Şu akıp giden, ellerimizden kayıp giden hayata tutunabilmek ve kendimize, bize, sahip çıkabilmek zorun çok ötesinde imkânsız bir hale dönüştü. Bizim adımıza insanlık adına bir başkası, başkaları karar veriyor artık, ne kadar yaşayıp ne zaman öleceğimize de!


Tanrının işine de karıştılar ya geçmiş olsun ey insanlık!


Silahlar dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar ölüme hizmet etmeye devam ediyor, bir fark var sadece geçmişle günümüz arasında, düğmeye basmak gibi bir fark.


Yaşama hakkınıza ipotek koyanların, sizin ruhunuz ve bedeniniz üzerinden, size yön verme hadsizliğine karşı ne yapılıyor, hadi daha samimi sorayım ne yapıyoruz?


Bireysel mücadelenin buharlaşıp yok olduğu, unutturulduğu, dikiş tutmayan bir sistemi kim giydirdi üstümüze. Kim söküyor çatır çatır bizi köklerimizden, kim ve kimler. Toplu hareket edebilme ve yaşam hakkımıza sahip çıkabilme anlamında bütününden kopanları dikmek için var mı elinde iğnesi ipliği olan. Kim dikiş tutturuyor bu bağlamda merak ediyorum doğrusu. İğneler kırık, iplik çürük terziler bezgin…


Bütün itirazlarımıza rağmen kabullenmekte direndiğimiz baskılara boyun eğmiyor muyuz neticede. Bunun aksinde yalnızlaştırılan ve bir noktada mutlaka muhtaç bırakılan bir çaresizlikle tanışmıyor musunuz sizde.


Kimse kimsenin ne düşündüğüyle ilgilenmiyor, her hangi bir konudaki fikrini  merak bile etmiyor, kendine ne kadar yatırım yaptığıyla da ilgilenmiyor ayrıca. Artık çokluk, kendi bakış açısıyla görmemizi, kendi zihin algısıyla düşünmemizi istiyor. Ve ne ilginçtir ki doğru bildiğiniz ve emin olduğumuz her şey yanlış olanlarca yanlış düşünenlerce öldürtülüyor. Siz de artık diğerleri gibi bir katil oluyorsunuz, yaşama sevincinizi, hayallerinizi yarınlarınızı diri diri öldüren bir katil. Sebebi ise, teslim olmak diretilene ve kabule geçmek belki de çaresizce ama bu kendinizi ve yarınlarını öldürdüğünüz gerçeğini değiştirmiyor…


Suçluluk psikolojisi insanlar üzerinde amaçsızlık denilen hastalığı inşa ediyor. Kendini mütemadiyen suçlu ve yapayalnız ve çaresiz hissetmek, düşünce sisteminizin çökertilmesi neticesinde çıkıyor ortaya! İnsan beyninin kodları, frekansı, algıdaki saptırmalar neticesinde kendini yenidünya düzenine göre formatlıyor adeta. “ Bu bir algı operasyonu” diyor yenidünya düzeninde fikir yürüten otorite. Ve bütün canlılar kobay ve cansızlarda hizmetkar bu sisteme.


Günümüz dünyasında ve elbette son yıllarda, son günlerde bizim ve bizim gibi toplulukların dokusu kabuk değiştiriyor ne yazık ki. Çok ve yanlı olduğundan emin olduğunuz emir kipleri bir bir sızıyor hücrelere ve herkesin içine bir parça sistem kaçıyor. Sonrası malumunuz, teslimiyet.


Nerede kaldı yaşam hakkı ve hayaller ve yarınlar. Kendini geliştirmek ve rekabet ortamında öne geçmek için verilen çabanın hiçbir değeri bırakılmıyorken, nasıl yaşamın içinde bir amaç edinilebilir ve çaba harcanır bundan böyle. Sizin daha ilk sözünüz, bir başkasının son sözünün altında ezilmeye örselenmeye layık görülüyorsa, konuşmak küsmez mi dile?


Yarına kendini hazırlamıyor artık insanoğlu çünkü yarınlarından kaygılı, sığlaşıyor günden güne ve çürütüyor umudunu çaresizce.


