Geçtiğimiz yıl tam da bugün ülke sokaklarında “Hırsız var” sesleri yankılanıyordu… Devleti soyup soğana çeviren bir çete suçüstü yakalanmış ayakkabı kutularında, yatak odalarındaki kasalarda saklanan milyon dolarlar bir bir günışığına çıkmıştı… Aralarında kimi bakan çocuklarının da olduğu önemli isimler bir bir gözaltına alınıyordu. Gözaltına alınanlar arasında İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu da vardı… Gerek İstanbul Valiliği, gerekse Kamu Güvenlik Müsteşarlığı döneminde pek çok insanı sorgusuz sualsiz gözaltına aldırıp günlerce içerde tutan, hukuksuz pek çok uygulamayı hükümet zoruyla hayata geçiren kudretli bakan şimdi çaresiz gözlerle seyrediyordu olan biteni… Kamuoyu, omzuyla bitişikmiş gibi duran başını, oraya buraya sallaya sallaya kendisinin bile inanmadığı gerekçelerle hukuksuzluklara gerekçe bulmasına çok alışıktı oysa…

 

Yalnızca o mu, hükümet katında da derin bir sessizlik hâkimdi… Ortalığı saran şaşkınlık, panik boyutuna erişmişti… Art arda yayımlanan tapeler hırsızlığın boyutlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermeye başlayınca inisiyatif iyice çıktı hükümetin elinden… Önce dört bakan istifa ettirildi… Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar tam da bu sıralar, “Ne yaptıysam Başbakan’ın talimatıyla yaptım” diyerek Allah’ın bildiğini kul nezdinde de ayan etti…  10 yılı aşkın süredir ülkeyi sorunsuz bir şekilde idare eden efendilerin karizması çizilmeye başlamıştı ki, ilk şaşkınlığı üzerinden atan hükümet, stratejisini birden değiştirdi. Hangi modül devreye sokuldu bilinmez, ani bir manevra ile akıllar tersinden çalışmaya başladı…

 

VURUCU GÜÇ: HAVUZ MEDYASI

İzlenen yol basitti aslında… İnsanlık tarihinin pek çok evresinde, yavuz hırsızlar ev sahibini bastırmamış mıydı? Bu kadim yasa bir kez daha tekerrür edebilirdi pekâlâ… Bu doğrultuda bir proje yapıldı ve adım adım uygulamaya kondu. Havuz medyasının vurucu güç olarak öne çıktığı büyük bir dezenformasyon ve algı operasyonu başlatıldı ilk önce… Gerçekler tersyüz edildi, hükümete karşı komplo teorileri en üst perdeden işlenmeye başlandı. Kamuoyu önünde “montaj” denilerek inkar edilen ses kayıtları, devlet katında, yasadışı yollardan elde edildiği gerekçesiyle itibarsızlaştırıldı. Dinleme talebi yapan savcılar, emri veren hakimlerle uygulamayı yapan emniyet güçlerini hukuksuzlukla suçlayıp görevden almalarının kılıfı da bulunmuştu böylece… On binlerce polisin görev yeri değiştirildi, savcılar, hakimler sürgüne gönderildi…

Sonrasında yapılan yerel seçimlerle, cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan sonuçlara bakılırsa bu strateji son derece başarılı oldu. Kamuoyunun önemli bölümü, “Bir banka müdürü, evinde, ayakkabı kutuları içinde neden para saklar?” sorusuyla ilgilenmediği gibi “Hadi yatak odasında çelik kasayı anladık da, para sayma makinesinin ne işi var?” sorusunu da getirmedi aklına… Dava sürerken mahkeme heyetinin tümden değiştirilmesi de büyük kalabalıklarca önemsenmedi bile… Herkesin gözü önünde deliller karartıldı, bulgular birere birer yok edildi. Aklın alacağı gibi değildi ama ülke tarihinin en büyük yolsuzluğunu yapmakla suçlanan kadro, allem kalem bir gözbağcılıkla bunu hanelerine puan olarak yazdırmayı becerdi… Bir de “demokrasi kahramanı” çıkardı üstelik…

BENİM HIRSIZIM İYİDİR

Defalarca yazdım, AKP’yi politik bir hareketten daha çok bir sosyal fenomen olarak ele almak ve ona uygun politikalar geliştirmek gerekiyor… Siyasal okumalar üzerinden yapılacak çözümlemeler durumu açıklamaya yetmiyor, AKP bu toplumun aynadaki sureti, büyük kalabalıklarla siyasal olduğu kadar çok sağlam kültürel bağları da var… Esasen bu bağlar onu ayakta tutuyor, insanlar salt bu nedenle her türlü zillete karşın AKP ile ilişkisini kesmiyor… Bulunun her fırsatta “Aziz millet” vurgusu yapılması da bu yüzden zaten… Kimilerinin meclis kürsüsünden dile getirdiği “cellât aşkından” daha çok, toplumla kurduğu bu “sahici ilişki” her seçimde zafere taşıyor… Buna bir de uzun yıllar iktidarda kalmanın gücünü de ekleyince gerçekten bambaşka bir şey çıkıyor ortaya…

Bu kısır döngüden çıkmanın yolu var elbette… Birincisi milletin kılığına, kıyafetine, diline kültürüne, değil yaşadığı hayata dair bir şeyler söylemek gerekiyor. İkincisi kent ve kır yoksullarıyla sahici ilişkiler geliştirip onların yaşam beklentilerini yükseltmek, yarın umutlarını artırmak gerekiyor. Asgari ücretle yaşamaya razı kanaatkâr toplumların iktidarların arka değil ön bahçesi olması kaçınılmaz çünkü. Üçüncüsü halkın huzuruna içtenlikli davranışlarla çıkmak gerekiyor. Ne kadar farkındalar bilmiyorum, Taksim’de üç ağaç için ülkeyi ayağa kaldırdıktan sonra Yalova’da yüzlerce ağacı kesenler, ciddi bir inandırıcılık sorunu da çıkarıyor ortaya… Dördüncüsü de siyaseti elitlerin elinden kurtarıp tabana yaymak gerekiyor. Akçeli işler dışında her girdiği işten çırak çıkıp, siyaseti meslek edinen basiretsiz tiplerle toplum huzuruna çıkmanın faturası ağır oluyor… Tam da bu nedenle yavuz hırsızlar ev sahibini bastırıyor… “Benim hırsızım iyidir”, dürtüsü her şeye baskın geliyor…