Bir yerel yönetim seçimleri daha yaklaşıyor… Siyasi partiler aday bulmanın, kifayetsiz muhterisler de listelerde yer kapmanın telaşında şu sıra... Karanlık mahfillerde toplanılıyor, ayak oyunlarına dayalı ucuzun da ucuzu stratejiler geliştiriliyor… Gırla giden pazarlıklarda vaatlerin bini bir para… Her şey var da, “Kim, nasıl bir yerel yönetim istiyor?”, “Göreve talip olduğu kente nasıl bir vizyon biçiyor?”, “Kentsel politikalar hangi ihtiyaçlar üzerinden şekillendiriliyor?” gibi birçok sorunun yanıtı yok ortalıklarda... Her dönem, her yere aday olup bir şekilde seçilmeyi beceren siyaset esnafının bu konuda hiçbir fikri de yok zaten... Buna gerek de görmüyorlar ayrıca… Toplumsal muhalefetin her alandaki gerilemesine koşut olarak ideolojik belirleyicilikte de irtifa kaybetmesi, siyaset alanında düşünsel geri plan yaratma gibi zorunluluğu da ortadan kaldırdı tümüyle… Bunda küresel güçlere kayıtsız şartsız biat eden egemen siyasetin, serbest piyasa ekonomisinin sonsuza değin egemen olacağı yönündeki bir palavrayı genel kabulmüş gibi topluma yutturmasının payı çok elbette… En kötüsü de şu ki, “Dünyada işler böyle gidiyor, biz neyi tartışacağız?” kıvamındaki toplum, yaşamsal önemdeki konularda bile yapılan tartışmaları gereksiz laf kalabalığı olarak görüyor… Mensup olduğu partinin lideri yada iltisaklı olduğu kanaat önderinin her şeyi bitamam dile getirdiğini ve bunların da tartışmasız gerçekler olduğuna iman ederek farklı görüşlere en başından kendini kapatıyor… Kabul etmek gerekir ki tüm meselelere evrensel ölçekten bakma gibi bir yaklaşıma sahip egemen sol anlayışın de “yerel” diye bir derdi olmadı yakın zamana kadar… İşin tuhafı kendi sokağı için fikir üretmekten aciz olan bizler, başka sokaklarda, dünyayı kurtaracağını sandığımız fikirlerle dolaşıyoruz… Devrimin ardından her şeyi düzelteceğimizi düşünerek yaşadığımız çevrenin geri döndürülemez biçimde tahrip edilmesini seyrediyoruz… Kamuoyuna mal olmuş kimi olaylar müstesna, kentlerimizin doğal, tarihi, kültürel yapısını talan eden uygulamalar sürerken, genel politikalara odaklanmış bir siyasal hat yerelde de öncelikli oluyor…
 
HALKIN VERECEĞİ HER YANIT KENDİ YARARINA OLUR MU
Katıldığım her toplantıda not alırım… Zaman zaman bakıp geçmişi anımsamaya çalıştığım 20-25 yıllık ajandalarım duruyor evimde… Onların sayfaları arasında gezinirken toplumun da, bizlerin de ne kadar geriye gittiğini çok daha iyi anlıyor insan… Pek çok yerel seçim arifesinde bir dolu toplantı yapmışız arkadaşlarla… Kentteki sosyalistler olarak adaylarımız olmuş, seçim bildirgeleri yayımlamışız… Bir bildirgemizin ruhuna, kıran kırana tartışmaların ardından “Avrupa Kentsel Şartı” egemen olmuş örneğin… Bir diğerinde “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı tartışmışız… Şart’a Türkiye’nin koyduğu çekincelerin kaldırılmasını istemiş, içindeki hükümlerin acilen hayata geçirilmesini talep etmişiz… Biraz sezgisel olsa da önemli konulara değinmişiz aslında… Şayet böyle bir siyasi iklimi yeşertebilmiş olsaydık, bugünkü “kayyım” rezaleti yaşanmayabilir, ülke nüfusunun yarıya yakın bölümünün atanmışlar tarafından yönetilmesi gibi bir garabet önleyebilirdik örneğin… Ayrımsız tüm bildirgelerimizde “katılım” çok önemsenen bir kavram olarak esaslı bir başlığı