Ne yazık ki “Gidiş, o gidiş değil!”. Bir kıvılcım çakmış olsa da beklenen ateş yanmış değil! “Tüketim ilişkilerinin; şeyleştirdiği” olgularla boğuşuyoruz. Daha doğrusu boğuluyoruz.
Bir gazetede yazmak, bir görüntülü yayında konuşmak, bir panelde söyleşmek hep kendini yineleme riski taşıyor!
İlhan Selçuk, kırk yıl önce yazdığı bir yazıyı yeniden yayımlarken; “Hay Allah, yine haklı çıktım!” der. Toplumsal kimi duyarlıkları kendisinde duyumsayan insanlar için bunun ne denli bir “zona sancısı” olduğunu bilenler anlar!
Hadi küçük bir örnek vererek yazıyı güzelleştirelim...
“Hocam, bu arazi tapuları nasıl düzelecek? Herkesin tarlası birbirine geçmiş!”
“Bak, bunun yasal süreci şöyle...” diye başlayan bir tümceyi, onun anlayabileceği sözcükleri seçerek uzunca bir emekle anlatıp bitiriyorsunuz.
Eh, o kadar da değil; neler yapılacağını, yapılması gerektiğini artık anlamıştır diye düşünüyorsunuz.
Karşınızdaki kişi seramik küpe demir çekici vuruyor; “Hocam sen öyle diyorsun ama filanca kişi şöyle diyor!”
Filanca kişi dediği Yüksek İlkokulu dokuz yılda bitirmiş, adını, soyadını doğru yazamayan, dünyadan habersiz, kendi meşrebinde yaşayan bir yurttaşımızdır. Sizin okumuşluğunuz, inceleyip araştırmışlığınız, söyledikleriniz yani, neyiniz varsa tamamı tuzla buzdur! O an kendinizi, filanca kişiyle ölçüyor olmanın sıkıntısı basar yüreğinize...
...
Kendini tekrar ettiren yazılar yazmamak gerek! Yeni şeyler söylemek gerek! Bir yandan Fransa Ulusal Marşını ıslıklayacaksın, diğer yandan İzlanda yurttaşı seni aşağılayınca bağıracaksın! Yeni şeyler söyleyebilmek için Fransa Ulusal Marşını saygıyla dinleyip alkışlayacaksın ki yekdiğerinin sana saygılı davranmasını bekleyeceksin!
...
Toplumsal ötekileştirme ve çöküşün iki yansıması vardır; Din ve Milliyetçilik! Her ikisi de kültürel bir motif olarak yerinde kalmalıdır! Din ve Milliyetçiliğin üzeri kaşınmamalıdır! Çünkü her ikisi de kanamaya başlayınca nerede duracağı ve nasıl durdurulacağı bilinemez! Bunu görecek kişileri yönetici olarak seçmeyen, seçemeyen, seçtirilmeyen halkımız hak ettiği bedelleri ödeyerek yürür ama ne yazık ki kurunun yanında yaşlar da gider!
 
HOCAM NİYE ÖLDÜN Kİ!
Bir insanın yokluğunu bu kadar mı duyumsar insan? Öğretmenler Evi önündeki kavlangaların altına vardığımda bir eksiklik bir yokluk hissediyorum. Gözlerim Affet Öğretmeni arıyor. Çok uzun yıllardır bir kişinin yokluğunu böylesine yakıcı hissettiğimi anımsamıyorum. Meğer Affet Öğretmen bizim günlük yaşamımızın önemli bir parçasıymış! “Yaşarken değerini bilemedik” dersem kendimize haksızlık etmiş olurum. O bizim, biz de onun değerini yaşarken de bildik. Aramızdan erken ayrıldı Affet Ağabey! Öğretmenler Evi, kavlangalar, güvercinler, masalar ve bizler onun gidişiyle biraz daha yoksullaştık!
“Hocam niye öldün ki? Yaşamak çok mu ağır geldi! Ne yaptık sana da öldün hocam?”
 
KADINLAR FUTBOL OYNUYOR!
FİFA organizasyonunda yapılan Kadınlar Futbol Şampiyonası Fransa’da sürüyor! Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin “Spor Bakanı” da bu maçları izliyor mu bilmem. İzliyorsa ne düşünüyor; merak ediyorum!
Kamerun bir Orta Afrika ülkesidir. Kamerun Kadın Futbol Takımı, Kanada Kadın Futbol Takımıyla maç yapıyor! Kanada bir Kuzey Amerika ülkesidir! Bu ülkelerin kadınları “Halk Sağlığı İçin Spor” yapıyor. Yetmiyor; bunu profesyonelleştiriyorlar! Kadın Futbol Ligleri var. Kadın Futbol Milli Takımları var!
Avrupa ülkelerinin tamamında spor, topyekûn tüm dallarıyla kız-erkek birlikte, “Halk Sağlığı İçin Spor” anlayışıyla yapılıyor ve rekabet yalnızca insancıl düzeyde sürüyor!
Üzülüyorum; ülkemizi Avrupa ve Amerika kıtası kıskanırken(!), Afrika kıtası da kıskanmaya başladı!