Allah, indirdiği her sure ile Muhammed Peygamber’i eğitip öğretmekteydi. O da kendinse vahiyedilen sureler ileinanan insanları eğitilip öğretmekteydi. Hem Peygamber hem de inananlar bu vahiyleri hayatlarına uygulamaktaydı.Çünkü Kuran, eğitim öğretim ve yaşam kitabıdır.
 
Bir önceki yazımız da Kâfirun Suresi’nde,Müslümanlar ile müşrikler arasında safların kesin ayrılmasıyla kâfirlerin artık peygamberimizle yapmayı düşündükleri uzlaşmadan tamamen ümitlerini kestiklerini açıklayarak şunları yazmıştım: Bunun üzerine müşrikler yeni bir strateji belirlemeye karar verdi. Bu maddeci, ahiret inkârcısı ve ahlâksız kâfirler (Kureyş'in ileri gelenleri), çıkarları gereği putçuluğu devam ettirmek azmindeydi. Bunun için tüm putları reddeden Müslümanlığı kendi çıkarları açısından tehlikeli buluyorlardı. İslam’ın ilerlemesine engel olmayı yeni stratejileri olarak benimsediler. Bunun gereği olarak herkesin gözünü kokutmak isteyenmüşrikler, kabilesi güçlü olan Müslümanlara dokunamıyor ancak, kimsesizlere, özellikle köle ve cariyelere, sonu ölümlerle biten işkenceler uyguluyordu. Giderek artan bu işkenceler karşısında, Müslümanların bir kısmı korku ve çaresizlik içinde dinlerini gizlemek zorunda kaldı.
 
Mekkeli yöneticiler, Müslümanları maruz bıraktıkları bu işkenceler karşısındaise Allah,Felak ve Nas Surelerini indirdi.  Bu surelerle kendine sığınıp ve kendinden hangi konularda yardım istenmesi gerektiğini bildirdi. Hem içerik bakımından, hem de birbirlerinin ardına gelmesi nedeniyle, bunlara “iki sığındırıcı”(muavvizeteyn) sureadı da verilmiştir. Ancak bu sözcük kesinlikle“koruyucu” anlamına gelmemektedir. Genelde bu iki surede dertlere deva, hastalıklara şifa, sihir,büyü ve cin gibi şeylere karşı kalkan olduğunu ileri süren birçok rivayet bulunmaktadır.Çoğunluk olarak Müslümanlar bu rivayetlerin anlattıkları gibiinanıp uygulamaktadırlar.FelâkSuresi, Mekke’de 21. sırada inmiştir. Surenin Medenî olduğunu ileri sürenler de vardır. Ancak surenin Mekke’de inen diğer surelerle aynı üsluba sahip olduğu açıkça görülmektedir.
 
Oluşturduğu şeylerin kötülüğünden ve çöktüğü zaman karanlığın kötülüğünden ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin/sözleşmelere uymayanların kötülüğünden ve kıskandığı zaman kıskananın kötülüğünden çatlamaların Rabbine; sıkıntıları ortadan kaldıran Allah’a sığınırım de!”(Felak, 1-5)
 
Sürenin indiği dönemMüslümanların Mekkeli müşriklerin işkencelerine maruz kaldıkları dönemdir veFil Suresi’nden hemen sonradır.Yüce Allah Fil Suresi ile bir taraftan Müslümanlara “korkmayın” mesajı verirken, diğer taraftan da Fil ashabının akıbetini göstererek,  müşriklere tehdit mesajı vermiştir. Bunu da önceki yazımızda anlatmıştım.
 
Böyle bir dönemde inen ve “qul” de ki ifadesiyle başlayan Felâk ve Nass surelerinde, hangi konuların Allah’a havale edilmesi gerektiği sayılmıştır. Ve artık bundan sonra Müminler her iki surede belirtilen konularda Allah’a sığınmalı, o surelerde yer almayan konularda ise kendi güç ve dirayetlerini göstermelidirler. Geçmiş peygamberlerin Allah’a sığınmaları da sadece bu çerçevede gerçekleştiği gibi, Kur’an’daki Allah’a sığınma ayetleri de tamamen bu prensip doğrultusundadır.
 
İnsanlar kendi güçlerini aşan zorluklar için Allah’a sığınmalı, kendi güçleri ile halledebilecekleri konularda ise işin üstesinden kendileri gelmeye çalışmalıdırlar. Hiç çaba göstermeden her işi Allah’a havale edip pasif ve uyuşuk olmamalı, hayır/iyilik dilencisi durumuna düşülmemelidir.
 
