Geçtiğimiz günlerde yazarları arasında olduğum “Ereğli Bülteni” adlı internet gazetesinin konuğu olan Soner Yalçın’ı dinlemek üzere Ereğli’ye gittim. Konuştuğum Ereğlili arkadaşlar pek memnun değildi ama baharın uç verdiği bir pazar gününde, on üç gibi erken bir saatte, iki yüzü aşkın dinleyici vardı salonda. CHP; milletvekili, belediye başkanı, ilçe başkanı gibi A protokolle katılmış, kimi sivil toplum örgütü yöneticileri salonda yerini almış olsa da, etkinliği, internet sitesinin sahibi Sabriye Aşır kendisi gibi azimli birkaç genç arkadaşı ile birlikte düzenlemişti. Hiçbir sivil toplum örgütünün çabası yoktu. Bu yüzden iyi bir katılımdı bence. Bana sorarsanız yazının gücüydü bu. Kalemini doğru kullanan bir insan, yeri geldiğinde, koskoca örgütlerden çok daha fazla insana ulaşabiliyordu. Kimilerine katılmasam da, Soner Yalçın, altı kalın harflerle çizilecek sözler etti. Başlarken söylediklerini bir “gazetecilik manifestosu” olarak gördüğüm için sözcük atlamadan not etmişim: “İki tür gazetecilik vardır. Bunlardan biri başarı odaklı gazeteciliktir. Meslek bir araçtır. Sınıf atlamanın, para kazanmanın, ün kazanmanın yolu olarak görülür. Buna ulaşmak için her yol mubahtır. Bir de gerçeğe odaklı gazetecilik var. Bunlar ise, hakikate aşkla bağlı olanlardır. Ne olursa olsun, hakikati, gerçeği yazmak isterler ve yazarlar. Düşünsel anlamda böyle bir tavır alan gazeteci, bağımsız bir gazetecidir. Bir yerde çalışsa dahi, ne iktidar, ne de patron tanır. Sadece gerçeğe odaklıdır. Bunun karşılığında ise, işsiz kalabilir, cezaevine atılabilir, kör kuytularda katledilebilir.” TARİH KOKAN SOKAKLAR YOK EDİLİYOR Yaşanan her şeyin Yeni Dünya Düzeni’nin kurulup vahşi kapitalizmin egemen kılınmasına yönelik küresel ölçekli bir plan olduğunu anlatmaya çalışırken aklın köleleştirildiğine, oluşturulan mürit kültürüyle soruları olmayan bir toplum oluştuğuna dair söyledikleri de önemliydi bence. Tam olarak not alamamışım ama “Biz kültürel meselelere takılıp kaldık. Türban esas konuşulması gerekenlerin üzerine çekilmiş bir örtüdür. Bundan vazgeçmeliyiz” şeklinde özetlenebilecek sözleri, geçmişte izlediği siyasal çizginin bir özeleştirisi gibiydi sanki. Usta gazeteci konuşmasının son bölümünde, çözüm için yazdığı reçeteyi,“Örgütlenmekten başka hiçbir kurtuluşumuz yok. Tek tek yakalıyorlar ve eziyorlar. Bizim koşullarımız, Bandırma Vapuru’na binenlerin koşullarından kat kat daha iyi. Ama çalışalım, örgütlenelim ve kendimize güvenelim. O korkunun, cesaretinizi aşındırmasına izin vermeyelim” sözleriyle özetliyordu. Söyleşinin ardından yağışsız havayı fırsat bilip, birkaç saatlik Ereğli turuna çıktım. Tarih Öğretmeni Gürdal Özçakır’ın mihmandarlığında yaptığım gezi, keyif verdiği kadar öfkelendirdi de. Ereğli’nin tarih kokan sokakları, yapıları, söylencelere konu olan mekânları bir bir yok ediliyordu çünkü. Çöken tarihi surların üzerine alelacele yapılan “kent balkonu” kötü düzenlemesi ile rüküş bir beton yığından ibaretti sadece. Üç bin yıllık surlar üzerine hesapsızca dikilen yapıları, ayakta tutmak için yapılan istinat duvarı için feda edilmişti. Üzüntüyle gördüm ki, Cehennem Ağzı Mağarası için çoktandır çalan tehlike çanları, felaket haberlerine dönüşmüş artık. Mağara içindeki antik mozaikler yemyeşil bir yosunla kaplanarak renklerini yitirmiş. İnsanlığın ortak mirası geri döndürülemez şekilde tahrip olurken yetkililer başka işler peşinde galiba. Bitme aşamasında olan amfi tiyatro mimarisinden, dış kaplamasına kadar dört bir yanından sızan sakilliğiyle hem çevreyi, hem de tarihi dokuyu bozuyor örneğin. Gözlerime inanamadım, “ecdat yadigârı” camiler, tecim amaçlı eklentilerle tarihi kimliğinden arındırılıyor. Ereğli’ye hiç yakışmayan görüntüler yayılıyor ortaya… OLMAMIŞLIĞIN, HAMLIĞIN ÖRNEKLERİ İğretilik Ereğli’de mi yalnızca? Hayır! Hep yazıyorum, siyaset bilgisi, birikimi, olanların değil, hırsından gözü dönen muhterislerin elinde Zonguldak’ta. Her şey sallapati bir hoyratlıkla akıp gidiyor. Kimse farkında değil ama akıp giden, yazık edilen hayatlarımız aslında. Ana muhalefet partisinin genel başkanı bir dizi açılış yapmak için geliyor Zonguldak’a. Teknoloji bunca ilerlemiş, belediye pek çok şeyi başarabilecek güçteyken açılışı yapılan terminale, “Hoş geldiniz” pankartı, dikilen iki kalasın arasına asılıyor. Bir kentin terminali değil de köy meydanında açılış yapılıyor sanki. Lafa geldi mi değil kenti, ülkeyi yönetmeye talipler ama genel başkanlarının adını bile bilmiyorlar daha. Armağan ettikleri formanın arkasına “D” yerine “T” yazdırarak, kenti, tüm ülkeye maskara ediyorlar… Ya şu Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın yediği herzeye ne demeli? Siz de izlemişsinizdir mutlaka, “Laz müteahhit” namıyla maruf Erdoğan Bayraktar yurtdışından gelen ilaçlarının temini için yardım isteyen kanser hastası bir kızcağıza dilenci muamelesi yapınca, ömrünce unutamayacağı bir ders aldı. Eline sıkıştırılan parayı gözyaşları içinde iade eden kızcağız, onurunu ayakta tutmakla kalmadı yalnızca, insancıllığın arkasına gizlenen ikiyüzlülüğü, inceliklerden yoksun hamlığı, her şeyi paraya tahvil eden açgözlülüğü de teşhir etti açıkça. Soner Yalçın, “İnsanlığın yeni tanrısı dolar. Başta da AKP’lilerin” diyordu ya, bakan bu sözün uygulamalı örneğini verdi. Kentleri değil yalnızca hayatlarımızı da bu olmamışlık şekillendiriyor ne yazık ki ve bize üzülmek ve gözyaşlarımızı içimize akıtmak düşüyor yalnızca. Yalnız ve çaresiz olmak kaderimiz ne yazık ki