HASTALIK ÖTESİ

İktidar ya da muhalefet ayrıştırmadan, bulaşıcı bir hastalığın topluma sirayet etmesinden kaynaklı bir çaresizlik içindeyiz. Her kapılan koltuk sahibinin bilirkişi sıfatıyla örtüşmüyor zira.
Malum hatır gönül işleriyle ilişkilendirilen ve bu minvalde yol alan bir sistemin, tıkır tıkır işlemesi demek, hizmet noktasında işlerin tıkır tıkır ilerlemesi demek değil.
Köşeleri tutabilme aceleciliğinde olanlar, geçici kazanımlarına çok çabuk teslim oluyorlar. İşte bu yüzden sonu hüsranla bitiyor bu filmin.
Vatan ve vatandaş zamanla değil her zaman kaybediyor kaybetmeye mahkûm ediliyor…
Her devralınan koltuk, bir öncekinin beceriksizliklerini iş bilmezliklerini kamuoyuna izah etmeye çalışılarak heba edilen zamanların kurbanı oluyor.
İş üretmek ve hizmet etmek için geç kalınmış lığın temelinde yatan yegâne gerçek, iş bilmezliğin koltuk değişimlerinden sonra da bulaşıcı olduğuyla alakalı bir durum sanırım.
 Niyet sadece koltuk kapmaya endeksli olunca, çare arayan yüzlerce dert, devasız yığıyor üs tüste kendini.
Bir kuruma, bir makama işiniz düşüp gittiğiniz de bir önceki siyasi olgunun yenilerince beceriksizliklerini dinlemek zorunda değil hiç kimse.
Gidenlerin ardında (tu kaka) söylemler sarf etme gafletinden kurtulamayanlar, iş üretme konusunda aciz kaldıklarını kabullenemiyorlar bir türlü.
Ve bu doğrultuda kaybeden sadece hizmet oluyor.
Bu bir şehirse şayet ve bu benim, bizim şehrimizse ve dahası vatanımızsa haklarımız eşitse ki öyle işe koyulmak tek çaredir işe ve yola!
Vatanımızın her dönem ve her daim şahlanması için gönüllü olanların havlu atmaları, üstelik bunu kendilerinden önceki siyasi ideolojiyle kılıflandırmaları tatmin etmiyor henüz aklı başında kalanları…
“Ayine si iştir kişinin lafa bakılmaz” sözü iş bilmezlerin elinde patlıyor.
Birbirimize beğendiremediklerimiz yüzünden kaybediyoruz zamanı ve zamanın içinde de Atalarımızdan devraldığımız miraslarımızı…
Koltukların nasılsa bir kimliği var ise üzerinde oturmaya meyledenlerinde bir kişilikleri olsun lütfen… Koltuklar değiştiğinde geriye kişilik kalıyor benim bildiğim ta bi varsa.
HALKIN SESİ ANTİKA VE MUSTAFA ÖZDEMİR
Dört yılı aşkın bir zaman diliminde, Halkın Sesi Gazetesinde halktan biri olduğum için yazma fırsatı buluyorum. Bu fırsatı veren gazeteme teşekkür ediyorum.
“Acemi nalbant dayısının eşeğinde öğrenirmiş” misali “tecvitte hata olmasın” ben de kapasitem oranında karalıyorum bir şeyler.
Bu konuda iç disiplinim düzenli bir işleyişe de yön veriyor. Acıdan ve yokluktan geçen birkaç zaman dilimi hariç, sadık bir işçiyim yaşamın her alnında olduğu gibi gazetedeki köşe yazılarımda da...
Yazdığı dönemlerde kalemine dikkat kesildiğim yazarlardan biridir yerel basında Mustafa Özdemir.
 
İyi bir gazeteci olmasının ötesinde, iyi bir antika eser gözlemleyicisi ve antikacı olduğunu da açtığı antika sergisiyle gördük.
 Antika sergisinde ki her bir parçada bu kültürün içinde binyıllardır var olan çeşitliliğin yüzlerce örneğini gördük.
 Ve o güzelliklerin o her bir parçada ruhunu saklayan yaşanmışlıkların arasında şiire dokunduk karınca kararınca.
Eşi ile birlikte, sergiye şiire yolu düşen konuklarına gösterdikleri hassasiyet, kalp güzelliklerini de ortaya koydu bir kez daha.
Nerdeyse her parçanın külliyatını içinden taşan heyecanla ziyaretçilerin her birine aktarma telaşı yaşıyordu gözlerinde.
(Bir parantez açıyorum bir iki gönül kırıklığımda yok değil hani geçmişe dair içimde)
Böylesine güzel ve tarih kokan anlamlı sergide şiir yolculuğuna çıkmak, ruhsal beslenme açısından şifa gibi geldi adeta.
Sergi Zonguldak Devlet güzel Sanatlar Galerisinde görülmeye değer doğrusu. Yolunuz düşerse notuyla bir küçük öneri sadece.