Demir kapılar arkasına sakladım sevdamı. Karanlık kuyular doldurdum içime zamansız. Bütün yeşillerimi kapattım, bir korku çöreklendi son vakti akşamın, yüzümde denizin tuzu, ellerimde rüzgâra karışmış kokun, ilmek ilmek çözdüğüm saçların düşümde ve bir mavi gece usulca inmekte gözlerime…

Az sonra sevgili son ışıklarda gömülünce dalgın suya, bir kum tanesi daha eksilince ömrümden her akşam yaptığım gibi, tam da önceden belirlediğim gibi kalkacağım yerimden. Penceremin ardından uzanıp gecenin yaldızlı yüzüne aklımdaki bütün düşüncelerin yerine rüzgârda salınan bir yelkenli koyacağım. Ay ışığı altında nazlı nazlı salınırken, içine papatyalar, hercai menekşeler, şebboylar, gecesefaları serpiştirdiğim yüreğimi koyacağım yanına…
Eğer özlersem yeni bir sevdayı, süzülüp gecenin içinden düşten bir sevgiliye uzanacağım. Saçları yosun kokan bir reis düşleyeceğim göğün mavisine aldanıp. Yaz bulutları geçecek üzerimden bir ağustos akşamı. Sana benzeyecek kimi. Kimi bir balığın ışıltılı sırtına, kimi az önce özgürce havalanan şu martının kanadına.  Ardından ince, ılık bir yağmur inecek düşlerimden avuçlarıma ilk damlalar ak dalgalarla savuracak yelkeni, sonra iri dalgalı yalnızlıklar  yol olacak yatağıma.

Uzandığım yerde sen diye yağmuru kucaklayacağım… Her damla yüzün, her yeşil ellerin ve her mavi çıplak ayakların bir eylül gibi geleceksin geceme, ben sırılsıklam sarhoş olacağım. Çaresiz, uzak tutacağım seni kendimden… Bu demirden perde, aşkı anımsatan her nesneyi, her biçimi, her rengi, her güzel kokuyu, her sevdayı kör kuyulara salacak… Yedi kat mercandan yapılmış, yedi kat deniz dibinde, yedi kat sular altında demir ağlardan örülü kör bir kuyuya…

Senden sonra sevgili, bu düşün ardından bir sabah o fenere gideceğim. Yıllar boyu suların dipsiz karanlıklarından sabahın ilk ışıklarında laciverde boyandığı geceler gibi, sevdanın mavilere boyandığı zamanları bekleyeceğim. Güneşin yükselip denizi gümüş tellerle süslediği, ışığın dalgalarla oynaştığı saatlere dek bekleyeceğim…

Allı yeşilli kuşaklar çekilmiş, beyazı martı gibi bir kayıkla gelmeni düşleyeceğim… Yorgun bir dalganın önünde koşarak gelip o bildik feneri kucakla isteyeceğim köpük köpüğe… Bütün umutları ardından süpürüp gitmene rağmen, inatla sonsuza dek sürecek bir aşkı bekleyeceğim…  Satırlardan çıkıp gelecek bir rengi, bir sözü, bir maviyi…

Sözün rengi olsaydım sevgili; ben mavi olurdum, kucağında mucizeler getiren, mucizeleri emziren bir deniz gibi MAVİ… Meğer yeni doğan güneşin kollarında beyaza mayalansa bile; mavi olmalıydım… İşte sevgili sen böylesi düşlerime girip çıkarken, sen hayatımdaki tek sahici göz, tek yalansız söz, sen arada bir bulup bulup yitirdiğim tek sevdayken; sabah olmadan, tanyeri atmadan dönüp o maviliğe seni arayacağım. Yoksun, ama ben sen varmışsın gibi düşleyeceğim…  Düşünmeli, özlemeliyim… Özledin mi sevgili? Özledim mi? Ben, seni…

