KADIN VE MEDENİYET
 
   Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz salı günü tüm dünyada 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlandı. Peki neden dünya erkekler günü diye bir şey yok? Demek ki kadınlar gününe ihtiyaç duyulmuş!  Bu ihtiyaç neden duyulmuş acaba? Gelin bu soruya cevap arayalım.
   Ama önce, neden 8 mart tarihi dünya kadınlar günü olarak kabul edildi; tarihçesini bir hatırlayalım.
   8 Mart 1857 tarihinde, ABD'nin New York kentinde, bir tekstil fabrikasında  40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle greve başladı. Polisin grevi kırmak için yapmış olduğu müdahalede 120 kadın işçi can verdi. 
   Ayrıntıya girmeden özetliyorum: Önce, 1910 yılında, bu olayda can veren kadınları anmak amacıyla, dünya kadınlar gününün kutlanması kabul edildi. Ama belli bir gün kararlaştırılmadı. Sonra da, 1921 yılında bu kutlama gününün 8 mart tarihlerinde yapılmasına karar verildi. 
   1921 yılından beri ülkemizde de bu gün Dünya Kadınlar Günü veya Emekçi Kadınlar Günü adı altında kutlanmaktadır. Gördüğünüz gibi, genç Türkiye Cumhuriyeti her alanda olduğu gibi kadın hakları konusunda da çağdaş dünya ile yarışmaktaydı. Cumhuriyet hükumeti 1930 yılından itibaren çıkarttığı bir dizi yasa ile kadınlarımıza önce belediye ve muhtar seçimlerine katılma gibi haklar vermiş; ve nihayet 5 Aralık 1934'de de milletvekili seçme ve seçilme hakkı da vererek çağdaş dünyayı da sollamıştır. Kadınlara bu hakların Fransa ve İtalya'da 1946'da; ve İsviçre'de ise 1971'de verildiğini göz önüne getirirseniz ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. 
   Kadınlara bu kadar hak tanıyan Atatürk ve Cumhuriyete hala düşmanlık besleyen bir sürü kadını görünce aklım mantığım duruyor doğrusu!
   Bu günün kabul edilmesinin altında yatan gerçek; kadınların hak aramak için organize olmaya ve dayanışmaya ihtiyaç duymalarıdır. Zira kadınlar insanoğlunun var olduğu günden beri, erkeklerin fiziki güçlerinin üstünlüğünden dolayı, erkek egemenliği altında ikinci sınıf insan olarak yaşamışlardır. Bu durum henüz ilerlemekte olan medeniyetin doyum noktasına gelinceye kadar sürecek gibi de gözükmektedir. Düşünebiliyor musunuz; dışarıda ezilmiş sıradan bir adam bile, akşam eve gelince zavallı karısını itip kakarak, efelik yaparak kompleksini tatmin etmeye çalışmaktadır! Ekonomik özgürlüğü de olmayan kadın çevre ve aile baskısı ile buna katlanmak zorunda kalmaktadır. Bu durumda erkek egosu bu düzenin değişmesini ister mi? Tabii ki istemiyor!
   Halbuki erkekle kadın arasındaki fiziki güç, yani kaba kuvvet farkı kalktığında, kadının toplumdaki işlevi daha önemlidir. Kadın bir kere anadır. Yani insan neslini devam ettirmekle görevlidir. Dolayısıyla, ana şefkati ve nesli devam ettirme sorumluluğu ve güdüsüyle hareket etmektedir. Yani iyi bir toplum yaratmak için erkeklerden daha çok dikkatli hareket etmektedir. İnsanın ilk eğitmeninin anası, yani kadın olduğu da unutulmamalıdır. Kim ne derse desin insan; hamuruna ilk ve kalıcı şekli veren; eğitimin omurgasını meydana çıkaran  bir kadındır. Sonraki eğitimler ilk eğitimin sadece ete büründürülmüş halidir..
   Ben yurt dışında da çok gezdim ve şunu gördüm: Ülkelerdeki medeniyet seviyeleri, kadınların  erkeklerle eşit haklara sahip olması ile doğru orantılı olmaktadır. Tersine; aradaki fark ne kadar fazla ise o toplumların da o kadar geri olduğunu gördüm.
   Ülkemizde kadının iş dünyasındaki yeri ve önemi ile ilgili iki anekdotla yazıyı bitiriyorum.
   1979 yılında, Bolu'daki devletleşen kömür madenlerine müdür olarak atanmıştım. Bolu ile Mengen arasındaki maden ocaklarına gittiğimde, takriben 1350 kadar işçiyi de özel sektörden devir almıştım. Ama aralarında hiç kadın yoktu. Bu havzayı bölge müdürlüğü haline getirip o zamanki ismiyle Ereğli Kömürleri İşletmesi  (EKİ) Müessesi'ne bağladıktan sonra; Müessese'den diğer bazı kalifiye elemanlarla birlikte bir kaç da kadın büro elemanı transfer etmiştim. Bazı kişiler bunu ''Yahu bu kadar erkeğin içinde bu kadınların ne işi var'' diye eleştirmişlerdi. Ben de onlara, ''Bunu özellikle yaptığımı; zira kadın olan yerde erkeklerin daha nazik ve daha doğru dürüst davranacaklarını; kılık kıyafetlerine daha çok dikkat edeceklerini; yani, kısaca, kadın olan yere medeniyet gireceğini'' söylemiştim. Nitekim haklı da çıktım.
   İkinci anekdot bana ait değil. Ama TTK Karadon Müessese Müdürü olduğum sıralarda bana anlattılar.
   Olay  muhtemelen 1950'li yılların sonlarında geçiyor. TTK, o zamanki ismiyle EKİ ve  bizim müessese de  bölge müdürlüğü statüsünde. 
   Bir gün zamanın müessese müdürü bölge müdürlüğünü ziyaret edecek. O yıllarda müessese müdürü büyük adam! Her kes onu karşılamak üzere bölge müdürlüğü binasının önünde protokol sırasına girmiş bekliyor. Protokol sırasının en sonunda da tek bir kadın var.
   Derken, müessese müdürü geliyor ve protokol sırasına göre herkesi tek tek kucaklayıp öpüyor. Sıra kadına geldiğinde; kadın elini uzatıp kendini geri çekiyor.
   Esprili bir kişi olduğu anlaşılan müessese müdürü kadına ne diyor biliyor musunuz?
   ''Ben sırf seni öpebilmek için kırk tane sakallı adamı öptüm! Kaçamazsın!'' diyor!
   Bu anekdotu sırf  espri olsun diye değil,aynı zamanda o yıllarda çalışan kadın sayısının azlığını vurgulamak için de anlattım.