Çocukken her akşam yatmadan önce ve aklıma geldiği her an Tanrı’ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı’nın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı’ya günahlarımı affetmesi için dua ettim.” (Alphonse Gabriel Capone Doğ.; 17 Ocak 1899, New York – Ölm.; 25 Ocak 1947, Florida)
İtalyan asıllı mafya lideri Al Capone’un bu bisiklet öyküsünü ne zaman anımsasam bizim dinciler aklıma gelir.
Dinciler dedim; dindarlar demedim!
Kendi tinsel dünyasında yaşattığı inançlarıyla mutlu olan kişiler değil sözünü ettiğim. Kılık kıyafeti, konuşması, yapıp ettikleriyle dinsel kimi simgeleri hep öne çıkartan ve dünyeviliği ötelediğini söylemesine karşın dünya malı için yapmayacağı düzenbazlık kalmayan kişilerdir dinci diye adlandırdıklarım! Yani diğer bir söylemle; İnanç Tüccarları!
O kadar çoklar ki! En temel özellikleri; para, kadın ve makam için her türlü ahlaksızlığı geçerli saymalarıdır. Liyakat değil sadakat ve kendilerine biat edilmesidir yaşam anlayışları. Hak, hukuk, adalet, insan hakkı, toplum çıkarları, emek gibi değerler başta olmak üzere insanlığın büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlar onlar için bir hiçtir!
Dinciler, Al Capone gibi çalıp sonra affedilmeleri için yakarırlar. Bu ara çalmaya da devam ederler! İşin doğrusu ben onların inançlı olduklarını da sanmıyorum. Yoksa Maun Suresini okuyup İhlâs Suresini içselleştiren bir inananın hiç değilse iç sesinin yani vicdanının kendisini kilitleyeceğini beklerim. Bunları hapishane duvarları bile kilitleyemiyor!
Bu vurguyu neden yaptığımı merak ettiğinizi ve hatta bilinenleri yinelediğimi söyleyerek homurdandığınızı görür gibiyim. Haklısınız! Hepimiz bu türden kişilerin yapıp ettiklerine o kadar çok tanık olduk ki! Söylediklerimde yeni bir şey yok!
Neylersiniz ki eğitim, kültür ve sanattan yeterli payını alamadan yetişmiş bireylerden oluşan toplum çoğunluğunun, bu türden oluşumlar karşısında duyarsız, sessiz ve hatta suça ortak oluşlarını görmektendir asıl üzüntüm! Yani dinci olmamasına karşın susarak suça ortak olmalarındadır asıl sorun! Üretmeden tüketmek, hak etmeden kazanmak, gemisini kurtaran kaptan mantığı, yaşanan sorunu alt edip yerine insana yaraşır bir düzen kurmamızı engelliyor.
İnsanlık bu kara bulutları dağıtıp ihsana yaraşır bir yaşamın temellerini mutlaka atacaktır. Bilim hurafeye, akıl safsataya, emek sömürüye galip gelecektir! İnsana olan inancım tamdır! Er ya da geç insanlık kazanacaktır!
 
DİLBERAY
Eğlence dünyasının bilinen ismi Dilberay, tanınmışlığın engebeli basamaklarını büyük zorluklarla tırmanıp adını kalıcı kılmıştır. İçtenlikli, dobra ve dürüst kişiliğiyle tanımıştır onu çevresi.
2008 Ekonomik bunalım günlerinde o da sıkıntılara düşmüş ve bunun nedenini sorgulamıştır. Arkadaşlarından aklı erenlere, bu bunalımın nedenini sormuş ama söylediklerini çok da anlayamamıştır. Eğitimi ve ekonomi bilgisi anlatılanları anlamaya yetmemiştir. Fakat arkadaşlarının durumu anlatırken sorunun kaynağının hep ‘kapitalizm’ olduğunu söylemeleri de dikkatinden kaçmamıştır. Yanılmıyorsam kendisiyle yapılan bir söyleşide sorulan bir soru üzerine şöyle demiştir; “Arkadaşlarım suçu hep gapitalizmde görüyor. Anladığım kadarıyla bu gapitalizm çok şerefsiz bi şey!demiştir.
Her aklıma gelişte üzerime bir gariplik çöker! Benim halkımın merhum Dilberay’dan çok farkı yok. Ya da şöyle diyelim; ortalama Dilberay’lar ülkesinde yaşıyoruz!
Söz buraya gelmişken o naif ve güzel insanı sevgi ve saygıyla anıyorum.
Haklısın Dilberay Abla! Gapitalizm hakikaten çok şerefsiz bi şey!
 
