Türkiye, oldum olası iktidar problemleriyle yaşıyor. Bir türlü “Ben iktidarım” demeyi bilen bir yönetimle karşılaşamadı, yönetilemedi.

İstedikleri kadar sandalyeyi işgal etsinler hep mağdur konumunda oldular çünkü erke sahip olmak çözümleyici olmayı da birlikte getiriyor. İşsize iş bulacaksın. Çocukların okulları, öğretmenlerin sınıfları çağdaş ve bilimsel içeriklere dayalı olacak. İnsanları aç yatmayacak. Bir yıl boyunca ekip biçtikleri tarlasındaki ürünlere ağalar, simsarlar bir çırpıda el koymayacak. Madenlerin ulusal çıkarlara hizmet edecek. Sahillerin yağmalanmayacak. Daha nice böyle meziyetler lazım.

Bunların hepsini aynı anda göremeyen Anadolu halkları bir kaçına bile sahip olamadılar. Parti program ve tüzükleri bir yana bırakıyorum. İnsan faktörünü deşelim ama. Bir üst paragrafta saydıklarımız sadece bir iki satır başı. Şıkları da yazıp vaktinizi almadık.

Ancak o saydıklarımızı yerine getirebilmek için “tok” olmak lazım. “İnsan faktörü” dediğimiz malzemenin tok sayılması hırsızlık yapmayacak, devletinin çıkarları yerine kendi ihale dümenlerinin “adamı” olmayacak demek bu.

Böyle kaç kişiyi tanıyorsunuz?

Aday olanlardan her biri 19 Mayıs Samsun’una çıkacakmış gibi bir post içindeler. Seçim sonu çıkarılan bir kostüm malzemesi bu. İş rayında değildir. Oylar makarna torbalarıyla, birkaç çuval ile takas edilir hale gelmiştir. İşte bunda ciddiye alınacak bir şey varsa mevcut sistematiğin aslında ne kadar ahlaktan yoksun olduğu gerçeğidir. Demokrasi adına yapılan seçimlerde oy torbaları çalınıyorsa, böyle bir sistemin pansumanıyla uğraşmak boşa oyalanmak olacaktır. Çare köhnemişliğin ortadan kaldırılması ve insan hak ve onuruna yakışır bir sistemin sil baştan inşasını oluşturmaktadır.

Şu anda yaşananlara bakalım. AKP’ye karşı parlamento içindeki muhalif güçler belirlidir. Bunların yürüttüğü politika ve söylemler de bellidir. Çare veya değiller, var olanları konuşuyoruz. Peki, AKP iktidar mıdır? Değildir. O da muhalefete muhaliftir. Münazara tadında bile olmayan bu itişmeden halkın kazandığı bir şey de yoktur ve olamaz. Zorunlu eğitimin yasalarla belirlendiği bir Türkiye’de hala okuma yazma kursları açılıyorsa biraz da sen düşün ey halkım. Cehalet ve dinsel inançları sömürülmesiyle nerelere vardığımızı görmen gerekiyor. Para da, toprak da, vatan da senin çünkü.

VELEV Kİ PARALEL

 

Biz de hocayı elin Amerika’sında namaza duruyo, abdesti bitince alıyo; kaldığı yerden devam ediyo sanmıştık, yanılmışık.

 

Lan hoca teröristmiş ya. Hemi de paralel terörist. Tüyü bitmedik hırsızların, yankesicilerin, devleti dolandıran çetelerin ekmeğine taş koyacak kadar derinmiş nefesi.

 

Bize kalırsa zaten gıcık kapıyorduk. “Madem ki hoca, niye stadyumda Türkçe oynar ki?” Diyenlerimiz vardı. O da bir şey değilmiş ki, öyle gösterip röntgene yatarmış. Yine bize kalırsa bu hocaların hepsini işten atıp organize hallerine son vermek lazım.

 

Dilin kemiği yok da hocaların çok mu var?

 

Paralel dediğin aynısın öbürkü tarafı. Haftayım da böyle. Her birinin içinde paralel olma tehlikesi.

 

Ey malum kişi; istikbalde dahi seni hazineden mahrum etmek isteyecek olanlar işte bunlar!

