bana! Sağ olun! Meğer “Emekçi halkımız!” derken gösterdiğiniz tavır, hamasi bir söylevin parçalarıymış! Gördük halkın mı, gücün mü yanında olduğunuzu!
Halkın nerede olduğunu merak ediyorsanız söyleyeyim. Korku duvarını aşabilenlerin verdiği dilekçe sayısı 600 dolayında. Diğerlerini de hesaba katarak halkın nerede olduğunu saptayabilirsiniz.
Umarım bu ülkede hukukun çeyrek kırıntısı olsun kalmıştır ve yaşananlara “Dur!” der. Belediye Meclisi Üyelerinin söylediği gibi; “Siz de rahatlayacaksınız, biz de!”. Yaşayıp göreceğiz.