Bahar en güzel renkleriyle arzı endam ederken özgürlüğümüzde, gördüğümüz, baktığımız her güzellik aldığımız sağlıklı nefes kadar kıymetliymiş meğer;evlerde kapalı kaldığımız bu günlerde bahçemiz, çiçeklerimiz, manzarada deniz, kuş seslerimiz yoksa hele. Tüm bunlar olsa da özgürlük, olmazsa olmazımızmış. Anladık.
 
Korona günlerinin altmış beş yaş üstü yasağına verilen iznin ikinci pazarında, neredeyse üç aydır ayak basmadığımız şehrimizin içinde geçirelim dedik. Eşimle birlikte düştük yollara. Yürürken camlara, balkonlara asılmış Türk Bayraklarını görmek umudu soğuyan yüreğimizi ısıttı.19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Sopor Bayramının 101.Yıl dönümü gelmişti. Bayram sevincinin gururu ancak bu kadar taşabiliyordu dışarıya.  
 
Bir çoğumuzun anılarında yer alan Fener yollarını adımladık önce. Denizkulubü önünden ciğerlerimize deniz kokusunu çekelim derken denizin kirliliği canımızı sıkmışsa da konuşa konuşa, fotoğraf, kısa video çekimleri yapa yapa limana indik. Liman arkasının ön yolu geçen senelerde kapatılmıştı. Arka girişine de, giriş yasak anlamında bant çekildiğini görünce yasaklara saygılı vatandaşlar olarak söylene söylene geri dönmek zorunda kalmak zorumuza gitti doğrusu.Geri dönüşlerde bunu yapan sadece biz değildik tabii. Dinleniriz dediğimiz adliye önündeki park da boşaltılmıştı. Kordona doğru ilerlerken anladık ki buraya yeni sahil projesinin ilk adımlarının yıkımı vurmuş; kordon boş,oturma yerleri kaldırılmış,her yeri toz toprak içindeydi.
 
Valilik önündeki oturakları görünce bi soluklanalım dedik ve az alttaki İsmet İnönü Parkının gölgesinde biraz oruçtan, biraz da sıcaktan bunalan altmış beşliklerin guruplar halinde oturduğunu gördük. Mecburen oradaydılar çünkü çarşı içinde, sahilde oturacak başka da yer kalmamıştı. Anlaşmışlar gibi oradaydılar. Çarşı yürüyüşümüz boyunca ellerimizi yıkayacak bir musluk arayıp durduk ama bulamadık; cami tuvaletleri de dahil kilitliydiler. Parktaki yapay çeşmenin suyu bile akmıyordu.
 
Gazipaşa caddesinden köprüye doğru ilerlerken yıkılan binaların boşluğu, etrafındaki yolların bozukluğu terk edilmişlik hissini verdi yüreğimize. Şehrin balkonu köprü üstünden bakarken, meşhur deremizin bir türlü temizlenmiyor olmasına da hayıflandık. Dere kenarındaki kapalı giysi pazarının sökülüp yerine beton döküldüğünü görünce de sorduk, otopark ve yine giysi pazarı olarak kullanılacağını öğrendik. İnşallah !.
 
Bu arada saat üç olmuştu çoktan ve tam on ikide çıkmıştık yola. Bir iki kişi dışında ne selamlaşacak bir dosta, ne de izleyeceğimiz bir canlılık vardı sokaklarda; sanat adına, güzel paylaşımlar adına...
 
Köprü bitiminin Soğuksu ayağından u dönüşüyle yeni yapılan Zonguldak anıtı yanından tekrar limana gitmeye karar verdik; oraya gitmezsem içimin karanlığını aydınlatamayacaktım. Biliyordum. Dönüşte, valilik altındaki tuvaletin açılmış olduğunu görünce de sevindik. Meğer başkan aranmış, o da görevlisini arayarak üç aya yakındır kapalı olan tuvaleti açtırmış. Bu geçici hizmet, lütuf yerine mi geçsin bilemedim; orasını bir düşünmeli. Üstelik yaşlı bir dedenin kolundan tutup yürüten yakınını şunu söylerken duymuştuk ; baba boşuna gitmeyelim orası da kapalı! Belli ki geçen hafta da kapalıydı diğer günlerdeki gibi.
 
Dönüş yolunu bakmayan gözlerle, aklım limanda olarak yürüdüm bu kez.Ve ne olursa olsun diyerek bantların arasından liman arkasına girdik... Oh...! Şükür kavuşturana. Tüm kirlilikler, kimliksiz değişimler ve değiştirecek projeler geride kaldı. Çocukluk hikayelerimle yönümü denize çevirdim ve başladım şarkı söylemeye. Duyan bir tek dalgalardı nasılsa. Onların gel git sesleriyle güneşlenip kendimi seyrettim doyasıya. Çatlayacak mıydım. Dedim de dedim.
 
Eve geri dönüşün son noktası Kapuz, Uzunkum sahili olsun düşüncesiyle limanarkasında epey oyalandıktan sonra kalkıp adliye binası arkasına park ettiğimiz otomuza bindik. Kapuz sahiline baktığımızda kumsalda iki görevli turalıyordu. Belli ki kumsala inmek yasaktı. Otodan inmeden soluğu Uzunkum'da aldık.
Tam orada, yolda tezgah kurmuş iki polis durdurup baktı bize ve tamam işaretiyle hareket etmeden dedik ki, biz sahile inmek istiyoruz. İzin verildiğine sevinmek de varmış kaderde. Bir oh da ayaklarımı denize sokunca çektim. .
Denizle martı sordular seni neredesin, şarkısıyla boydan boya yürüdüm suyun içinde. Fotoğraf çektim. İlk yüzmeyi öğrendiğim yer olarak hatırlayıp bizi buraya getiren babamın ruhunu şad ettim. Uzunkum açık deniz olduğundan bahsettiğim kirlilik burada yoktu; içilip atılan şişeyle dolmuş birkaç torba dışında.( yine kızıp söylendim tabii )
 
Ve izin saatinin son dakikalarında evdeydik.Hayret ki, hissettiğim duygu sevinç değildi. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak düşüncesi hakimdi yüreğimde.İlk kez, şehrimi bir daha özlemeyeceğimi sandım. Durmadan yüzünün tırmalalanıyor olması yara bere içinde bırakmıştı onu. Hem de "seviyorum" diyenlerin elleriyle.