Hasan Yukuşar bedenen aramızdan ayrıldı. Bu ayrılışın üzerinden bir aydan fazla bir zaman geçti.
 
Hasan yaşamı hepimizden derinde yaşadı. Zaten kıyısındaydı yaşam çizgisinin. En dibindeydi kitlenin.
 
Bir keresinde tıp fakültesine kadavra olarak bağışladığını duyurdu kendisini. Ölümünün ardından bunu vasiyet ettiğini pek çok kez dile getirdi. Fiziksel olarak öldükten sonra da işe yaramaya devam etmek istiyordu. Bu ona bir lakap kazandırdı: KADAVRA HASAN
 
Ne ki dileği gerçekleşmedi diğer birçok dileği gibi… Toplum hazır değil bilime; biz hiç hazır değiliz sevgili Hasan, kendini feda edenlere. Şehitler için üzülürdün, sende bilim için bir şehit sayılırsın. Bu toplumda tabu olarak görülen bir işe cesaret ettin. En azından düşündürttün milleti.               
 
***
 
Yıllar önce Sahil Kafe’nin müdavimiydik. Sohbet ve çay hayat akışımızdı. Herkes birbirine aşina sayılırdı kafede.
 
Soba ile ısınırdı kışları. Yazları eskiden su deposu olan yere çökerdik.
 
Balıkçıların mekânıydı aslında. Geceleri sefere çıkacak balıkçıları hayranlıkla izlerdik.
 
Hasan Yukuşar’ı da ilk tanıdığım zamanlar balıkçı bellemiştim. Eski valinin yıkılmasını gururla ifade ettiği çekeklerde barındı çok uzun süre. Eskisi, yenileri; valiler bunları                    nereden bilecek?
 
Açıkçası çok zordu koşulları ama onun da emaneten kaldığı mekânı üniversite öğrencilerine, sanatçı takımına, efkâr basmış kişilere yoldaşlık etmiştir.
 
Duvar boyayıcılığı ile geçimini sağlardı. Keskin yüz hatlarının aksine kimseyi kırmak istemeyen ‘saygılı bir bey gibi’ konuşmaya zorlardı kendini. Ondan daha fazlasıydı elbette. Bu efendilik şartları ile çelişirdi, bu yüzden centilmenliği 2 kat daha değerliydi aslında. Açıkçası insanların çoğu bunu hak ediyor mu, sanmıyorum.
 
Başından pek çok şey geçmişti. Birçoğunu anlatamadan vefat etti. Anlatmak için önce iyi dinleyici bulmak gerek. Belki de çoktan anlatmaktan vazgeçtiği hikâyeleri vardı.
 
Yaşadığımız toplumun DNA’larını kavramıştı. Belki geç kalmıştı pek çok şey için. Ama serüvenciydi. Hep çadırını sırtlayıp bisikleti ile kamp yapmayı kurgulardı kafasında. Çadır ve bisiklet bile ulaşılması lükstür bazen. Hayat geçip gider, çocuk ruhlu hayaller bile geç kalır. Kaslar eski gücünde değildir. Yine de Hasan en bitkin yatak döşeklerinde bile azıcık iyileşse kaçmayı kurdu hep; kim bilir kafasında ki o özlediği kamp yerleri nerelerdi? 
 
İnatçı ve alıngan yanları ile de tanıştım. Uzun süre selam sabahı kestiğimiz bir dönem de yaşadım. Kendine göre nedenleri vardı. Yıllar sonra tekrar konuşmaya başladığımızda geçmişi hiç sorgulamadık.
 
“Hocam, bugün çağıracak mısın?” derdi Sahil Kafe’de yalnız oturduğu masadan. BKM’nin ve Zonguldak’ın tek atölye modelliğini keyifle yaptı. Uyumlu çalıştı benimle. Beraber üniversiteyi kazandırdığımız gençlerimizle gururlandık. Üniversite de modellik yapmak istiyordu da ne zor ve olmaz işler bunlar be kardeşim! Şu üst kademelerde ki sürekli bahane icat edengiller familyası hayatı nasıl parsellemişsiniz böyle? Azıcık soluk alacak alan bıraksanız insanlara, ölürsünüz. Aman ölmeyiniz bizler ölürüz.
 
Evet; Hasan hepinizden, hepimizden çok ‘BİZ’ demekti. Kesip açsanız içini yaşadığımız toplumun DNA’sını görecektiniz en gerçeğinden. Bizler gerçeği görmek istemeyiz. Onun yerine unutmayı tercih ederiz. Gerçekte unutamasak ta…
 
Son söz olarak ‘toplumun kültürlü kesimleri’ diye bir kavramlaştırma yaparak aslında bu yazıyı okuyan çoğu insanın kendini içinde düşüneceği kesime kapalı bir sitem göndereceğim: Aslında, Hasan arkadaşım kültürlü insanlara güvenirdi. Kültürlü insanlar çözüm üretme yeteneği olanlardı diye.