Ne zor işmiş ‘’insan’’ olabilmek, hadi olduk diyelim ya o mertebede kalabilmek.
Hele önce bi olabilelim de, sonrasına bakarız. Bir makine gibi adeta, fabrika ayarlarıyla var olmaya çalışıyoruz güzergahı belirlenen yolculukta.   Şimdi mecburen  burasından bakıyorum olaya. Fizyolojinin analizi değil derdim, biyolojik olarak da kafa yormak istemiyorum, zaten çok da anlamam, yaş ilerleyince malum çabuk yoruluyor bu et ve kemik yığını. Sistemin ana merkezi kumanda mekanizması teklemeye başlıyor bir zaman sonra. En iyi işe yaradığı dönemde de kullanma kılavuzunun şifresini sanırım çözemediğinden ki, çözülebilinir mi onu da tam olarak bilmiyorum, zorluyor seni sistem. Bir avuç kadar olduğunu bildiğimiz beyin, bu cins, yani insanlar söz konusu olduğunda cidden zorluyor sistemi. Birbirine üstünlük anlamında fark yaratan o bir avuç beyin, düşünce merkezi aslında, bizleri diğer canlılardan ayıran.  Sadece birbirimize değil, var olduğunu bildiğimiz canlıların en üstün olanıyız güya. İşte en önemlisi şu küçücük beyinde gizli… Hayvanlar da etten ve kemikten yaratılmış, ama  bir fark olmalı değil mi?
 Düşünebilmekte marifet, işte o küçük beynimizi   iyi düşüncelere yönlendirebildiğimizde bir farkımız olmaya başlıyor hayvanlardan. 
 Hani insanoğlunun içinde, yaşamda mevcut olan bütün duygulardan mutlaka varmış ya, hayvani duygulardan, kötüleri ne kadar çok bastırabilirsen yükseliyormuş iyilik derecen, işte oda beyin sayesinde… 
  Nasıl bir sınav sistemi, nasıl ince ayarlar, ince hesaplar. Üstelik öyle bildik sınavlardan da değil, üç yanlış bir doğruyu götürmüyor. Her yanlış bir çok doğruyu yok saydırıyor, doğal olarak da bedelini ağır ödüyorsun, beyinsizliğinin. Hayati önem taşıyan o büyük sınavlar gibi tek tük değil insanlığın sınavı, her daim her an bekliyor köşe başında sinsi katip. Sonuç ise genelde   başarısız, hayal kırıklığı, bu defa da mı? Yine mi geçemedik insanlık sınavını? İçimdeki ses sürekli telkin de bulunuyor,  bozma kalbini diyor, sabret, sanki çok iyi çalışıyor da ben bozuyorum.
Sistem diyorum, fabrika ayarları diyorum, var işte orada bir bozukluk, kodlarımı yanlış mı yüklemişler benim de, bütün devreler birbirine karışıyor. İnsan olmak neden bu kadar zor. Bana göre  bütün suç, bütün kabahat eşitsizlikte.
Hani eşit şartlarda doğuyorduk ya analarımızdan,  yaklaşık dokuz ay sonra… Bakın buna  çok seviniyorum, iyi ki erkekleri babalar doğurmuyor, yoksa zaten üstün olabilmek adına yere göğe sığmayan egolarının önüne hiç geçilmezdi, neyse konumuz şimdi bu değil,   kadını erkeği çoluğu çocuğu eşitiz  öyle mi….
 Kadın erkek işbirliğiyle üreyen nesiliz, yani biz, yani insanlar. Bir baba ve bir anne gerekiyor tüm ırkların  devamı için. Oluşuyor ve doğuyoruz, eşit gibi görünüyor öyle mi…  İlk değişimler, sinsice  kendini gösteriyor ve hatta ilk dakikalarda. Doğarken değil, oluşurken ki ilk dakikalar bile ayrıcalık veriyor bazılarına. Hani şu pahalı  markalar gibi, ayrıca  değinmek istemediğim biyolojik sistem var ya, patenti kuşaktan kuşağa geçen, işte o markalar eğer markacıklar olmazsa, kalite ödülü alıyor. Alın yazısı ve şartlar ise savunma ya da avunma öğretilerimiz, ayrıcalık ya da üstünlük veriyor ‘algılara göre’ kimilerine. 