EZAN SESİ!
2872 Sayılı Çevre Kanununun 14. Maddesi şöyle der; “Kişilerin huzur ve sükûnunu, beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde ilgili yönetmeliklerle belirlenen standartlar üzerinde gürültü ve titreşim oluşturulması yasaktır!
Çaycuma Cumhuriyet Meydanı ya da çarşı merkezinde oturuyorsanız ezan saatlerinde yanınızdakiyle ya da telefonla konuşmanız olanaksızdır! Cami hoparlöründen çıkan ses o kadar yüksek ki insanın beynine zıpkın gibi saplanıyor! Dengeniz bozuluyor. Okunan ezan mı yoksa yırtınırcasına bağıran birinin sesinin hoparlörler eliyle bin kat yükseltilmesi midir bilemezsiniz! Ezanın uhreviliği, dinselliği ve namaza çağrı olma özelliği yok bu yapılan işte! Ben bu kişilerin ezanı kullanarak toplumu baskılamayı hedeflediklerini düşünüyorum. Öyle ya konu ezan ve namazsa kimse ağzını açamaz!
Bu durum yalnızca merkez camileri için geçerli değil. Mahalle camilerinin tamamında ve diğer yerleşim birimlerinde de aynı! Ezan okuyan müezzin hoparlörün sesini dibine kadar açıp ‘güya’ ezan okuyor!
Ezan bir namaza çağrıdır. Bunu yaparken hastaları, yaşlıları, çocukları, dinlenme durumundaki işçileri, işitme güçlüğü çekip de hassas işitme cihazı kullananları düşünmek zorundasınız! Hiç kimse din ve inanç adına insanları böylesine bir sıkıntıya sokma hakkına sahip değildir.
Nerede rahmetli Arif Hocanın o davudi sesiyle okuduğu ve içimize işleyen o içtenlikli ezanı, nerede bu ezan diye okunan hoparlör tacizi!
Çevre Kanununu, ses kirliliğini “Gürültü Kirliliği” olarak kategorize etmiş ve insan sağlığı ölçütlerinde sınırlandırmıştır. Nasıl bir diskotek ya da bir sokak satıcısı sesini yasal sınırlar içinde tutmak durumundaysa, camiler de aynıdır!
Gürültü ölçümlerini yapacak kuruluşlar belediyeler ve Çevre Müdürlükleridir. Görevlileri, görevlerini yapmaya davet ediyoruz. Ezan okuduğunu sanan kişilerin çevreye ve bizzat dinin kendisine verdikleri zarar önlenmelidir.
 
TRAMP MI BİDEN MI?
Kırk katır mı, kırk satır mı?” gibi bir başlık bu!
Aslında bu sorunun yanıtı çok kestirme ve çok kısa. Ve eğer sizce sıkıntı değilse bu soruyu ben yanıtlayayım!
Eşek ben olduktan sonra, sırtıma binenin kim olduğu önemli değil!
Çözüm mü? O da çok kestirme ve çok kısa.
Ülke içinde demokrasi ve hukuk, dış ilişkilerde eşitlik ve bağımsızlık!
Görüldüğü gibi beş on fırın ekmek az gelecek! Şimdilik...