oluşturmuş… “Yerinden yönetim” sözcüğünün çokça kullanıldığı bildirgelerimizde, demokratik bir yerel yönetimin ancak yerel katılım yollarının her kesime açık olmasına bağlı olduğunu söylemiş, sıradan sokak düzenlemelerinden büyük kentsel dönüşüm projelerine kadar her şeyin o çevrede yaşayan halka sorularak yapılması gerektiğini ifade etmişiz… Fena da etmemişiz aslında, en azından tartışmalara zemin oluşturacak fikri bir altyapı oluşturduğumuz gibi, kente vizyon olmasa da farklı bir bakış açısı sunmuşuz… Zaman zaman bakarım o metinlere, oradaki naiflik çok çarpıcı gelir… Çarpıcı gelen bir diğer şey de artık bunları tartışamıyor oluşumuz… “Yerel yönetimlerde özerklik”, “özyönetim”, “yerinden yönetim” gibi meseleleri konuşmaya kalkmak, kimi yaftalamaları en baştan kabul edip savcılık ifadesine hazır olmanızı da gerektiriyor… Nefret söylemi ile yükselecek ulusalcı histereyi göğüsleme zorunluluğu da cabası… Zaman zaman da tartışır, başka türlü formülasyonlar geliştirebilir miydik sorusuna yanıtlar ararım… Son dönemlerde “Katılım” kavramı üzerinde yoğunlaştım mesela… Sınırlarının popülizmle nerede çakışıp, nerede ayrıştığı konusunda tereddütlerim oluştu… İnsanlığa karşı işlenen bir suç olan “İdam cezası” örneğinde olduğu gibi kente karşı işlenen suçlar ya da evrensel ölçekte kabul görmüş şehircilik uygulamaları hakkında halka sorular sorulabilir mi acaba? Biraz üstenci bir cümle olacak ama halkın vereceği her yanıt halkın yararına olur mu gerçekten? Halkın iradesini yok sayan davranışlar demokratik, katılımcı anlayışlarla çelişir mi? Böyle davranırsak “halka rağmen” davranıp düpedüz vesayetçilik mi yapmış oluruz?
 
SIRA DIŞI BİR BELEDİYECİLİK HİZMETLERİ
Mademki yerel sorunları konuşuyoruz, yaşadığım yerelden örnekler vererek açıklamaya çalışayım o halde… Çaycuma yakın dönemlerde içinden iki il çıkarılıp yontularak fazlaca bir şeyi bırakılmayan Zonguldak’ın 92 bin nüfusuyla en büyük üçüncü ilçesi… İlçe merkezinde yaklaşık 28 bin kişi yaşıyor… İlin en önemli tarım topraklarına sahip olmasına karşın, aldığı sanayi yatırımlarıyla bir endüstri kenti kimliği de taşıyor… Anadolu’nun demografisi birbirine çok benzeyen orta halli kasabalardan biri gibi görünüm sergiliyor yani… Geçmişte sol hareketlerin çok güçlü olduğu Çaycuma’da 2014 seçimlerinin ardından iktidara gelen yönetim sözcüğün tam anlamıyla sıra dışı bir belediyecilik hizmeti veriyor… “Çağdaş dünyanın kentlerinde ne varsa Çaycuma’da da aynısı olacak” diyerek işe koyulan yeni yönetim geçen dört buçuk yılda kenti bisiklet yolu ağıyla ördü örneğin… Bisikleti bir spor ve sağlık aracı olmanın yanı sıra ulaşım stratejisinin bir parçası sayarak her türlü standarda sahip kilometrelerce yol yaptı… Seçim bildirgesinde hemşerilerine “Otomobillerinizle vedalaşma zamanı geldi” çağrısı yapan Belediye Başkanı Bülent Kantarcı, bu uygulamayı trafiğin her türlü kirliliğinden arınmış bir beldeyi kurmak için hayata geçirdiklerini açıkladı. Bununla da yetinilmedi, yeni dönemde, yayalaştırılmış alanlarla tanıştı Çaycuma… Kentin en merkezi yerinde derme çatma tezgahlarda kurulan ve tam bir kentsel kaos oluşturan pazaryerinin modern şekilde yeniden inşa edilen yere taşınmasının ardından ortaya çıkan Çaycuma ölçeğine göre oldukça büyük alan yayalaştırılarak halkın kullanımına sunuldu. Ülkede örneği pek görülmeyecek şekilde yayalaştırılmış alanlarla bisiklet yolları imar planına işlenerek, sonraki yönetimler tarafından ortadan kaldırılmasının önüne geçilmeye çalışıldı…
 