ADI ERKEN SEÇİM


Yeteri kadar vakıf olmadığımı düşünüp, düşüncelerimi fikrimi öteledim durdum yıllarca. Akademisyenlerin,  bilgisiyle, donanımıyla toplumun önüne geçmiş insanların ilgilenmesi gerektiğini düşündüğüm bir alandı siyaset ve politika. Hata kabul etmez dediklerim arasındaydı, kişisel değil toplumsal menfaatlerin ön planda tutulması gerektiğini içselleştirdim yıllarca. İdeolojik değil, insansı olmalıydı, hepsinin üstündeydi insanca yaşamak zira. Kendini aklamak isteyenlerin yıkandığı su olmamalıydı siyaset politika. Kazanmak için kaybettiklerinin kaybettirdiklerinin diyeti olmamalıydı yaşam hakkı. Ne yazık ki görünen manzara, izlediğim süreçler, benim düşüncelerime bakış açıma hiç uymadı, tam tersine hayal kırıklıkları yarattı.


 Çok çabuk kabuk değiştiren bir maharet istiyor siyaset. Dün söylediğini, arkasında durduğunu bugün kabul etmemek gibi bir pişkinlik istiyor. Çok laf üretmek, az iş istiyor, belki en büyük meziyet çok konuşarak beyin yıkama yeteneğine sahip olmak. Rakiplerinizi ne kadar çok aşağılarsanız o kadar çok yüceliyorsunuz gibi bir algı yaratıyor. Kavga istiyor, söylemlerin içinde öfke ve tahrik edici metinler istiyor. Siyasetin ince çizgilerinden biri olan iletişim, gördüklerimiz gözlemlediklerimiz üzerinden böyle şekilleniyor.


Sevemedim, ilgide duyamadım, hele ki hiç anlayamadım. Bence siyasetle uğraşanlarda içeriğinin ne olduğunu anlayamıyorlar. Amaç, dünyaya hizmet olmalıydı, bütünüyle dünyaya, vatana, vatandaşa hizmet olmalıydı.  İnsanca ve iyi yaşamak üzerine kurulu bir hizmetse, adaletli adil bir yaşam hakkı sunabilmekse, sanırım günümüzde bu işlerle uğraşanlarda tam manasıyla algılayamamışlar konuyu. Bunu ben değil dünyanın dört bir yanında feveran eden insan sesleri, insan görüntüleri söylüyor. “Tüketiyoruz yaşadığımız yeri hepimize ait Dünya evini.”


“Kazanmak üzerine kurguluysa eğer ne pahasına olursa olsun kazanmak, bunun adını doğru koysunlar o zaman.”


Seçilmiş ve hali hazırda görevde olan insanların neden tekrar tekrar seçilme arsızlığı olur ki. Siyasetin ta kendisini anlayamayan ben, sanırım bunu hiç anlayamayacağım. Başarısızlığı örter mi seçim tazelemek, bilmediğimden soruyorum. Zaman mı kazandırır yolunda gitmeyen şeylere?  Zaten ilk sözü de son sözü de söyleme yetkisinde olanlar, neden seçilmek arzularına yenilirler ve koskoca ülkeyi üzerinden geçen onca yüke rağmen daha çok yorma zorunluluğu yaratırlar…


Acaba seçildiklerinden emin mi değiller, yerlerimi rahat değil yoksa gökyüzüne merdiven mi vaat ediyor günümüzde siyaset, kim olduklarını unutuyorlar mı çok çabuk, onun arayışımı yeniden seçilme arzusu… Böyle bir şey mi sahiden de siyaset, politika. Hep bir yarış ve hiç memnun olmama halimi?


Eğer öyleyse daha çok yıpranacak insanoğlu, daha çok bedel ödeyecek. Sanırım bu işin akademisyenlerle ve eğitimle de bir alakası yok sanki. Masa başı kurgularına bir kostüm dikiliyor, görünen o. İğnesi ipliği olanlar ve iyi terzi olduklarına inananlar makası aldı eline kesiyor biçiyor arsızca. Ne garip, söküp parçaladıklarını dikmek için yine aynı kesiciler  çok aceleci davranıyor, peki ya günün birinde dikiş tutmazsa!!!


Günün birinde artık her şey için çok geç kalınmışsa, parçalar birleşmezse… Kim verir bunun hesabını, kim korur bizi diğerlerinden. Biz kendi içimizde birbirimizi birleştiremezken, iplikler çürük iğneler kırık  terziler bezginken.