Hiç düşündünüz mü; acaba neden bizim ülkede dünya çapında ünlü, yani VIP unvanı almış insanlar yetişmiyor? Nedenini ben size söyleyeyim mi? Yetişmesine diğer insanlar izin vermiyor da ondan! Çünkü değer bilmezlik var, kıskançlık var. Birisi sivrilmeye başladı mı el birliği ile onu törpüleme huyumuz var.
   Gelelim bizim konumuz olan Zonguldak özeline: Zonguldak'ta dünya çapında tanınan ve fenomen olmuş bir isim yetişmiş mi? Örneğin, bırakın dünya çapını; Türkiye çapında tanınmış bir filozof, bilim adamı, devlet adamı, iş adamı veya hariciyecimiz var mı? Ya da bir yazar, şair, sanatçı veya spor adamı var mı? Siz belki birkaç isim saymaya çalışabilirsiniz ama; bence VIP (Very Important Person - Çok Ünlü Kişi) anlamında böyle birileri yoktur.
   Ben bunun sebeplerini 16 - 04 - 2014 tarihli ve ''Zonguldak'tan Neden Ünlü Yetişmiyor'' başlıklı yazımda anlatmıştım. Merak eden gazetedeki sayfamdan bulup okuyabilir.
   Aslında Zonguldaklı olarak bizim ünlü olabilecek potansiyelde insanlarımız yok değil. Ama bu insanların çıkıp ''ben ünlü olmak istiyorum'' diye bağıracak halleri yok. Hani bizde bir söz vardır ''şeyh uçmaz müritleri uçurur'' diye.. İşte bu sözde olduğu gibi, bizim de bu insanlara sahip çıkıp değerlerini tüm ülkeye, hatta tüm dünyaya göstermemiz gerekir.
   Örneğin, siz Zonguldaklılar; Prof. Dr. Kaptan Kaptangili tanıyor musunuz? Tanıyan kişi sayısı yüzde kaç? Çok az olduğunu biliyorum. Halbuki Kaptan Kaptangil Zonguldak'ın yetiştirdiği çok değerli bir bilim adamıdır. İki doktorası olan nadir akademisyenlerden biridir.
   Bu yazının başlığı olan ''Hiç Üzülmedim'' aslında Kaptan Kaptangil'in yeni çıkan 522 sayfalık yeni kitabının adıdır. Hocamızı yakından tanımak isteyenler, benim ve arkadaşlarımın bir solukta okuduğu, son derece akıcı bir dille yazılmış bu kitabı okumalıdırlar.
   Bu kitap sıradan bir kitap değildir. İbret alınacak çok dersler olduğu gibi bilmediğimiz birçok konuda bizleri aydınlatan çarpıcı bilgilerle doludur. Aslında Kaptan Kaptangil'in sıradışı yaşamı bile başlı başına bir trajedidir.
   İsterseniz size Kaptan Hocayı kısaca tanıtayım.
   Kaptan Hocanın çocukluk ve gençlik yılları tam bir trajedidir. Öyle ki; Türk sinemasına defalarca konu olmuş, acıların çocuğu Küçük Emrah'ın hayatı bile Kaptan Hocanın kinin yanında çok sıradan kalır.
   Öyle zalim bir babası vardır ki böyle bir baba olabileceğine kimse inanamaz. Bu yüzden trajedi 1946 yılında Trabzon Vakfıkebir'de doğan Kaptan Kaptangil'in daha 5 yaşında iken Kilimli'de kömür ocaklarında başçavuş olarak çalışan babasının yanına gelmesiyle başlar. Kendisini ve annesini fırsat buldukça döven, hatta annesinin kolunu kıran babası onu okula bile yazdırmaz. Deniz kenarındaki maden atıklarının içinden kömür parçaları toplayıp satarak biriktirdiği para ile ders kitap ve gereçlerini alan küçük Kaptanı okula komşuları yazdırır. Okul dışı saatlerde simit ve gazete satarak annesine ve iki kardeşine de bakar.
   Fakat babası 1.nci sınıftan sonra kendisini annesi ve kardeşleri ile beraber tekrar Vakfıkebir'e, akrabalarının yanına gönderir. Burada 2.nci sınıfa yazılır ve 5.nci sınıfa kadar devam eder. Yaz tatillerinde ise çobanlık yapar ve Kuran kurslarına gider.
   5.nci sınıfa geçince amcası onu tekrar Zonguldak'a getirir ve Üzülmez İlkokuluna kaydını yaptırır. Okul bitince tekrar Vakfıkebir'e gönderilen Kaptan kaçak yolcu olarak bir gemiye binip Zonguldak'a geri gelir. Amcaları tarafından tekrar Vakfıkebir'e gönderilmek istenen Kaptan, bindirildiği geminin diğer merdiveninden gizlice iner ve Zonguldak'ta kalır. Çaydamar'da EKİ katırlarının samanlığında yatıp kalkmaya başlar. Simit ve pazarlarda çorap satarak geçimini sağlamaya çalışır.
