Ah o ihtimal! Elini kolunu bağlar insanın! Tutsak eder...
Kültür, sanat ve edebiyatın herhangi bir alanına ilgi duyuyor, enikonu kendinizi bir yerlere doğru sürüklüyorsunuzdur. Sesinizi, soluğunuzu duyulur, bilinir kılmak istiyorsunuzdur. Bunun için sistemin içindeki kurum, kuruluş ve örgütlerle dirsek teması içindesinizdir. Düzenleyecekleri bir etkinliğe seni çağırma ihtimali vardır! Orada değer bulacaksınızdır. Sizi el üstünde tutacaklardır. Yiyeceğin yemeğin, içeceğin rakının parasını ödeyeceklerdir! Ne güzel; mutlu olacaksınızdır!
Ama sizin arkadaş, dost, akraba ve tanıdıklardan oluşan bir sosyal çevreniz de var! Kültür, sanat ve edebiyat insanı olarak dürüst, namuslu, kişilikli ve kimlikli olmak gibi bir çizgiyi sürdürmek durumunuz da vardır!
Emek-sermaye çelişkisinde emeğin yanında konumlanmak, iyi-doğru ve güzelden yana olmak, özgürlük, bilim, bilgi, demokrasi, insan hakları, hukuk, dayanışma çizgisinde bir söyleminiz vardır! Size söz verildiğinde, mikrofon tutulduğunda, fırsatını bulduğunuzda bunlardan söz ediyorsunuzdur.
Valiliğin, belediyenin ya da onlara yakın kuruluşun başındaki ya da yanında yöresindeki bir yetkili kişi, önümüzdeki süreçte düzenlemeyi düşündükleri sosyal, kültürel ve sanatsal bir organizasyonda sizi de çağırmak istediklerini kulağınıza fısıldar!
Sevinirsiniz! İhtimal güzeldir! O ihtimal sizin beklentilerinizi besler!
Hal böyleyken, tam o sıralarda, aranızdan bir arkadaşınız, o valilik, o belediye ya da o kuruluşun içinde yaşanan; insana, hukuka, ahlaka ve vicdana uymayan bir şeyleri yazıp kamuoyunun gündemine taşır!!
Bu durum iki ayağınızı bir pabuca sokmuştur! Ya çizdiğiniz düşünsel çizginin doğrultusunda ilkeli hareket edip arkadaşınızın yanında olacak, bunu bilinir kılacaksınız ya da ‘ihtimali yok etmemek için’ sağa sola bakınıverip görmezden gelecek, geçiştirmeye çalışacaksınız!
Yazıyı uzatmamak için kestirmeden söyleyeyim; Sevgili dostum, o ihtimal tatlı bir rüyadır! Düş görüyorsun! Sistemden beslenen hiçbir kurum ve kuruluşun umurunda bile değilsin! Seni kullanabildiği kadar kullanacak, ihtimal yaratıp seni susturabildiği kadar susturacak, arkadaşına desteği kesecek ve sonra da seni kendi başına bırakacaktır!
Sarı öküzü vermek senin de sonun olacaktır!
O ihtimalin gerçekleşme olasılığı yok dostum; anladın mı?
 
