Bizim millette bir Arap sevdasıdır almış başını gidiyor. Bu yüzden de, medyanın ve siyasetçilerin tek yanlı bilgilendirmelerinin de etkisiyle, İsrail- Arap savaşlarında meseleyi iyice anlayıp dinlemeden otomatikman İsrail'i haksız, hatta cani görüyor. Bu şartlanmış tutum ve davranış ne kadar doğrudur? Haklıyı haksızı nasıl ayıracağız? Bu konuda adil olmak ve hak yememek adına, bazı verileri de göz önünde tutarak objektif değerlendirmeler yapmamız gerektiğine inanıyorum. Yoksa din kardeşliğimize ve Araplara olan sempatimize göre hükümler verirsek bu hiç adaletli bir davranış olmaz.

     Şimdi, elimizi vicdanımıza koyarak, duygusallığı da bir tarafa atarak bu kavgada hakemlik yapmaya çalışalım. Ben burada konuyu, bize göre, biraz da tersinden alarak bir ezberi bozmak istiyorum. Bunun için de şeytanın avukatlığını yapmam gerekebilir. Aksi takdirde değerlendirmelerimiz objektif olamaz; yine taraflı olur ki; o zaman da bu yazıyı yazmama da gerek olmaz. Zira herkes zaten taraf olup hükmünü vermiş. Ama şu da unutulmamalı ki çoğunluğun verdiği hüküm her zaman doğru değildir. Nitekim dünyadaki herkes dünyayı tepsi gibi düz bilirken bir tek Galileo yuvarlak olduğunu söylemiştir. Bu yüzden de adamcağızın az daha kellesi gidiyordu.

     Aslında Araplarla Yahudiler kardeştirler; ama düşman kardeşlerdir. Bu yüzden dinlerini bile farklı seçmişler ve tarih boyunca kavga etmişlerdir. Bu kavga 2.000 yıl kadar önce, Romalıların da yardımıyla, Yahudiler ‘in bu gün yaşadıkları topraklardan sürülmesine kadar sürmüştür. Yani Yahudiler ‘in işgal ettiği iddia edilen topraklar 2.000 yıl önce zaten onların vatanı idi.

     Bu sürgünler neticesinde başlangıçta Avrupa ülkelerine, daha sonra da Amerika'ya dağılan Yahudiler,  ticareti iyi bildikleri için, zamanla zenginleştiler,  ve 19.ncu yüzyılın sonlarına doğru hiç unutmadıkları, ayrıca kutsal din kitapları Tevrat’ta da vaad edilen ana vatanlarına dönüp bir devlet kurmak istediler. Tabii o zamanlar bu topraklar Osmanlı idaresinde idi. Yahudiler ‘in bu niyetini öğrenen Padişah Abdülhamit bir ferman yayınlayarak buralardan Yahudilere toprak satışını yasakladı. Fakat parayı çok seven Araplar, el altından topraklarını Yahudilere satarak bu günkü İsrail Devleti'nin kurulmasını kendi elleriyle sağladılar. Onun için şimdi ağlaşmaya hakları da yoktur.

      Şimdi de bu iki milletle bizim tarihsel ilişkilerimizi değerlendirelim, ve daha önemlisi, karşılaştıralım.

      Dünyaya dağılan Yahudiler zaman içinde gittikleri yerlerden de kovulmaya, hatta soykırıma uğramaya başladılar. En son, 1492-1496 yılları arasında İspanya ve Portekiz'den de kovuldular. İşte bunlara kucak açan tek ülke Osmanlı Devlet'i oldu. Anadolu'ya gelen Yahudiler Osmanlıların bu iyiliğini unutmadılar. Gerek ticari kabiliyetleri ile, gerekse başta tıpta olmak üzere ilimin birçok dallarında yetiştirdikleri ilim adamları ile Osmanlılara bu konularda önemli katkılar sağladılar. Ayrıca, Osmanlılara herhangi bir sorun da çıkartmadılar. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da, Osmanlılar zamanında köylülükten başka misyon verilmeyen Türker’e, özellikle ticari hayatta ustalık yaptılar; ta ki 6-7 Eylül olaylarına kadar! Yani büyük bir kısmı Türkiye’den kovulana kadar. Günümüzde de dünyada çok güçlü olan Yahudi lobisi, başta Ermeni meselesi olmak üzere, hep yanımızda durmuştur.. Özetle, Yahudiler ‘den genellikle zarar değil fayda gördük.