HALKTAN YANA BELEDİYECİLİKLE AKILCI ÇÖZÜMLER İÇ İÇE
Yeni dönmede topoğrafyasının verdiği avantajlar da kullanılarak, Çaycuma, sözcüğün tam anlamıyla “engelsiz bir kent” haline geldi. Yeni açılan ya da yenilemesi yapılan tüm yollar hiç yükseltisi olmayan yol tasarımıyla inşa edildi… Araç, bisiklet ve yaya yolları aynı düzlemde olan Çaycuma’da, yapılan diğer düzenlemelerle birlikte, hareket edebilir durumdaki her engelli vatandaş, şayet hizmet alacağı kurumun yapısı da uygunsa, hiç kimsenin yardımına gereksinim duymadan her türlü hizmete ulaşabiliyor artık… Dahası belediye birörnek görünümüyle kente kimlik kazandıran ahşap ve beton kent mobilyalarını kendisi üretiyor… Zorunlu haller dışında hiçbir plastik malzeme kullanılmayan ve tümüyle yörenin insanları tarafından yörenin malzemeleri kullanılarak yapılan mobilyalar, son derece ekonomik olduğu için de belediyeye büyük katkı da sağlıyor… İlçede halktan yana belediyeciliğin güzel örneklerini, akılcı çözümleri görmek de mümkün. 83 adet köyü, 5 adet beldesi bulunan ilçe, bu yerleşim birimlerinin idari olduğu kadar ticari merkezi konumunda da… Köylerden her gün yüzlerce minibüsle binlerce vatandaş ilçe merkezine geliyor... İlçe merkezinin çeşitli yerlerine park ederek hizmet vermeye çalışan minibüslerin yarattığı sorunları aşmayı önüne koyan belediye, yeni kurulan pazaryerlerinin hemen yanında, genişçe bir alanda köy minibüs terminali oluşturdu... Köylerden geldikleri araçlardan burada inen vatandaşlar kent merkezine ücretsiz taşımaya başlandı… Oluşturulan ring dahilinde çalışan otobüslerden güzergah üzerinde oturan Çaycumalılar da yararlanıyor... İlçe merkezi bir keşmekeşten arınırken, vatandaşlar da ücretsiz hizmet almanın keyfini sürüyor… Bu uygulama ile Çaycuma Belediyesi her ay ilçe nüfusunun bir buçuk katından fazla insana ücretsiz taşımacılık hizmeti veriliyor… İmar uygulamalarında ayrıksı bir yol izliyor belediye… Bölgede yer alan diğer yerleşimlerde Filyos Irmağı’nın sedde içine alınmasıyla kazanılan alanlar büyük oranda imara açılırken, Çaycuma’da tamamen rekreasyon alanı olarak kullanılıyor… Belediyenin bu alanda kazanılan 120 bin metrekare alanda planladığı Filyospark Yaşam Alanı etap etap inşa ediliyor… Yapımı ilk tamamlanan 20 bin metrekarelik alan bitkilendirmesinin tamamlanmasının ardından yakında hizmete sunulacak…
 
CILIZ DA OLSA TEHLİKELİ SESLER YÜKSELİYOR
Tüm bunları şunun için anlatıyorum… Bir araştırma şirketi geçtiğimiz hafta yaptığı memnuniyet anketinin sonuçlarını açıkladı Çaycuma’da… O ankete göre halkın kahir ekseriyeti belediyenin uygulamalarına destek veriyor… Ancak çarpıcı kimi sonuçlar da var… Azınsanmayacak kadar çok kişi sokak hayvanlarının toplanmasını ve kendi yaşadıkları ortamlardan uzaklaştırılmasını istiyor… Mevcut Hayvanları Koruma Yasası’na bile aykırı şekilde barınma evine kapatılmasını isteyenler olduğu gibi az sayıda da olsa itlaf edilmesini talep edenler de var… Şimdilik cılız sesler olarak duyulsa da, çağdaş şehirlerin vaz geçilmez unsuru olan bisiklet yolları bile şikâyet konusu o ankete