 

Velev ki paralel, hatta en büyük terör örgütü filan-fişman-ağalama zinciri de, tam bir paralel kenara yakışır biçimde on yıldır ne iş yapardı bunlar?

 

Utanmadın mı teröristlerden destek istemeye?

 

Bu işin darbukatörü ilgilendiren kısmı. Mevzuya gelelim.

 

Kim bunlar?

 

Her biri özellikle Gezi Parkı eylemleri sırasında öldürülen gençlerin katillerini içinde barındıran şebeke unsurları değil mi? “Çocuklar destan yazıyorlar” diyen de, onları maaşla ödüllendiren de sen değil misin?

 

Devamı ne bunların?

 

Devletin savcısı, hâkimi, müfettişi, imamımı ve ötekileri.

 

Lafı uzatmayalım, yolsuzluk dosyalarını görmeselerdi ne paralel olacakları vardı, ne de Silivri yollarına düşecekleri.

 

Belli mi belli.

 

Böyle devlet yönetilir mi?

 

Yönetilirse bunun bir tek adı olur zaten; geleneksel devletin paralel yapılanması.

 

Meşru mudur?

 

Aday olurken de seçilirken de ettiğin yeminlerin hiç birinde böyle bir kayıt yok!

 

Size gelince aslan gladyatörler!..

 

Hiç kahraman olmayı aklınızdan geçirmeyin. Bok yoluna böyle gidilir. Sırf kralınızın zevki ve rantı uğruna çarpışmış da olabilirsiniz. Bu nedenle ayakta alkışlandığınız da çok olmuştur ama “son” sadece bir tanedir: İşte o kral galip gelenleri aslanlarına yem yapacak. Polis operasyonlarına böyle bakarsanız yanılmayacaksınız. Düzmece soruşturma ve tutuklamalar için gece yarıları evlerini bastığınız askerlerden bir kısmı size teslim olmak yerine beynine silahını dayamıştı ya. Anımsayın onları.

 

Her şey sınıfların arasındaki çelişkidedir. Buna kafanız bassa da basacak, basmasa da basacak.

 

BAZEN

"Bir de devlet olmasa" dedin mi?

Demişsen bile saymamışsındır, cebinden çıkan paranın sana kalacağını...

 

PARTİ SAHİPLERİ

Halk acayip bir şey de siyasi partilere üye olan, iyi günde kötü günde nöbetini taşıyan gün ola bir afiş için kurşunlara hedef olan inanç sahibi parti üyeleri çok mu farklı?

İstanbul, Türkiye demektir. Zonguldak'ın nasıl bir küçük İstanbul olduğunu daha önce açıklamaya çalışmıştık.

Öyle ilginç ki, çık Gazipaşa Caddesi’ne her tür orada. Şairi, yazarı, militanı-oportünisti. "Daha"sını saymayalım. Hepsi işte hepsi. Elbette siyasal partilerin aktivist ve hamal takımı da burada.

Bugünlerde bir tarafta taşeron sistemi çöksün diye imza toplayan işçiler var. İlgi görüyorlar.

Diğer tarafta; özellikle kalabalık mekânlarda, yerel gazetelerde çarşaf-çarşaf birinci sıra milletvekili adayları. Hangi parti uyarsa, bas parayı liste başısın. Delege köpeğin olsun...

Hani taşerona karşıydık. Bu liste başı salmaları taşeronun dik alası değil mi?

Bu iş taksitle olacak gibi görünmüyor arkadaş.

Oyun sırasında kural icat edenle hala eşit şartlarda olduğunu düşünüyorsan geçmiş olsun!

Siyaset ağalarında dur-durak yok.

Bütün sezon yatan bu timsah sürüleri seçim zamanı nasıl ortaya çıkıyorsa?

Önerim o ki; hele bir haftalığına verin eline parti paspasını. Şöyle bir camları siliversin iş arasında. Pankart iplerini toplasın. Erken gelip çayı demlesin. Bunlar sıradan partili işleri. Üyenin küçüğü-büyüğü olmaz. “Ülkü” desen de, “ilke” desen de, “türkü” desen de racon böyle değil midir?

Beceremezse niye milletvekili oluyor; bir şey anladınız mı?

AÇILALIM

 

Bir yanda (ne demekse hala anlamış değilim, kimse de tamamını bilmiyor) “açılım” var.

