Son günlerde bir eylemden bir başka eyleme koşmakla geçiyor ömrümüz. Kentimizin havasına, suyuna, toprağına, suyuna, hukukuna sahip çıkmak için verdiğimiz mücadelede her geçen gün yeni insanlara ulaşıyor, yeni sesler katıyoruz sesimize… Aldatılmışlığın kör memelerinde uyutulmaya çalışılan halka yana yakıla dert anlatmaya çalışıyoruz. Zonkişotlar olarak dört koldan saldırıya geçen termikçi şirketlere karşı sathı müdafaadayız. Bir yandan halkı bilgilendirme toplandırmaları yapıyor, diğer yandan da kâr hırsından gözü dönmüş şirketleri her türlü olanağı kullanarak püskürtmeye çalışıyoruz topraklarımızdan. Sokakta da, mahkeme salonlarında da peşlerindeyiz. Mücadele arkadaşlarımız, Bartın’da destan yazıyor. “Çok şükür bugünleri de gördük / Ölsem gam yemem gayri” umut beyazı renklerle motifleniyor Amasra’nın lacivert sularında…

 

Geçtiğimiz gün Bartın Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde yüreğimiz kabardı. Amasra’yı cehenneme çevirecek olan termik santrale karşı Bartın halkı destan yazdı adeta… Hattat’ın daha önce altı kez reddedilen ÇED raporu bu kez Ankara’da yapılın katakulli ile yeniden askıya çıkarılmıştı. Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, bürokratların kitaba uymadığı için imzalamaktan korktuğu kimi belgeleri“Sorumluluk bana ait” diyerek resen imzalamıştı. Akıl alır gibi değildi ama Kültür ve Turizm Bakanlığıysa UNESCO’ya, “Dünya kültür mirası” olarak tescil etmesi için başvurduğu Amasra’ya, bu kez, “Turistik değeri yoktur” raporu veriyordu… Raporun askıya çıktığı anda harekete geçen Bartın Platformu, 10 günde tam 40.672 itiraz dilekçesi topladı… İlin toplam nüfusunun 180 bin olduğunu düşünürsek, dudak uçuklatıcı bir rakamdı bu. Başta Prof. Dr. Erdoğan Atmış olmak üzere platform üyelerini ne kadar alkışlasak azdı…  Önümüzü ilikleyip, şapkamızı çıkardık önlerinde… Ve orada ilan ettik: Hattat Amasra’da kaybetti. Halka rağmen yapamazlardı çünkü o santrali oraya…

 

ÇİVİ ÇAKMAK BİLE GÜNAH

Dediğimi gibi biz de boş durmadık bu arada... Tanımayı ömrümün en büyük bahtiyarlıklarından biri saydığım Sevgili Ali Osman Karababa, Sevgili Özer Akdemir ile birlikte, iki günde, dört yerde bilgilendirme çalışması yaptık. Bartın’da göğsümüzü kabartan bahar yüzlü insanların başını çeken Prof. Dr. Erdoğan Atmış Çaycuma’da, Akkuyu nükleer santrali projesini geri geri kilometrelerce yürüyerek protesto eden BirGün Gazetesi Yazarı Özgür Gürbüz ise Ereğli’de katıldı bizlere. Adımızı “Gezici vaiz ekibi”ne çıkardık şakayla, “Baş vaiz” olarak da Sevgili Ali Osman Hoca’yı ilan ettik… Bizce verilmiş bir payeye gereksinimi yoktu aslında. Başarılı bir akademisyen olarak üniversite kürsülerinde edindiği birikimi, hoşgörüsü, alçak gönüllüğü, hepimizi hayran bırakan çalışkanlığı,  kalenderliği ve hiç bitmeyen enerjisiyle her türlü takdirin üzerine çoktan çıkmıştı çünkü…

 