         Bu arada  Sabetaycılardan bahsetmezsek olmaz. Sabetaycı, Kısaca ifade etmek gerekirse , sonradan Müslüman olan Yahudilere denir. ( 17.asrın ikinci yarsından itibaren) İnternette Google’a girip ‘’ Ünlü Sabetaycılar’’ diye yazın. Bakın neler göreceksiniz. Karşınıza öyle çok ve öyle tanınmış isimler çıkacak ki şaşıracaksınız. Halkımızın bir zamanlar ve halen çok sevdiği ve peşinden gittiği bir çok ismin aslen Yahudi kökenli olduğunu göreceksiniz. Örneğin, Celal Bayar, Bülent Ulusu, Fahri Korutürk’ten tutun Tansu Çiller ve Rahşan Ecevit’e kadar; Nazım Hikmet, Ziya Gökalp’ten tutun Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal’e kadar; Zeki Müren, Bülent Ersoy, Sezen Aksu ve Gönül Yazar’dan tutun, Barış Manço, Kenan Işık, Fazıl Say Ve Mustafa Denizli’ye kadar bir çok sevdiğiniz insana burada rastlayabilirsiniz.. O zaman Yahudiler hakkında ne düşüneceksiniz?

         Peki size bir soru: 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkartma yapan Yunanlılara İlk Kurşunu sıkarak şehit olan ve Türk direnişini başlatan vatan kahramanı Hasan Tahsin’in Yahudi kökenli olduğunu halkımızın ne kadarı biliyor? Yahut ta Türk halkını ateşli nutuklarıyla direnişe çağıran ve Kurtuluş Savaşında Atatürk’ün yanında yer alan; hatta önce onbaşı, sonra da başçavuş rütbesi verilen ve İstiklal Madalyası ile ödüllendirilen Halide Edip Adıvar’ın da Yahudi Kökenli olduğunu bize öğreten oldu mu?

         Bu gerçekleri bilelim ve bir kez daha düşünelim.

      Bir de Araplarla olan ilişkilere bakalım. Osmanlılar, Müslüman oldukları için, Arapları özellikle korumuştur. Diğer milletler, ve özellikle Türkler ağır vergiler altında inleyip İmparatorluğun bitmez tükenmez savaşlarında sayısız şehit verirken, Araplar rahat yaşamıştır. Türkler Müslümanlığı korumak için sürekli şehit verirken Araplar hurma ağacının gölgesinde oturmuştur. Osmanlılar Anadolu'ya hemen hemen hiç yatırım yapmamışlar ama Arabistan'a demiryolu döşemişler, Mekke ve Medine'nin özel bakımını ve korunmasını sağlamışlardır. Fakat bu Araplar Osmanlıların son zamanlarında ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında ''gavur'' dedikleri İngilizlerle bir olarak ve İngiliz casus Lawrence'in peşine takılarak, aynı dinden oldukları Osmanlı askerlerini arkadan vurarak ihanet etmişlerdir. Hatta Lawrence'in yalanlarına inanarak Yemen çöllerinde şehit ettikleri Türk askerlerinin karnını yararak altın aramışlardır. Zira Lawrence onları, ''geri çekilen Türkler askerlerine altın yutturarak altın kaçırıyorlar'' diyerek kandırmıştır. Bunlara inanmayan varsa bu gün IŞİD'ın yaptıklarına baksın!

         Ayrıca Falih Rıfkı Atay’ın ‘’ Zeytindağı ‘’ isimli kitabını okuyun. Zira bu kitabı okuyanlar 1. Dünya Savaşında Arapların Türklere yaptıklarını görünce Araplardan nefret edeceklerdir.

     Ben Arapların bu gün de bizi sevdiklerine inanmıyorum. Uluslararası sorunlarımızda, örneğin Kıbrıs konusunda yanımızda durmamaktadırlar.  Sözde laik rejimle yönetildiğimiz için,  zaten bizi Müslüman'dan da saymıyorlar. Din kardeşliği falan da hikaye! Zaten din kardeşlerine neler yaptıklarını görmüyor muyuz? Her gün yüzlerce Müslüman birbirini öldürüyor. Kafayı kesen de Allahüekber diyor kafası kesilen de! Arapların din kardeşliğine güvenemeyeceğimiz de ortada.

         Hem bunların Müslümanlığı da tartışılır. Bunlar nasıl Müslümanlar ki Peygamber’in vekilleri olan 4 halifeden üçünü ( Hz. Osman, Hz. Ali Ve Hz. Ömer) ve Peygamber’in torunlarını ( Hz. Hüseyin ve çocukları ) gözlerini kırpmadan öldürmüşlerdir. Yani bunların Peygambere bile ne vefası ne de saygısı vardır.

          Sırası gelmişken, günümüzde siz hiç din adına dindaşlarını boğazlayan bir Musevi, Hristiyan veya Budist görüyor musunuz? Eğer Araplar bu dinlerden olsaydı muhtemelen görürdünüz!