“ŞEY'LEŞME, ŞEY'LEŞTİRME!”
(Şair Veysel Çolak’ın facebook sayfasındaki paylaşımı görünce, aklımda dönüp duran “felsefede şeyleşme ve şeyleştirme” olgusu üzerine yazmayı bir kenara koyup Çolak’ın paylaşımını buraya alayım dedim.
Şair Veysel Çolak, alttaki paylaşımını şiire bağlamış ama ben bunu sistemin dayattığı tüm yaşam alanlarına bağlamak isterim. MK)
...
“Kapitalizm insanı şey’leştirmeyi amaçlar. Sistemli biçimde yapar bunu. Yasalar bu amaçla düzenlenir, özgürlükler bu amaçla kısıtlanır. Demokratik işleyiş yok edilir, insan hakları her geçen gün daha çok çiğnenir. Ekonomik eşitsizlikler bireyin kendini geliştirmesini sonuna kadar engeller. Çoğunluğun kültürel birikim için harcayacak hiç parası olmaz. Kitap, gazete, dergi okumak; sinemaya, tiyatroya, konsere gitmek olanaksızdır onlar için. İşsizler açlıkla sınanmaktadır. Hepsi nihilizmin batağında çırpınıp durmaktadır. İş sahibi olanlar, işlerini kaybetme korkusuyla teslim alınmıştır. Kısacası, insan şey'leştirilmiştir, bir nesnedir artık. Ruhu yoktur. Programlanmış bir robottur. Alıştırıldığı çaresizliğin tutsağıdır. İnsanî değerlere, insanın kendine yabancılaşmasıdır bu.
Şiir, tam da bu insanı onarmak için yazılır; ama öyle olmuyor. Şiir de şey'leşiyor. Sıradan, değersiz bir nesneye dönüştürülüyor. Ölüyor şiir.
 
GUEVARA’NIN KATİLLERİ!
Ernesto Che Guevara’yı bilirsiniz! Arjantinli doktor ve Küba Devriminin önderlerindendir.
Bolivyalı diktatör Rene Barrientos, Che Guevara’nın ölüm emrini veren kişidir. Che’yi öldürtmesinden bir buçuk yıl sonra helikopterinin içinde yanarak can verdi.
Che’yi Nancahuazu’da kuşatıp yakalayan birliklerin komutanı Albay Zerento ölüm emrini aktaran kişiydi. Yıllar sonra bazı entrikalara karıştı. O dönemin diktatörü bunu öğrendi. Albay Zerento bir ilkbahar sabahı Paris’te delik deşik edildi!
Che’yi katleden komando birliğinin komutanı Selich’ti. Komutan Selich, 1972 yılında, bağlı bulunduğu İçişleri Bakanlığının memurları yani emrindeki memurların yani profesyonel işkencecilerin darbeleriyle can verdi.
Çavuş Maria Teran, Che için verilen ölüm emrini yerine getiren kişiydi. La Higuera’daki küçük okulda yatan Che’nin bedenini kurşun yağmuruna o tutmuştu. Teran, ömrünü bir düşkünler evinde, ağzından salya ve sümükler akarak kötü bir şekilde tamamladı. Sistem onu kullanmış ve bir kâğıt peçete gibi çöpe atmıştı.
Albay Quintanilla, Che’nin ölümünü dünyaya duyuran kişiydi. Che’nin delik deşik edilmiş cesedini gazetecilere gösterirken çok mutluydu! Albay Quintanilla, 1971 yılında, Almanya’nın Hamburg şehrinde yediği üç kurşunla can verdi! (Kaynak: Eduardo Galeano-Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri)
Özet olarak, Ernesto Che Guevara’yı katledenlerin hiçbiri sıcak yatağında can vermedi! Diktatörlük düzeni onları istediği gibi kullandı ve yok etti!
Küba Devriminin önderleri bugün hâlâ insanların yüreğinde yaşıyor ve adları bayrak olarak dalgalanıyor!
 
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
Koronavirüs salgını tanınan tanınmayan, yakından uzağa; bilinen bilinmeyen birçok insanımızı alıp götürüyor. Düzenin kendi eksiltici kötülükleri yetmezmiş gibi şimdi de bu musibetle boğuşuyoruz.
Söylene söylene vıcık vıcık oldu ama bir kez de ben söyleyeyim istiyorum; lütfen tehlikenin farkında olun. Salt ‘üttürük’ bir maskenin koruyucu olmadığını görün. Önlemli ve bilinçli olmadığınız sürece maske sizi daha da tehlikenin kucağına atacaktır.
İnsanı, dünyevi yaşamın merkezine koyan bizlerin, insanı sürü sepet ölüme götüren bu virüse karşı temkinsiz olmayı seçmemiz düşünülemez!
Daha güzel günler göreceğiz! Üzerimize çöreklenenlerin tepe taklak gidişlerini göreceğiz! Lütfen kendinize sahip çıkın!