İlk gençlik yıllarımda bizim coğrafyanın en lanetli ülkesi Lübnan’dı. Önceki dönemlerde farklı dini yapı üzerine kurulan sosyal denge Ortadoğu’nun yaşam kalitesi en yüksek ülkesini çıkarmıştı ortaya. Yerkürenin en stratejik enerji kaynağı haline gelen petrol kaynaklarını kontrol edebilmek için doymak bilmez bir iştahla harekete geçen küresel efendiler, o coğrafyadaki demografik farklılığı düşmanlığa dönüştürmek bin türlü tezgâh kurdu. İsrail ile Müslüman ülkeler arasında sürüp giden savaşlara bir yenisi eklendi, Hıristiyanların yönetimindeki Lübnan’da, bitmek bilmeyen bir din savaşı başlatıldı. Hıristiyan falanjistlerle Müslüman Dürzîler arasında geçen mücadele son derece acımasızcaydı.

 

1975’den, 1991’e kadar süren iç savaşta tam yüz elli bin Lübnanlı yaşamını yitirirken, Ortadoğu’nun finans merkezi Lübnan yaşanamaz hale geldi. “Doğunun Paris’i” denen başkent Beyrut harabe kent görünümüne döndü. İçinde dünyanın önemli eğitim kurumlarını barındıran şehir aynı zamanda Ortadoğu’nun en önemli bilim merkeziydi de… Savaşın vahşeti, dilimize, “Beyrutlaşmak” diye bir de deyim kazandırdı. Terörün kan gölüne döndürdüğü ortamlar bu sözcükle tanımlanıyordu artık… Bombaların patlayıp insanların yaşamını yitirdiği alanların, yakılıp yıkılan yerlerin ortak adı Beyrut’du. Uzun çabaların sonucunda barış sağlandı, ancak Beyrut eski ihtişamına bir daha kavuşamadı…

 

SON DERECE TEHLİKELİ BİR AŞAMADAYIZ

İslam Devrimi ile kapılarını tüm dünyaya kapatan İran ile küresel güçlerin bölgedeki en büyük müttefiki olan Suudi Arabistan görece olarak kendini çalkantılardan korusa da, küresel tezgâh önce Irak’ta, sonra da sırasıyla diğer Ortadoğu ülkelerinde hayata geçirildi. Bir dönemin huzur ve zenginlik beldeleri olan Mısır, Suriye, Libya gibi ülkelerde çıkarılan iç karışıklıklarla halklar birbirine düşürüldü. Bölge tümden kan gölüne çevrilirken petrol kaynaklarının imtiyazı bir bir uluslararası tekellerin eline geçti. Bunun karşılığında milyonlarca insan yerinden, yurdundan sürgün edildi, yerel hâkimiyeti yitiren yönetimler, ülkelerini filen yönetemez hale geldi. Kukla yöneticilerin basiretsizliği bir arada yaşam iradesini sağlayamazdı, öyle de oldu…

 

Şimdi aynı oyun bir başka versiyonuyla ülkemizde oynanıyor. Kentleri Beyrutlaştırıp, ülkeyi Suriyeleştirmek isteyen güçler tüm çirkin yüzleriyle sahnede yerini aldı yine… Ömrünü Türk - Kürt halkının kardeşliğine adamış, bu uğurda risk almış, küçük de olsa bedeller ödemiş biri olarak son derece tehlikeli bir aşamaya geldiğimizi, kan içicilerin uğursuz planlarını hayata geçirmek üzere olduğunu düşünüyor, ülkem adına korkuyorum… 12 Eylül ürünü inkâr politikalarıyla bir halkın dilinden, kültüründen kopartılıp yok sayılması kabul edilemez. En az onun kadar kabul edilemez olan da yeniden bir şiddet sarmalının içine girilmesidir.  Bunlara ülkenin tahammülü kalmadığı gibi ortaya çıkan sonuçlar, korkarım ki, geri döndürülemez olacaktır…

 

AYNI PLANIN TAŞERONLUĞUNU YAPIYORLAR

Irak, Suriye, Mısır, Libya halklarını birbirine düşürüp, sonra da güvenliği sağlama gerekçesiyle yönetimine el koyan dünyanın efendileri, aynı yöntemi tüm sinsiliğiyle Türkiye’de de uyguluyor. Kim üstlenirse üstlensin, patlayan her bomba, sıkılan her kuşun, işlenen her cinayet kesinlikle bu plana hizmet ediyor. Pusu kurup, yol kesen PKK canileri de, gencecik bedenleri patlatıp toplu katliamlara imza atan IŞİD barbarları da, vatana sahip çıkma adına zehirli bir dille kendi gibi düşünmeyen herkese hakaret yağdıran, ötekileştiren milliyetçi aymazlar da, şehidine sahip çıkma adına oraya buraya saldıran, yakıp yıkan şuursuzlar da tüm farklı söylemlerine karşın, aynı planın taşeronluğunu yapıyor…

 

Arabasına bindiğim bir arkadaşımın henüz otuzlu yaşlara gelmemiş oğlu“Abi” dedi, “Alsalar yeniden askere giderim. Askere, polise kurşun sıkan hainleri bir bir temizler, sokağa çıkan kim varsa indiririm aşağıya…” Dilimin döndüğünce ona da anlatmaya çalıştım, bu tezgâhı kuranlar tam da bunu istiyor zaten. Bizi, tıpkı Irak’taki, Suriye’deki gibi birbirinden ölümüne nefret eden, gördüğü yerde birbirinin canını almak isteyen kin dolu topluluk haline getirmek en büyük hayalleri o zalimlerin...  PKK’nin de, bu oyunun içinde yer alan diğer karanlık güçlerin de, iktidarını sağlama almak için her şeyi göze alan muhterislerin de en büyük zaferi bu kin duygusunun her şeye galip gelmesi olacak. Kimin neye hizmet ettiği bilinmeyen bu ortamda, yapacağımız tek şey ısrarla barışı savunmak… “Kanla kan temizlenmez” diyen sese kulak verip, hangi amaçla olursa olsun cinayet işleyenlerin amasız, fakatsız karşısında olmak… Bugünün ertelenemez görevi budur. Emperyalizmin hevesini kursağında bırakmanın başkaca da yolu yoktur…