     Ama Araplar İsrail'i neyle suçluyor? Çocukları da öldürüyor diye! Elbette hiç kimse böyle bir şeyi savunamaz. Ama aynaya bakıp bir de kendilerine baksalar ve günde kaç Müslüman'ı öldürdüklerini hesap etseler iyi olacak!  Ayrıca, bu çocukları canlı kalkan olarak kullanıp dünya kamuoyunu kendi taraflarına çekmek istediklerini de biliyoruz. İsraillileri kınıyoruz ama, Nasreddin Hoca'nın dediği gibi; hırsızın hiç mi suçu yok? Bu füze atmalar, çocuk falan öldürmeler tek taraflı mı oluyor? Araplar çok mu masum?

     Bu ciddi konunun içine kısa bir fıkra katarak biraz yumuşatalım: Bizim Tonyalı bir adam vurmuş. Hakim karşısına çıkarıldığında, hakim ''Bu adamı niye vurdun?'' diye sormuş. Tonyalı, ''Ben vurmadım Hakim Bey, o kendisini bana vurdurttu!'' demiş.

         Dünyanın terör örgütü olarak tanımladığı Hamas’da  bizim Tonyalı’nın vurduğu adam gibi habire adam kaçırarak veya uyduruk füzeler atarak kaşınmakta ve İsrail’e sataşmaktadır.

    Bütün bunları niye anlattım? Yahudileri vatanlarından kovan onlar. Padişah'ın yasaklamasına rağmen el altından bunlara toprak satıp tekrar gelmelerini sağlayan da onlar! Şimdi de ''niye geldiniz?'' diye sataşan onlar!

     Peki bize ne oluyor? Bu kavgada neden kayıtsız şartsız tarafız? Yukarıda her iki milletin tarihsel süreç içinde bizimle ilişkilerini de anlattım. Buradan bize hangi tarafın zarar verdiği, hangi tarafın yarar sağladığı anlaşılmıyor mu? Devletler arası ilişkilerde bunlar önemli kriterler değil mi? Eğer Müslüman oldukları için Arapları tutuyorsak yanlış yoldayız demektir. Adamlar her gün onlarca, bazen de yüzlerce,  aynı zamanda soydaşları da olan, dindaşlarını bile gözlerini  kırpmadan öldürmüyorlar mı? Kaldı ki ellerine fırsat geçse, dinden çıkmakla itham ettikleri Türklere kim bilir neler yaparlar. Nitekim ne yapabilecekleri Osmanlı askerlerine yaptıklarından anlaşılmıyor mu?

          Ayrıca, bir özeleştiride bulunmak ve şu soruları sormak istiyorum.

         İsrailliler Gazze’deki Arapları öldürdükleri in onlara kızıyoruz ve şiddetle tepki gösteriyoruz da ; başta IŞİD, Araplar Kuzey Irak ve Suriye’de her gün onlarca Türkmen’i katlediyor ve yerlerinden yurtlarından ediyor; neden onlara aynı şiddette tepki göstermiyoruz? Araplara gösterdiğimiz hassasiyeti kendi soydaşlarımızdan neden esirgiyoruz? Bize yüzyıllardır din adına dayatılan Arap kültür emperyalizminin tesirinden kurtulup neden objektif değerlendirmeler yapamıyoruz?

    Özetliyorum:

   1-Arap-İsrail kavgasında her iki tarafın da hataları ve suçları vardır. Ama hangisinin daha fazla dersek, ‘’ kavgada yumruk sayılmaz'' hesabı, bunun tartışması bitmez.

    2- Bu kavga Araplarla İsrailliler arasındadır ve bizi ilgilendirmez. İlgilendirse bile, illaki Arapları tutacağız diye yırtınmamıza gerek yoktur. Yaşar Nuri Öztürk’ün dediği gibi,

‘’ Biri katilse öbürü haindir. Yasinler birbirini!’’

    3-Hiç bir zaman arkamızı dönemeyeceğimiz Araplar için İsrail ile düşman olmamız akıllıca değildir. Çünkü dünyada çok güçlü olan, hatta ABD'yi bile perde arkasından idare eden, ve bize hep destek veren, Yahudi lobisine her zaman ihtiyacımız vardır. Ulusal çıkarlarımızı düşünmek zorundayız.

    4-İllede barış olsun, insanlar ölmesin istiyorsak; her iki tarafa da eşit mesafede olmamız ve her iki tarafın güvenini kazanarak arabuluculuk yapmamız gerekir. Açıkça bir tarafı tutup öbür tarafı düşman gibi görürsek bu iş olmaz!