Surede geçen “sığınma” kavramı, “bir başkasına iltica etmek, sığınmak” anlamına gelen “ اعوذeuzu” sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu sözcük “ عوذavz” kökünden türemiştir. Kur’an’da bu kökten türemiş “ عذتuztü, يعيذونyeızune, فاستعذfesteız” sözcükleri de aynı anlama gelmektedir.Yani bu sureler ile Peygamber,Müslümanlara şu mesajı vermektedir. “Ben bu karşı konulmaz düşmanlardan ve zararlılardan Allah’a sığınıp yoluma devam ediyorum. Bana inanan, Allah’a güvenen benimle gelir, korkan geri döner gider” insanlar da tercihlerini açıkça yapacaklardır. Müşrik yönetici kadroya da “Biz sizi ve şu şer güçleri Allah’a havale ediyoruz. Allah’ın vereceği ceza bizim size vereceğimiz zarardan çok daha çetindir” anlamında bir ihtar verilmektedir.
 
Yine surede “Rabbü’l-Felâk”sözcüğünü açmak gerekir. “Rabb”kelimesi “Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü [gelişimi] programlayıp yöneten”demektir. “Felâk” sözcüğü ise “yarıp çıkarmak”anlamına gelmektedir.Bu konuyuEn’âmSuresi’nin 95 ve 96. ayetleri şu şekilde açıklamaktadır: “Şüphesiz ki Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp çıkarandır: Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. İşte Allah! Nasıl da döndürülüyorsunuz?“Tan yerini yarıp çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ay’ı hesap ile yapmıştır. Bu, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, çok iyi bilenin belirlemesidir, ayarlamasıdır.”
 
2-Suredeki“Yarattığı şeylerin şerrinden”sözcüğüyle kastedilen şudur:Surenin Fil Suresi’nden sonra indiğini göz önüne alındığında şerlerinden Rabb’ülFelak’a sığınılması gereken varlıkların başta Fil ashabını perişan edenboran olmak üzerefırtına,kasırga,deprem,sel,yangın,gibi doğal afetler ve daha sonra damikroplar,salgın hastalıklardır.
 
3- “Çöktüğü zaman karanlığın şerrinden” cümlesini şöyle tanımlayabiliriz: Çöken bastıran karanlığın bundan önceki sürelerde “gece”sözcüğü ile ifade edilenmiş olan cehalet,bilgisizlik ve yobazlık olduğunu vurgulamıştık.İnsanların, karanlığın yani bilgisizliğin şerrinden kendi çabalarıyla kurtulacağından söz edilmektedir.
 
4.  Ayette geçen “haset” sözcüğüyse, “Kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek”anlamındadır. Haset kalpte bulunan, insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayriahlâkî özelliklerden, hastalıklardan biridir. Bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesinden, kaynaşmasından doğan haset en çok da tanıdık ve akrabalar arasında kendisini gösterir.Haset, çirkin huyların en zararlılarındandır. Bir insanda bulunan ilim, ibadet ve hayır yapma gibi nimetlerin kendisinde de bulunmasını istemek haset değildir.  Buna  “gıpta” denir.Bunların başlıcaları şunlardır:
 
HASEDİN, ORTAYA ÇIKMASINA YOL AÇAN SEBEPLER.
1. Düşmanlık:  Kin ve düşmanlık sebebiyle ortaya çıkan haset sonucu, hileli yollarla nimet ortadan kaldırılır, insanın şerefi ile oynanır ve gizli işlerinin açığa çıkarılması için çaba harcanır. Bu tarz haset, çok kere çekişme ve kavgalara da yol açar ve hayat boyunca devam eder.
2. Teazzuz: Mevki, servet veya ilim sahibi olan bir kişinin bu özellikleriyle karşısındakilere üstünlük taslaması, bu davranışı hoş görmeyen o kişilerde bir kıskançlık duygusu oluşturur.
3. Kibir 
4. Şaşkınlık ve hayranlık
5. Amacına ulaşamama korkusu 
6. Makam ve mevki sevgisi.
7. Kötü huyluluk ve Allah’ın kullarına verdiği nimetlere karşı cimrilik:  Böyle kimseler, başkalarının kötü durumda olmalarından hoşlanır, Allah’ın lütuflarına karşılık cimrilik gösterir.Haset dışa vurulmadığı sürece kişinin kendisinden başkasına zararı olmaz. Haset eden kimsenin içinde sürekli bir ateş yanar. Bu ateş onu yakar, yavaş yavaş eritir. Çünkü birisinin nimetinin artması, hasetçinin hasedini, dolayısıyla rahatsızlık ve sıkıntısını çoğaltır. Hasetçinin göğsü daralır, uykusu kaçar.
 
Amansız bir hastalığa düşer. Ama hasetçinin içindeki haset coşar da dışa vurursa, haset edilene karşı kin, garaz güder, düşmanlık yapmaya başlar. Karşısındakinin yok olması için uğraşır. Bunun için de iftira atar, komplo kurar, kundakçılık yapar hatta suikast bile düzenler…(Tebyin-ül Kuran)