Kendimi bildim bileli bir mücadelenin içimdeyim… Bıyıkları yeni terlemeye başlayan bir delikanlı iken “devrim” sloganları atan bahar yüzlü insanların gök gürültüsünü andıran seslerine kattım çocuk sesimi… 15 yaşında girdiğim Çırak Kursu’nu 17 yaşında bitirip, o zamanki adıyla EKİ’de çalışmaya başlayınca, işçi mücadelesi öne geçti doğal olarak… Büyük grevi örgütleyen öncü kadro içindeydim mesela… Siyasal alanda da aktif oldum, adım, çok yerde “Komünist Ahmet” olarak bilinir bu yüzden…
 
Küçük yaşlardan beri edebiyat hevesim var… Kentte son 40 yılda yapılan kültürel etkinliklerin abartısız %70’ine katıldım… Son 25 yılda yapılanların da %70’inde de bir şekilde emeğim var… Bunda ZOKEV’in payı fazla elbette… Bir diğer ilgi alanım da ekoloji ve kent sorunları oldu… İçimi yakan Zonguldak sevgisine tarih bilinci ve çağdaş kentçilik bilgisini ekleyince bambaşka bakar oldum kente… Yaşım kemale erip, elim kalem tutmaya başladığından beri de kent tartışmalarının en ortalık yerindeyim…
 
KENTİN DEĞERLERİNE HER GEÇEN GÜN DAHA DA BAĞLANDIM
Kim bu kentle ilişkisini nasıl kurar, neden sever ya da sevmez bilemem ama her geçen gün rengi solup kokusu kaybolsa, sesleri iyice silikleşip başka bir kimliğe bürünse de bambaşka çekiciliği var benim için… Yalnızca “Emek kenti” olarak tanımlanması bile içimi ısıtmaya yetiyor, emekçi bir babanın emekçi oğluyum çünkü… Çevresini gezip, doğasını, tarihini derinlemesine öğrendim zaman içinde, insanıyla hemhal oldum… Tanıyıp, öğrendikçe daha da bağlandım değerlerine…
 
Anladım ki, bir kentin karakteri çağdaş mimarisi ile tarihsel dokusunun uyumundan geliyor… Kentlerin de insanlar gibi hatıraları olduğunu yazdım aklımın bir kenarına… Hayat, tarihi mekânların, kendimize doğru yaptığımız yolculularda ayak izlerimizi bulduğumuz huzur adaları olduğunu öğretti zamanla… Gelecek kuşaklara kimlik aktarıp bütünlük duygusu taşıyarak, toplumsal yapı harcımız da oluyorlardı ayrıca… Korunması, yeni işlevler yüklenerek yaşayan mekânlar haline dönüşmesi önemliydi bu yüzden...
 
ZOKEV’LE MÜCADELEMİZE YENİ BİR BOYUT KAZANDIRDIK
80’lerin sonunda, Ankara’daki Sıhhiye binasının kardeşi olan hükümet konağının yıkılışını yaşlı gözlerle izledim… Bir şey yapamadım, ne yapacağımı hiç bilmiyordum çünkü… İşçi Müdürlüğü binasının yıkımına yüksek sesle itiraz ettim… O vakitler çıkardığımız gazetede “Kent suçu” olduğunu yazdım hatta… Lavuar’ın yıkılmaması için gecesine gündüzüne katan Zonkişot’ların içindeydim… Yıkımı durduramasak bile toplumda bir farkındalık yaratmış, sesimize yeni sesler katmıştık ne güzel ki…
 
Sonra ZOKEV’le yeni boyut kazandırdık mücadeleye… Muktedirlerden karşılığını da hakaret görüp, dışlanarak aldık… Kimi kentin önünü tıkayan KÖT’ler dedi bize… Kimileri “İstemezükçü” ilan etti... Her işten çırak çıkan çapsızlar “Bunlar da her şeye karşı” çikletini çiğnedi arsızca… Her yeri kârhane yapma sevdalıları Kız Meslek Lisesi ile MAKZON tartışmalarında da aynı şeyleri söylüyor şimdi… Ben hangi saiklerle mücadele ettiğimi yazdım… Neden yakıp yıktıklarını onlar da anlatsa ya açık yürekle…