Kapayın şimdi gözlerinizi. Karanlığı hissedin her zerrenizde. Bulunduğunuz yerden hareket etmeye çalışın şimdi de. Çok değil, sadece bir kaç adım atın şayet ayaktaysanız. Ne o! Yalpalandınız değil mi? Elleriniz sürekli destek alabileceğiniz bir şey aradı. Tedirginliği, korkuyu, çaresizliği tüm hücreleriniz de hisseder olduğunuz. Eğer yalnızsanız, yüksek ihtimal düşeceksiniz veya bir yerlere çarpacaksınız. Şayet yalnız değilseniz, yanınız da destek alabileceğiniz bir şey var ise şanslısınız demektir. Daha rahat ilerleyebilirsiniz artık.
Çoğu zaman söylemek istediklerimizi doğru kelimelerle anlatamamaktan bile gocunuruz. Yürüyüşümüzdeki anlık aksaklıklara, yüzümüzdeki sivilcelere, boyumuzun kısa oluşuna varıncaya kadar, rahatsızlık duyarız çoğu kez. Çünkü o kadar çok alışmışızdır ki her şeyin kusursuzluğuna; en ufak defoya(!) bile tahammül edemez olmuşuzdur. Peki, gerçek kusur neydi? Sizin mükemmel olarak nitelendirdiğiniz değerler veya varlıklar ne derece mükemmellerdi?
Sorarım size; hiç düşündünüz mü bir azanızın yokluğunu? Toplumun size ''Eksik(!)'' gözüyle baktığını, dışarıdaki dünyayı yok sayıp, kendi içinizde bir dünya yarattığınızı, farklı olduğunuzu, herkesten farklı olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Zannetmiyorum ki düşünesiniz, düşünmek isteyesiniz. Benimde naçizane amacım bu hafta sizin fikirlerinde bu düşünceyi oluşturabilmek.
Gözlemlerim neticesinde Zonguldak’ta çok sayıda engelli vatandaşımızın olduğu tespitini yaptım. Özelikle sosyal hayat uyumlarını yüksek oranda yakaladıklarını halkın büyük çoğunluğunun ciddi anlamda duyarlı olduğunu en başta söylemek isterim. Bunun yanı sıra engelli vatandaşlarımızı dışlayan ve engeli fikirlerinde yaşayan birçok insanda var pek tabii ki.
Diyeceğim o ki öncelikle ‘”Engelin”’ hangi anlamlar taşıdığını iyi idrak etmeliyiz. ‘+ 1’  fark demek gülüşlerimizin daha özgür olması demektir, unutmamalıyız. Bu sebepten önce kalplerimizin ve fikirlerimizin en büyük engeli olan ‘Önyargılarımızdan’ kurtulmalıyız. Sonrası mı? Sonrası huzur, anlayış, birlik ve beraberlik. Sonrası barış.
MİHRİBAN SARI
 
Köşe başlarında kaldı gözyaşlarım.
Yutkunamadığım sözlerim boğazımda kaldı.
Sessiz sedasız giderken içimden sen,
Kimsesiz bir çocuk kaldı yüreğim...
MİHRİBAN SARI
 
SEVMELİSİN!
"Hoşça kal "demesini bilmeli insan.
Zor olsa da çekip gitmeyi,
Susmayı edep bilip,
Boğazına kadar sıralansa da kelimeleri,
Nefessiz kalsa da,
Ölür gibi olsa da,
Her kelama sırt çevirip gidebilmeli ...
"Gitme!" demesini umud etmeli birinin mesela,
Ardında bıraktığının "Git! "diyeceğini bilse de...
Akabilmeli gözyaşları, yürek sahibinin tebessümü için.
Vazgeçebilmeli kendinden,
Vazgeçemediğinin mutluluğu için.
Sözün kısası azizim;
Sevmelisin!
Her an gidecekmiş gibi ama hiç gitmeyerek.
Sevmelisin, kıymet bilerek.
Sevmelisin, bazen susarak bazen giderek.
Tek bir tebessüme koca bir ömrü sığdırarak sevmelisin.
Neden mi sevmelisin?
Yüzüne vuran güneşin içini ısıtmasının bir sebebi olmalı çünkü.
Tenindeki çocuksu mutluluk kokusunun,
Sesindeki şiirsi tavrın,
Kalbindeki yangının,
Gözlerindeki isyanın bir sebebi olmalı ...
İşte bu sebepten azizim,
Sevmelisin!
Sevebilmeyi sevmelisin.
MİHRİBAN SARI