 

Sözüm ona karşılıklı gibi görünen çiçek sunmalar diğer yanda seçim barajları, sandık çalma şebeklerinin devlet marifetiyle örgütlenmesi, küçük-büyük ve bizim için hiçbir ahlak değeri bulunmayan oy karşılığı verilen rüşvetler. El altı pazarlıklar, bu pazarlıklar karşılığı dönen para. Onun delegesi, bunun dördüncüsü, fişmanın erketesi derken tüm bu üretim dışı sektörde kaç kişi çalıştığını hiç düşündünüz mü?

 

Kapayın gözlerinizi ve sayın şimdi. Aklınızın alabildiğince sayıları birbirine ekleyin.

 

İsterseniz de benim yaptığımı yaparak kendinizi yormayın çünkü bunların sayısı Türkiye’deki işçi sınıfının ve hizmet sektöründe çalışanların sayısından çok fazla.

 

Bu matematik, çalışan kesimin ne kadar fazla keneye baktığını gösteriyor. Başka şunu da gösteriyor ki; bu keneler olmasa idi çalışanlar o kadar rahat ve insanca yaşayacaklardı çünkü kenelerin yaşam bulması için artı değer sömürüsü üretimde yer alanların sırtından çıkıyor.

 

İşin siyasi yelpazesi de buna göre şekilleniyor.

 

Şaşı bakmadan da şaşırabiliriz.

 

Kürt halkının ana dili ile konuşmasını ve eğitim görmesini isteyenlerin onların emeklerine el koyan feodallerle ve ağalarıyla bir sorunu var mı?

 

Bulamazsınız. Başka şunu da bulamazsınız ki Avrupa pazarlarına girme iddiasında olan Türkiye siyasi iradesinin de kapitalizm öncesi yapılaşmalarla bir sorunu yok.

 

Niye olsun, torba ile oy gelen yerden tavuk esirgenir mi?

 

Yıllardır süren bu çark ile darbeli-darbesiz kırk yıl padişahlık yapan Demireller de aynı tezgâhtan bez dokumadılar mı?

 

Şimdi kayıkçı kavgasına bir bakın. Çocuk başına verilen paradan tutun da faturası nasıl belirlendiği meçhul kömür-makarna rüşvetlerine kadar çıkarı olanlar nerelerde yaşıyorlar? Hangi coğrafyadan bu dilencilik şebekesi marifetiyle destek gelebilir?

 

En az on çocuk sahibi olan babayı asgari ücretle çalıştıracak bir güç göremiyorum.

 

Doğal ağa sayılan böylesi “adamlar” için evleneceği kadın sayısını da serbest bırakan bir iktidardan daha güzel ne olabilir?

 

Yemiş memleketi…

 

İhanet çelişkiler yumağıdır. Buna dolaştığın zaman seni kurtaracak bir alternatif vardır ki ona “batmak” deniyor. Kendi kurtuluşun böyle ama toplumun selameti değil, çünkü sistem senin yerine daha fazlasını üretiyor.

 

Artık PKK’nın ne zaman kongre toplayacağını hükümet sözcüsü Arınç’tan öğreniyoruz. Sanırım çoğu PKK mensubu da aynı durumda. “Baharda kongre toplayacak” diyor. KCK da bu şekil öğrendi, yalan mı?

 

Kartopu oynadığı için bıçaklanarak öldürülen gazeteci Nuh Köklü son sözünde bunun bir rüya olmasını istiyordu. Ama canını vermesi gerçek oldu.

 

Özetle, her yerde kartopu oynamayı göze almadıkça pislik devam edecek.

 

PARTİLİ MİTÇİ

Soldan bazı sanatçılar, 12 Eylül öncesi konserler verirdi. Öyle ki orada yer almak bile başlı başına heyecan vermesi gerekli heyecanlardı.

Yemişler müzikten anlamanı da, hoşlanmanı da bir durumdu bu.

Hele bağlama çalan partinin üyesi ise, ulan bi anlardık müzikten ki sapıtırdın.

Hakan Fidan bunu anımsattı. AKP’liler seviniyordur şimdi. Ne de olsa artık o, "Partili MİTÇİ"...