Sanırım insanoğlunun yaşadığımız yüzyıldaki en önemli sorunlarından biri de bu. Kendinde olmayanın bir başkasındaki varlığından rahatsız olmak. Yalnızca bu kadar da değil, bu rahatsızlık neticesinde de elinden geleni ardına koymayan bir pişkinlikle şeytanlaşmak.
“Karşınızdakilerin, özellikle tanıdığınızı düşündüklerinizin gözlerinin içine iyi bakın, ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız.”
Toplum nezdinde ortak paydaların kişiselleştirilme çabası ise günümüzdeki bir başka hastalık ilişkiler üzerinden. Kişiye özel olanların mahremiyeti elbette tartışılmaz, fakat hep ben, hep benim olsun, benim zümrem ihya olsun gibi bencillik üstü bir bakış açısı, çok daha fena bir şey diğerlerinden. Dünya hiç kimsenin babasının çiftliği değil oysaki!
Ne emeğe saygı var “belki de hiç olmadı” ne de emekçiye…
Bir koltuk sultanlığı var ki sormayın gitsin, poposuna yer bulan kendini haşa peygamber zannediyor bu devri âlemde. Dahası da var, hemen hemen herkes, koltukları zimmetine geçirme gafletinde.
Hiç kimse kolay kolay terazinin kefesine koymuyor kendini. Şeytanın varlığı üzerinden salına salına yüksek lisansını yapıyor şu kötülük, şu hazımsızlık, şu açgözlülük. Belki de en masumu şeytan.
Kolaycılık popülaritesini koruyor gündemde.
Üretmek zorlayıcı bir eylem, yoruyor, hazıra konmak ise göz boyuyor. Bir başkasının üzerinden yükselmek ise sözün bittiği yer oluyor. Samimiyetsizlik öylesine çoğaldı ki kendiyle bile olması gerektiği gibi yüzleşemiyor insanlık.
 Birbirinin röntgenini çeken çekene, üretmek ve yol almaktan öte, açık kovalayan bir zihniyetin kurbanları aslında çoğalmakta olan. Ve kusursuzluk iksiri içiyor algılar.
Özenmek, imrenmek, etkilenmek gibi masum kavramlar değil söz ettiğim. Tamamen bencillik ve hırsına yenik düşenlerin, kendini kendiliğinden ifşa ettikleri bir çoğalmadan söz ediyorum.
Kısacası istikrarsız insan kişilikleri kol geziyor her meslekte ve zamanın gündeminde.
Kimse kimseden memnun değil, o kadar uçlardayız yani. Al gülüm ver gülüm üzerinden kıvrılıyor dümenler.
Uzun zamandır samimiyetle gülümseyen gözler göremiyorum örneğin, mutlaka bir çıkar, bir beklenti doğuruyor ikili ya da çoklu ilişkiler. Bu üretim yolculuklarında daha çok ön plana çıkıyor ve daha çok yıpratıyor insan ilişkilerini. Kendini ölümsüz sanmak gibi bir gafletin kurbanı olduğumuzla yüzleşemediğimiz her an, kaybediyoruz insanlık pusulamızı. Yardım eli uzatmaktan ise hepten aciziz.
Kapılar geçit vermeyince düzen kurbanlarını çoğaltıyor işte.
Dünya sadece kendini döndürmez, içindekileri de çarkına göre çevirir durur ve neticede birileri gelir ve birileri hep gider. Kalıcı ve ölümsüz olduklarına inanma gafleti gösterenler ise, kendilerini bulunmaz Hint kumaşı zannedenlerdir.
Samimiyet kendini öldürdüğünden bu yana, bu ikiyüzlü sahtekârlık gündemin ortasında hanidir ve sefasını sürüyor yüzsüzce.
Tedavisi olmayan bir hastalığın esiri olmuşluğumuz elimizdeki asıl gerçek. Elbette bu süreç gökten inmedi insanlığın üstüne, birbirimize sürtüne sürtüne dokumuza işlettik velhasıl.
Sonuç ise, hazımsızlık gibi nur topu kıvamında bir gerçeğimizin var olmasıyla nokta koydu kendine. Bu da demek oluyor ki başımıza daha çok bela olacak şu hazımsızlık.