Sevgili; ben hala bildiğin gibiyim. Hala ürkek bu yürek yeni bir yolculuğun telaşıyla... Hala ne zaman bir huzur arasam sığındığım tek yer denizin uçsuz bucaksız koynu… Hala uzun uzadıya mektuplar yazıyorum özlemini olmayan bir sevdayı, yokluğu anlatan, hala bir kaç kadeh şarap yoldaş bana yalnız geçirdiğim geceler özleyince tenini birbiri ardına sigara yakmayı sürdürmek istiyorum yine… Sözde dostlarla akşam yemeği yiyorum bazen görev icabı. Hafta sonları mı; biliyorsun işte seven sevmeyen kim varsa yanımda. Bir tek sen sevgili olmayan yanım, bir tek sen olmayanımsın…

Okuduğum kitapların sayfaları arasında yeni yolculuklara çıkıyorum hiç bilmediğim, hiç dönmediğim... Yarım kitapların arasından yine ayraçlar koyuyorum bilinmez bir zamana erteleyip, hala bir iki kitap başucumda, bir kaçı salonda koltuklara dağılmış tam bıraktığın yerde, bıraktığın halde... Yeni değişimler de yaşıyorum ara sıra şaşa kaldığım. Bütün yanlışların suçunu kendime yüklemekten vazgeçtim mesela... Çok şaşıracaksın ama yeni satırlardan geldim bir kaç saat önce. Uzun zamandır okumadığım, ve özlediğimi anladığım, özlemim olan satırlardan... Beni anladığına inandığım mavi satırlardan.. Düşlerin nerede diye soran, düşlerini hiç görmediğim satırlardan. Beni bana anlatan beni bana yazan satırlardan…

O kadar çok yoktum ki sevgili; ne zaman vardım ben var mıydım, sevda mıydım, yaşamış mıydım karıştığım bir zamandan… Ben sevgili; bana bir nehir gibi akan ben gitmedikçe çekip gitmeyecek satırlardan çıkıp geldim az önce.

Yalnız olduğumu düşünme sakın; daha gidecek pek çok yolum,söylenmeyi bekleyen bir çok şarkım, içimde hınzırca gülümseyen bir yaramaz çocuk, içinde kaybolduğum deli dalgalarım, kocaman okyanus sessizliğim, nasıl da ertelediğimi fark etmediğim duygularım, sabrım, gücüm, düşlerim ve sevmeyi bilen bir yüreğim var hala..

Zaman sevgili biliyorum; koşarak geçti, dörtnala geçti ömrümün üzerinden. Mevsimleri savurdu, seneleri yığdı yolumun üzerime… Demir perdeler gerdi gecelerime, açılmaz bildiğim kilitler vurdu yüreğime... Gün batımında güvercin kanatlarına yüklediğim sevinçlerimi aradım umutsuzca, soldum, yoruldum. Sonra bir gece ıpıssız bir okyanusta yüreğim hala eski bir sevdaya esir; sesini hiç duymadan, yüzünü hiç görmeden rüzgârım olan satırlarından geçtim... Ben sevgili bitmemiş şiirlerden çıkıp geldim az önce gökyüzünden toplayıp yıldızları gece yarısı, şafak tanrısını kandırıp da. Hangi çıkmazdan alıp getirmiştik düşleri, bir ölmekle, iki yaşamakla? Biz yarattık yüzlerce gece arasından sevgiyi. Hasreti uykulara yenip, biz uzandık sabaha... Ve seviştik, yangın, yasak demeden. Görmeyen gözlerden uzak ürperdi tenimizi. Başımız döndü; bir öpmekle, iki sevişmekle… Ve nasıl da yarattık binlerce kişi arasından ikimizi. Soğuk bir akşama geldik öpülmüş deniz gibi…

Ve dokuzdu zaman, sıyırdı iki bulutu gece, bir ayrılıkla, iki hüzünle güne…

Hani tek kişi ile başka uyanılan ,Başka uyanılan iki kişiyle …