   Okul zamanı yaklaşınca Kilimli'ye tekrar gelir ve bir meyhanede komi olarak çalışmaya başlar. Lokantacı lokantanın çatı katında yatmasına izin verdiği için geceleri orada kalır. Okul zamanı meyhanenin aşçısına yalvararak velisi olmasına ikna eder ve Kilimli Ortaokulu'na kaydını yaptırır. Akşam okul çıkışından sonra da komiliğe devam eder.
   Böylece orta okulu bitirir. Lisede okuyabilmek için Zonguldak'a döner. Mehmet Çelikel Lisesi'ne kaydını yaptırır. Okul masraflarını çıkarabilmek ve babası tarafından kovulan ailesine bakabilmek için akşamları yine bir meyhanede ve meyhanenin üst katındaki kumarhanede çalışmaya başlar.
   Liseyi bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi'ne girer ve bu fakültenin Tarım Ekonomisi Bölümü'nü seçer. Çeşitli zorluklarla, Zonguldak'ta biriktire bildiği üç beş kuruş para ve aldığı burslarla bu okulu da yüksek ziraat mühendisi olarak bitirir.
   Buraya kadar Kaptan Hocanın üniversiteyi bitirinceye kadarki hayatını çok kısa olarak özetledim. Belki ayrıntıları anlatamadığım için kendisini yeterince tanıtamamış ve çektiği acıları tarif edememiş olabilirim. Bunları ancak kitabı okuyunca anlayabilirsiniz.
   İşte bu şartlarda yetişen ve üniversiteyi bitiren Kaptan Kaptangil, üniversite sonrası yüksek ziraat mühendisi olarak bazı devlet kuruluşlarında çalışırken akademisyenliğe geçiş yapar. Norveç'e iki defa burslu giderek önce istatistik alanında, sonra da tarım ekonomisi alanında doktora yapar.
   Çeşitli devlet ve özel üniversitelerde profesör olarak ders verdiği gibi; bölüm başkanlıkları, dekan yardımcılıkları, dekanlık ve rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde de bulunduktan sonra birkaç sene önce emekli olur.
   Değerli okuyucular, siz bunları okuyunca sıradan bir hayat hikayesi okuduğunuzu düşünebilirsiniz. Peki Kaptan Hocayı farklı ve değerli kılan nedir diye sorabilirsiniz. Şöyle özetleyeyim.
   Kaptan Hocayı farklı ve değerli kılan sadece çok zor şartlarda eğitim yapması, iki doktorasının olması veya üniversitelerdeki unvanları değildir. Cesur ve maceracı olduğundan dolayı daha lisede iken Eskişehir'in İnönü ilçesinde bulunan planör kursuna katıldığını; burada başarılı olduğu için Etimesgut'daki uçak kursuna giderek ''uçuş brövesi'' aldığını da saymıyorum. Hatta sonradan gemi kaptanlığı belgesi aldığını ve askerde yedek subaylık yaparken, görevi olmadığı halde tank tamiri konusunda uzmanlaştığı gibi sıra dışı meziyetlerini de saymıyorum.
   O zaman neyi sayıyorum? Cesaretini ve metanetini! Düşüncelerini ve eleştirilerini hiç çekinmeden ve eğip bükmeden açık ve net olarak söyleyebilmesini.. Bu nedenle, ''Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar'' ata sözünde olduğu gibi bir çok üniversiteden ayrılmayı veya kovulmayı göze almasını... Askerde hapis yatacağını bile bile- ki yatmıştır- doğruyu söylemekten vazgeçmeyişini.. Halkımızın pek bilmediği akademik çevrelerdeki ve üniversitelerdeki rezaletlerin üzerine korkmadan gidebilmesi.. Bu yüzden mimlendiği için, solcu olduğu bahanesi ile Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi ve Başkent Üniversitesine bile kabul edilmeyişini.. Tüm haksızlıklara ve itilip kakılmalara rağmen ''Hiç üzülmedim'' diyebilmesini.. Halkçı ve Atatürkçü çizgisinden asla ödün vermeyişini...
   Daha birçok özelliklerini sayabilirim. Yazı uzadı ama bir önemli noktayı daha yazmadan geçemeyeceğim.
   İlim ve bilim konusunda binlerce kitap okuyan ve adeta ayaklı kütüphane olan hoca, din konusunda da yüzlerce kitap okumuştur. Norveç'de doktora yaparken Diyanet'den gönderilen hocanın gelmemesi üzerine; oradaki Türk işçilerine Ramazanda teravih namazı kıldırmışlığı bile vardır. Ben iddia ediyorum ki; Kaptan Hoca dini Diyanet işleri başkanından daha iyi biliyor! Bu yüzden dini kullanan yobazlarla cesurca mücadele ediyor ve din konusunda adeta ezberler bozuyor. Bunda dine aynı zamanda bilim adamı penceresinden bakabilmesinin rolü yadsınamaz. Tespitlerinin ve yorumlarının insanları objektif olarak aydınlatacağına kalben inanıyorum.
   Değerli Zonguldaklılar, Prof. Dr. Kaptangil'i dünyaya veya Türkiye'ye tanıtınız demiyorum. Ama, bari bağrınızdan çıkan bu değerli hocamızı siz tanıyın istiyorum!