göre… Ağırlıklı olarak yerel AKP örgütü etrafında kümelenmiş bir eşrafla bir grup esnaf kendi dükkanlarının önündeki bisiklet yolunun kaldırılıp yerine otopark yapılmasını istiyor… Kentte bu talebin olası AKP adayının seçim bildirgesine vaat olarak gireceği konuşuluyor… Yayalaştırılmış alanlar için de, çok zayıf da olsa, bu gibi talepler gelebiliyor… İmar uygulamalarında da aynı durum söz konusu… Gerçi ankete pek yansımamış ama yeni planlanan alanlarda yeşil alanların, otoparkların, yol genişliklerinin gereğinden fazla tutularak mağdur edildiğini düşünen vatandaşlar, konut alanına düşen payların yükseltilmesini, diğer alanların azaltılmasını istiyor… Bu konuda açılmış birkaç mahkeme de bulunuyor hatta… Dahası ırmak kenarında yeşil alan olarak planlanan alanların imara açılıp TOKİ’ye tahsis edilerek “ucuz konut” yapılması bile bir fikir olarak öne sürülebiliyor… Şimdilik cılız sesler olarak kalan bu taleplerin her an bir kampanyaya dönüştürülüp ciddi bir yurttaş talebine dönüşme potansiyeli taşıdığını göz önünde tutmak gerekiyor…
 
KENTLERİN FİZİKSEL DÖNÜŞÜMÜ, İÇİNDE YAŞAYANLARIN TOPLUMSAL DÖNÜŞÜMÜNDEN DAHA HIZLI OLABİLİYOR
Peki, bu durumda yapılması gereken ne gerçekten? Sorunlu bir cümle olacak ama yurttaşlar böyle istiyor diye çağdaş şehircilik ilkelerinden, evrensel ölçekte kabul görmüş planlama esaslarından vaz geçilebilir mi? Katılımcılık adına bu konularda referandum yapılması doğru olabilir mi örneğin? Aslında benim yanıtım net… Bir insan hakkı sorunu olan idam konusunda referandum yapılmasına nasıl karşı çıkıyor, kahir ekseriyet istedi diye yasalara dönmesini kabul etmiyorsak aynı şeyi kentler için de düşünebiliriz pekâlâ… Belki yazmak gereksiz ama yurttaş talebi var diye sokak hayvanlarına zalimane muamele yapılamaz, yeşil alanlar imara açılamaz… Bisiklet yolu, yayalaştırılmış alanlar, trafik lambası olmayan akıllı kavşaklar gibi insan odaklı çağdaş düzenlemelerin ortadan kaldırılması kabul edilemez... Birisi insanlığa karşı işlenmiş suçsa, diğeri de kente karşı işlenmiş suçtur ve biri diğerinden daha önemsiz değildir… Öte yandan kentlerin fiziksel dönüşümü, içinde yaşayanların toplumsal dönüşümünden çok daha hızlı ve kolay olabiliyor… Çaycuma bunun açık örneği olarak duruyor önümüzde… Bir yönetim geldi, halktan yana çağdaş belediyecilik adına pek çok uygulamaya imza atarak, kentin çehresini hızla değiştirdi… Hakim anlayış devam ederse dönüşüm daha da derinleşip yeni bir Cittaslow kenti çıkacak belki de ortaya… Etmemesi durumundaysa, çağdaş belediyecilik uygulamalarının rafa kaldırılıp, ülkede pek çok örneği olan cinnet kentlerinden birine dönüşme tehlikesi zayıf bir olasılık da olsa ilçenin önünde duruyor… Çaycumalıların yapılan uygulamaları özümseme kapasitesi bu olasılığın hangi boyutta kalacağını da belirleyecek kesinlikle… Olasılığın yükselmesi durumunda kentin kazanımlarına sahip çıkılması için ciddi bir mücadele başlatılması kaçınılmaz olacak… Bu çağda hâlâ bu sorunlarla boğuşuyor olmak kabul edilebilir bir şey olmasa da insanlaşma sürecinde yol alabilmek için bu kavgayı vermek zorundayız ne yazık ki… İnsanlığın insanlaşma sürecinde kentleşme serüvenin rolünü tartışmak mümkün değil çünkü…
 
*Bu yazı “Yeşil Sol Gündem” dergisinin Kasım Aralık 2018 sayısında yayımlanmıştır.