Kuşkusuz bu 10 Kasım 2017 günü, Türk milletinin bir an da olsa gerginlikten kurtulup bir rahatlama içine girdiği gözlemlendi. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez, Ulu önderimiz için “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” dedi. Sonra yorumlar başladı: “Gördünüz mü? En sonunda adını tam olarak söyledi”. “Yemezler, 2019 hazırlığı olmasın!”,  “Eski dedikleri ne olacak?”,“Dedi ya işte arkadaş!”, “Önce Atatürk’ten ve Türk Milleti’nden özür dilenmesi gerekmez mi?”, “Atatürkçü mü olmuş yoksa?”, “Yandaşlar candaşlar da mı dönmüş”, “Ey büyük Atatürk, sen nelere kadirsin!”..Daha nice türlü-çeşitli sorular insanların kafaların tavanlarında  sallanıp durmada...

*****

            İyi de Cumhurbaşkanı ne demişti: "Birileri çıkmış biz Atatürk'e Atatürk dedik diye bir sürü senaryolar yazıyor. Adı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bizim bunu ifade etmemizden daha doğal ne olabilir? Söylemi marksist, faşist çevrelerin tekeline mi bırakacağız? CHP gibi amorf bir partinin Atatürk'ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz. Ülkemizde eskiden beri hep Atatürk ve Atatürkçülük tartışması yaşanmıştır. Milletimizin gönlündeki Atatürk ile sonradan kavramlaştıran Atatürkçülük ile fark ortaya çıkmıştır. Milletimizin Mustafa'ya saygısında en küçük tereddüt yoktu, Milletimizin Kemal'le de en küçük sorunu bulunmuyor. Atatürk konusunda da hiçbir sıkıntısı olmadığını gayet iyi biliyoruz.”

            Cumhurbaşkanı kendisinin de ifade ettiği gibi sadece, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” diyerek Ulu Önderimizin  tam adını söylemiş, “Atatürkçülük” üzerine eleştirilerini belirtmiş, “Ben de Atatürkçü’yüm” falan da dememiştir. Kimse de hayal kurmasın. Ama itiraf etmeli ki bu kadarı bile kamuoyunda eleştirilerle birlikte  gerginliğin yumşamasına sebep olmuştur.

*****

            Aslında bu “söylem” çok kişide olduğu gibi benim için de sürpriz oldu. Dikkat edildiğinde  12 Eylül yönetimi ülkeyi bu günlere doğru sürükleyen bir “Atatürkçülük” anlayışı yerleştirmeğe çalışmıştı. Şimdi de acaba; “Ülkemizde eskiden beri hep Atatürk ve Atatürkçülük tartışması yaşanmıştır. Milletimizin gönlündeki Atatürk ile sonradan kavramlaştıran Atatürkçülük ile fark ortaya çıkmıştır.” cümlesi iktidar partisinin; “Atatürkçülüğü” CHP’nin dayanak noktası olmaktan çıkaracak, eskisi gibi sert, kavgacı, hakaret edici, ötekileştirici söylemler yerine; yumşak usluplu bugüne değin bir çok noktası ile inkar edilen yakın tarihimizle barışık yeni bir politik hamle hazırlığı içinde olduğunu mu gösteriyor? Malum ya 2019, “birleştirici, bütünleştirici bir cumhurbaşkanı adayı” ister!..

            Açık söylemek gerekirse iktidar partisi yandaşlarının da birdenbire “Atatürkçü söylemler” içine girmesi, şaşırtıcı olmuştur. Bu derece yanar-dönerlik de bu güne değin görülmemiştir. Yakında “Atatürk’ü” nasıl keşfettiklerine de tanık olabileceğiz her halde.

            Bu yandaş kalemlerin yanında sosyal medyada gördüğümüz, sakallı-sarıklı-cübbeli-poturlu mollaların saldırganlığı ise  yürek yarasıdır doğrusu. Yıllardan beri Zübeyde Hanıma, Ali Rıza Beye, Atatürk’e; Ulu Gazimizin yakınında bulunanlara utanmazca, hayasızca, hakaretlerle, küfürlerle saldıran insanlık müsveddeleri bu gelişmelerden ders alacaklar mıdır?

            *****

            Dünya ülkelerine bakalım, hangi ülkede kendi devlet büyüklerine bizdeki gibi saldırı olayı vardır. Bizde ise gerçekten büyük savaşlarla yoktan var edilmiş bir vatanda yeni bir devlet kuran Atatürk’e yapılan aşağılık saldırılar her zaman yürekleri kanatmıştır.

