Çekici bir insan olmak herkesin arzuladığı bir olgudur. Bunun için insanlar, az veya çok ömür boyu çaba harcarlar. Gayretli ve şanslı olanlar hedeflerine ulaşabilirler. Ama büyük çoğunluk bunu başaramaz.

   Aslında bu konu çok uzun ve derin bir konudur. O nedenle, bu konuda ahkam kesip felsefe yapacağımı hiç beklemeyin!. Çünkü ben bu işin uzmanı değilim ve haddimi bilirim!..Sizin anlayacağınız ben biraz da işin mizahındayım.

   İnsanları çekici kılan faktörlerden bazıları doğuştan gelir. Bazıları da sonradan gelip sizi bulur. Doğuştan gelenler, zeka, fiziki güzellik, ailenin zenginliği veya statüsü, spora veya sanata yetenek gibi faktörlerdir. Sonradan gelenler ise; kazanılan veya piyangodan çıkan servet, terfi edilen makam, ünlü olma gibi faktörler olabilir. Örneğin, sevilen bir şarkı patlatan ve bu nedenle ünlenen sümüklü bir çocuk, piyangodan para çıkan bir gariban, politikada veya bürokraside üst makamlara terfi etmiş bir halk çocuğu, veya futbolda başarı gösteren bir mahalle delikanlısı herkesin gözünde bir anda çekici bir hale gelebilir.

   Ben bu konuyu daha fazla uzatmadan, genellikle yaptığım gibi, birkaç anekdotla derdimi anlatmaya çalışacağım. Bunlardan ders çıkarma külfetini de izninizle size yıkıyorum. Buyurun..

   

   Kadınlarla ilgili ilk dersi daha ben ortaokulda iken bizim köyün hocasından aldım. 

   Köyümüzün hocası o sıralar kırklı yaşlarında, uzun boylu, iri yapılı ve davudi sesli bir adamdı. Gerçek ismini şimdi hatırlamıyorum, lakabı ''Topal Hoca'' idi. Zira bir bacağının dizinden aşağısı yoktu. Bu nedenle koltuk değnekleri ile yürürdü. Ama buna rağmen çok hızlı hareket ederdi. Bacağının kesik olmasının nedeninin bir çapkınlık esnasında aldığı bir kurşun yarasından olduğu söylenirdi.

   Neyse, bir yaz tatili için gittiğim köyümde, köy kahvesinin önünde benim yaşımda birkaç arkadaş ve Topal Hoca oturuyoruz.. Hoca lafı kadınlardan açtı..Hocanın, bizim o zamanki köy lisanı ile şöyle dediğini hatırlıyorum: ''La uşakla (çocuklar), bu garı milletiniy neden hoşlanduğu hiç belli olmaz. Kimisi zengin adamı seve, kimisi yakaşuklu adamı.. Emme kimisi de seniy bi cigara içişiye bile furulu!''  

   Sonraki yıllarda hocanın haklı olduğunu gördüm!

   

   Yıllar önce seyrettiğim bir yabancı filmdeki şu diyaloğu hiç unutmuyorum. 50'li yaşlardaki zengin adam 20'li yaşlardaki sevgilisine şöyle diyordu: ''Eğer ben zengin olmasam, yine de beni sever miydin?'' Bu soruya genç sevgili karşı bir soru sormuştu: ''Eğer ben genç ve güzel olmasaydım, sen yine de beni sever miydin?'' Ve adamın duraklaması karşısında, şöyle devam etmişti: ''İşte erkeğin parası kadının güzelliği gibidir. İkisi birbirini çeker!''  

   Geçen hafta Kıbrıs'ta idim. Orada konakladığım ve zenginlerin kaldığı beş yıldızlı otelde dikkatimi çeken şeylerden biri otele gelen çiftlerin uyumsuzluğu oldu. Çünkü genellikle balayına gelen çiftlerin ve sevgilileri ile gelen erkeklerin çoğunlukta olduğu otelde; kadınlarla erkeklerin tezat oluşturmaları gerçekten dikkat çekiciydi. Örneğin; çok güzel bir kızla çirkin bir delikanlının birlikteliği; veya çok güzel ve genç bir kadınla yaşlı ve çirkin bir erkeğin beraberliği gibi..Üstelik bu güzel kızlar ve kadınlar bu erkeklere ''aşkım!'' diyordu..Ha, yabancı kökenliler ise ''aşkim'' diyordu..

   Sebep basit! Erkekler zengin..Dolayısı ile çekici..Gel de ''paranın gözü kör olsun'' deme!..

   

   Aziz Nesin'in hikayelerini çok severim. Yıllar önce okuduğum ama şimdi adını hatırlayamadığım bir hikayesindeki bir pasajı sizlere aktarmak istiyorum.

   İzmirli çapkın bir delikanlı, İzmir'de kızların çok gittiği bir kafeyi kendine mesken tutuyor. Ama her gün gitmesine rağmen bir türlü kızların ilgisini çekip bir kız bile tavlayamıyor. Çünkü kızlar o kafeye dadanan Amerikan askerlerinin ilgisini çekmeye çalışmakla meşguller.

   Baktı böyle olmayacak,aklına gelen bir planı uygulamaya koyuyor. Plan icabı Amerikan askerlerinden birini ikna edip üniformasını bir günlüğüne ödünç alıyor.. Üniformayı giyip hemen o kafeye gidiyor ve bir masaya oturup beklemeye başlıyor.. Çok da beklemiyor.. Çünkü kısa bir zaman sonra karşısındaki masaya bir grup kız gelip oturuyor..Kendisine doğru bakıp bakıp kendi aralarında konuşmaya başlıyorlar...Tabii ki Türkçe konuşuyorlar..Çünkü bizim asker Amerikalı ve Türkçe bilmiyor ya..Onun için rahat rahat ve onun duyabileceği şekilde konuşuyorlar..

   Kızlardan biri diyor ki, ''Şu buruna bakar mısınız; ne kadar düzgün!'' Diğeri, ''Hele bir de gözlere bakın. Ne kadar güzel bakıyor!'' Bir diğeri, ''Dudakları da çok seksi!''

   Kızların konuşmaları bu şekilde sürüp giderken bizim çapkın kendi kendine şöyle mırıldanıyor: ''Ulan bu burun, bu gözler ve bu dudaklar dün de aynı değil miydi? Amerikan askeri üniformasını giyince bir günde nasıl değişmiş olabilir? Haklıymışım..Demek ki keramet üniformada!''

   

   1979 Yılında, o sırada devletleşen Bolu'daki kömür ocaklarına bölge müdürü olarak atanmıştım. Bayağı da yetkili idim. Örneğin, bağlı olduğum EKİ Müessesesi bile işe adam alamazken ben alabiliyordum. Bu nedenle, evim hala kilimli'de olduğu için, hafta sonları Zonguldak'a geldiğimde çok sayıda işsiz ve yakını peşime düşüyordu..  Gazipaşa Caddesinde yürürken arkamda en az 15 - 20 kişi oluyordu. Ayrıca çok kişi de selam verirdi. 

   Ama 1981 Yılında  görevden alındıktan sonra yine Gazipaşa Caddesinde yürüdüğümde kendimi yabancı bir şehirde sandım. Ne arkamda kimse vardı, ne de doğru dürüst selam veren!

   Bu beni hem üzdü hem de düşündürdü. İnsanların menfaatleri uğruna nasıl değişebildiklerine üzülmüştüm. Ama ben daha o zaman 35 yaşında idim. Yani önümde daha uzun bir bürokratik gelecek vardı ve ben daha birçok makama gelebilirdim - nitekim de geldim. İnsanlar şimdiden böyle yaparsa emekli olduğum zaman kim bilir nasıl davranacakları da beni düşündürmüştü. 

   Sonraki yıllarda da her makama gelişimde bana ilgi gösterenlerin sayısı bir anda artmış, ve makamdan gidince de; tıpkı med-cezir olaylarında denizin çekildiği gibi, sonradan gelen bu dostlar da bir anda çekilmişti! 

   Ama gerçek dostların hakkını yemeyelim; onlar zaten her zaman varlardı! 

   İyi ki de varlar!..

                                                                                                                           Şerafettin Üstünkol