Ali Osman Hoca’nın yaydığı büyük sinerji, ülkenin en deneyimli çevre muhabirlerinin biri olan Özer Akdemir’in yüksek sorumluluk duygusu, aslında son derece zor olan bir çalışmanın keyifle geçmesini sağladı. İki günlük maratonun sonunda yorulmuştuk, ama her birimizin yüzüne yayılan ışıltıdan da anlaşılıyordu ki, mutlu bir yorgunluktu bu… İlk durağımız Saltukova Sazköyü idi. Civarına Nurol Enerji ve Kaptanlar Şirketler Grubu tarafından iki santral planlanan köye ulaşmak için geçtiğimiz yol boyunca gördüklerimiz sözcüğün tam anlamıyla büyüledi bizi. Su terazisiyle tesviye edilerek özene bezene yapılarak canlıların hizmetine sunulmuş gibi duran Saltukova, işveli yar gibi, yeşilin bin tonuyla gülümsüyordu yüzümüze. Sav söz Özer Akdemir’den geldi: “Buraya değil santral yapmak, çivi çakmak bile günahtır.”

 

ÇATALAĞZI ÜVEY EVLAT MI?

Ne yalan söyleyeyim, Sazköyü sakinleri biraz yabancıladı bizi. Ezber bozan cümlelerle ilk kez birileri kaplarını çalıyordu galiba… Toprakları neredeyse 20 yıl önce “acele kamulaştırma” kararıyla ellerinden alınmış, bir çivi bile çakılmamıştı daha sonra. Pek çok insan evini köyünü terk ederek başka yerlere göç etmiş, kimileri de dedelerinden miras yerlerde kiracı olarak yaşamak zorunda kalmıştı. Hayvancılık bitirilmişti tümden, tarımsa ancak kendilerine yetecek kadardı. Ali Osman Hoca termik santrallerin insan sağlığı üzerindeki etkilerini son derece etkili bir dille anlattıktan sonra, gerçeği tüm çıplaklığıyla koydu ortaya. “Tercih sizin arkadaşlar. Ya toprağınıza, suyunuza sahip çıkacaksınız ya da babalarınızın, dedelerinizin mezarlarını bırakıp terk edeceksiniz buraları. Unutmayın, yalnız değilsiniz, çaresiz de…”

 

Ereğli ve Çaycuma’da yapılan toplantılar birere hazırlık çalışması gibiydi. Ereğlili dostlar, termikçi şirketleri daha önceleri Köseağzı Köyü’nden nasıl kovdularsa, Kireçlik’ten de aynı şekilde kovacaklarını açıkladılar gururla. Çaycumalılar ise Filyos Projesi adı altındaki muammayla getirilecek kirli teknolojilere karşı şimdiden harekete geçiyordu. Sakinleri dahil herkes tarafından üvey evlat muamelesi yapılan Çatalağzı’nda yaptığımız toplantıysa bana sorarsanız tek kelimeyle dramatikti. Tereciye tere satar gibi bir duyguyla gittiğimiz Çatalağzı, termik kirliliğin tam göbeğindeydi ve sözcüğün tam anlamıyla bir dramı yaşıyordu. Yeni santraller açılıyor, ona koşut olarak da nüfus hızla azalıyordu. Belediye Başkanı’nın verdiği bilgiye göre ticaret de yok oluyordu hızla… Termik santrallerin istihdam yaratacağı sözü kocaman bir yalandı. Nüfusun düşmesine karşın işsizlik çığ gibi artıyordu çünkü. Sözün kısası, Eren santralleri, kanser vakalarındaki artış, her yanı saran kirlilik ve artan gürültü ve toz konsantrasyonu ile kuruyan ağaçlar dışında hiçbir şey vermiyordu Çatalağzı halkına… Mücadele sürecekti elbet… Hiçbir şey için geç değildi… Nasıl Hattat kaybettiyse Eren de kaybetmeye mahkûmdu eninde sonunda… Tüm işbirlikçileri, doğa düşmanlarıyla birlikte hem de…