Hiç bir şeyi aynı yerden öğrenmiyoruz, sınavlar aynı olabilir, fakat eğitim çok farklı, söz konusu fark, biyolojik genler yani.
Adil mi peki?
Sen bir kasabada ya da bir köyde ot çöp kokusunda içine çekerken yaşamı, elin oğlu kızı sırça köşkler de bilmem kimin tasarımı, bilmem kimin icadıyla açıyor gözünü.
Sen ayağındaki elindeki nasırlarla okuyorken hayatı, diğerleri de paralı mürebbiyelerde öğreniyor hayatı. Sonra hayat olmadık zamanda eşit olmayan  yerden soruyor sorularını. Sen kara cahil sanıyorsun kendini, küsüyorsun yaşama, ama zengin züppeleri övünüyor imkanlarıyla. Bildiğin yerden bakmak, bilmediğin yerden ise dibe çakmak, eşit miyiz.
Genler!..
‘İnsan ol evladım insan’ ya hu ben ne olmak istiyorum hayvan mı?
Olamıyorum… Sorun bende değil aslında, düzenli olmayan düzensizlikte ve eşit olmayan sistemde. 
Büyüdükçe küçülemeyen arsızlar yüzünden. Doymak bilmeyen aç gözlüler yüzünden. Hep bende olsun, diyenler yüzünden eşitsizlik. 
Kimsenin cılız emeğine saygı duymayanlar, sizler insanlığın kimyasını bozuyorsunuz. Küçük parçalardan çoğaldığınızı unutup sizler eziyorsunuz umudu.
 Ah o küçük beyin yok mu… O küçük beyin çok işe yarıyor da kullanma kılavuzu olana. Alın yazısı diye düşünüp mücadeleden geri çekildiğimiz her an birileri zafer bayrağını gözümüzün içine sokarak dalgalandırıyor.   Şartlar zor, sırça köşkler de doğmadın ki… Coğrafyan taşıyla toprağıyla yoğurmuş seni. Nasırlı ellerin ve bir de   yüzleşmeyi ertelediğin inancın.  Haklar eşit değil ki, üstelik ta doğuştan. Kimi ot kokusunda kimi bilmem kimin icadında. Üstelik de sorular aynı yerden, fakat eğitim öğretim farklı. Her insan adayına bir beyin ve kullanma kılavuzu şart. Doğuştan ve oluştan  bir farkları olsa da birilerinin, bana göre şart. Aksi halde sınav  başarısız, hep başarısız. İşte bu yüzden sınıfta kalıyor insanlık.
ŞİİR
Sen hiç buğday başaklarının
Seviştiğini gördün mü
Poyraz rüzgârlarıyla?
Ben gördüm.
Sen hiç gelinciklerin,
Naif gelinciklerin titremesi gibi
Titredin mi rüzgâr savururken
Sevdiğin dokunmuş gibi omuzlarına?
Ben titredim.
Kır çiçeklerinin en güzel çiçekler olduğunu 
Söyledi mi sevgilin
Sana kendi elleriyle demet yaparken?
Bana söyledi.
Sen hiç ayakları su içinde kalmış,
Ekmek parası için
Yollarda dilenen çocuklar gördün mü?
Ben gördüm.
Senin için yandı mı
Buz gibi ayazda
Ekmek parası için çalışan babalara?
Titredi mi için?
Benim titredi.
Sana sımsıcak evinde çorba içebilmenin
Açlıktan ölen çocukların olduğu bir dünyada,
Şükredilmesi gereken
En önemli şey olduğunu
Söyledi mi birisi?
Bana söyledi.
Yoluna çıkan engelleri,
Sen istersen aşabilirsin!
Aşabildiğinde de
Yolunun sonsuza uzandığını
Gördün mü?
Ben gördüm.
Ben titredim.
Bana söylendi.