Adam yurtdışındaki işlerini bitirmişti hemen bir bilet alıp mahallesine döndü gittikçe yaklaşıyordu, evine dönmek için can atıyordu.

Evinin bulunduğu sokağa girdiğinde evini, çocukluğunun geçtiği yeri güzelim mahalleyi yerle yeksan bulmayı düşünmemişti. Durdu dona kaldı, çocukluğu gözünün önünden bir film şeridi gibi geçip gitti.
Evini arıyordu ama her yer yıkıldığı için bulması, evini tanıması çok zordu.
Yerlerde insanların cansız bedenleri, hayvanların leşleri vardı. Sonra küçükken babasının çocukları için ağaca astığı hamağı gördü, evlerini oradan tanımıştı.


Normalde üzerinden yıllar geçse de sapasağlam, ışıl ışıl olan hamak şimdi ise kan lekesine, toprağa ve küle bulanmıştı. Hemen oraya koştu adam ailesine bir şey olmaması ümidiyle bağırmaya başladı.
Önce karısına seslendi, sonra annesine, sonra babasına en sonda kardeşine ama ses gelmiyordu.
 

Mahallenin sert ama merhametli adamı şimdi hüngür hüngür ağlıyordu. Sonra müstakil evlerinin molozunun altında siyahın ve kırmızının en kötü tonuna bulanmış bir el gördü. Koştu ve tırnakları toprak dolana, parmakları kanayana kadar molozu kazdı.
Sonunda bir kıyafet gördü, babasına doğum gününde aldığı gömlek. O an dünya başına yıkıldı tıpkı oranın yıkıldığı gibi.

Kalp atışına baktı yerde cansız yatan babasının ama ne bir ses ne de bir kıpırtı vardı. Sonra babasının yanında annesini gördü, buruşmuş suratı şimdi birde parçalanmıştı. Adam delirmiş gibi hem ağlıyor hem de karısını ve kardeşini arıyordu. Sonunda onları da buldu.
Kardeşinin ayağı molozların altında kalmış kanı çekilmiş mordan artık siyaha sönmeye başlamıştı. Karısının ise kıyafetleri yırtılmış elinde bir şey tutuyordu. Adam elindeki şeyi alınca aslında sevinçten havalara uçacağı bir haberi şimdi içi kan ağlayarak öğreniyordu. Hayatta en çok şeydi bir çocukluğunun olması. Adam artık dayanamayarak olduğu yere dizlerinin üzerine çöktü.


Onun şuan içinde yaşadıkları bu mahallenin durumundan çok daha kötüydü. Adam yerde çökmüş bağırarak ağlarken sırtında bir şey hissetti. Yavaşça arkasını döndü, elinde taramalı tüfek tutmuş yüzü örtülüydü sadece gözleri görünüyordu. İşte bu kişiler bu mahalleyi bu hale getiren adamın ailesini ve daha nice canı alan acımasız insanlardı. Ha insanlar mıydı?  Adam bu saatten sonra yaşasa da fark etmezdi ama karşısındaki adama en iğrenç, aciz ve tiksindiğini belli eden bakışlar attı ve sordu:

- Neden, neden yapıyorsunuz bunu bize bizde sizler gibi insanız, dedi.

Karşısındaki adam hiçbir tepki vermedi, hiçbir acıma duygusu bile göstermedi. Çünkü duygudan soğutulmuş, kalpleri ve gözleri siyahın en koyu ve en kötü tonunu almıştı. Bunlar insan değildi çünkü insanların duyguları olurdu, bunlar birer robottu.

Adam hiçbir şeyin değişmeyeceğini anlayarak gözlerini kapadı, ölmeye hazır bir şekilde bekledi ve GÜM! Bir silah sesi daha patladı, bir can daha alındı... İşte savaş bu kadar berbat bir şeydi Allah'ın verdiği canı sadece Allah almalıydı. Bu bize düşmezdi, düşmemeliydi.
Herkes bu robotvari varlıkların cezasını bu dünyada çekmesini isterdi fakat bazen her istenilen olmazdı ancak içiniz rahat olsun. Bu varlıklar tıpkı gözleri ve kalpleri gibi cehennem ateşinin en koyu ve en sıcak halinde kül haline bile gelmeden kavrulacak. Keşke biz telef olsaydık diyecek duruma gelecekler.