10 Kasım günü Devrek ADD’nin çağrısı ile dernekte yapılan toplantıda da söyledim; Dünyanın yirmiyi aşkın ülkesinde Atatürk anıtı, bir o kadar da “Atatürk” adı verilmiş cadde, sokak, park adı var. Bizim ülkemiz için de bir gurur kaynağı değil midir? Örneğin Küba’da Atatürk’ten başka hiçbir yabancı devlet adamının anıtı yokmuş.  Bu Atatürk  Anıtında Türkçe ve İspanyolca olarak ”Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu – Yurtta Barış, Dünyada Barış” yazılmış. UNESCO’nun kararı ortada duruyor. Dünya liderlerinin Atatürk hakkında söyledikleri üzerine yüzlerce kitap yazıldı.

*****

 Aslında saldırılan Atatürk’ün şahsında kurucusu olduğu “Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti”dir. Çünkü başlangıçtan itibaren, dinci, radikal grupların bu aymazlığı ve sapkınlığı sürmektedir. Bu dönemde ise ortamı uygun bulmuş, iyice azmışlardır. Ortalıklara dökülmüşlerdir. Susturulmaları, cezalandırılmaları devletin işidir.

Kimileri de bu çirkin yaklaşımları görerek laik düzene karşı düzeysiz çıkışlar sergileyebilmektedir. Üstelik bunların adlarının başlarında Doç, Prof. gibi ünvanlar da bulunabiliyor. Nasıl bunu kendilerine yakıştırabiliyorlar anlamakta zorluk çekiyorum. 

Benim  anlayışıma göre hiçbir makam, hiçbir ünvan, hiçbir cüzdan insanlık onurundan daha yüksek değildir. Bunlar bir de kürsüsü bulunan bilim adamlarıdır. Bilimin ve akılın değerini ve önceliğini savunacakken,  kazanımlarını, kendi zavallılıklarıyla yok ediyorlar. Yazıklar olsun.

*****

Bir yandan ulusal bayramlar “çelenk koyma” törenine dönüştürülüyor, ulusal duygu ve coşku yok sayılmak isteniyor, coşkulu “Andımız” yine yok sayılıyor; Bir yandan da din ve Kuran öğretimi adı altında, sakallı-sarıklı cübbeli poturlu mollalar elinde, daha küçücük çocuklar çarşafa türbana sokuluyor. Bu yaştaki çocuklar okuduğu okullarda yıllarca formasyon almış öğretmenler elinde yetişecekken, ne idüğü belirsiz kişilerce eğitiliyor. Bu eğitimin bir amacı da çocukları kendi “Türk” kimliklerinden kişiliklerinden kopartarak; Arap alfabesi öğretilerek, Arapça konuşmağa zorlanarak, giyim-kuşamları değiştirilerek “Araplaştırma” eğilimi içine giriliyor. Bu gidişle, Türk çocuklarının ulusal kimliklerinden kopartılması, gelecekte aileler içinde de, ülke içinde de kaoslar çıkmasına yol açacaktır. Derhal önlenmesi gereken tehlikeli bir gidiştir. 

*****

Pekala yapılacak iş nedir?  Son Kasım’a kadar Atatürk’e, ilkelerine, devrimine, bilime ve akılcı düşünceye,  yurtiçinde ve dışında barışçı düşünce ve eyleme saygı ve bağlılık içinde olmalıyız; Laik, demokratik Cumhuriyeti sonuna kadar savunmalıyız.  Çocuklarımızın laik Cumhuriyet değerlerine bağlı kuşaklar olarak yetişmelerini sağlamalıyız. Öğrencilerimiz ve kaldıkları yurtlar, derhal vakıfların, cemaatçi mollaların elinden alınmalıdır. Her  birimde, bilimin ve aklın öncülüğünde eğitim yeniden planlanmalıdır. Suçsuz görevden alınan binlerce öğretmen bir an önce görevlerine  döndürülmelidir. Bu konular yaşamsal değerdedir. Ulusumuzun ve devletimizin geleceğiyle ilgilidir.

            Türkiye Cumhuriyeti öyle kolayca yıkılacak köhne bir ağaç değildir, kırılacak tazecik dal da değildir. “Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde” olanlar var mıdır? Gazetelerde ve sosyal medyada izlediğimiz kadarıyla vardır. O zaman Atatürk’ün; “İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır” dediğini hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor..