Bu başlık benim yazarlık serüvenimdeki ilk kitabımın adıdır.
Farkına çok sonra vardığım, ağır sorumlulukları olan, hata kabul etmeyen bir güzergâhtaki ilk eserimdir. Düşe kalka birlikte yürüdüğümüz ama nihayetinde ayakta kalabilmeyi öğrendiğimiz yol arkadaşımdır.
Gözümün nurudur ve her şeye rağmen iyi ki -lerimdendir.
Bu başlık, bir kadının kendini bildi bileli hizmetçi ruhuyla el ele verip mücadeleye adadığı ömründe, kendisi için başka bir üretim yolculuğunu başlattığı ilk adımın ayak sesidir.
Bu başlık kadın olmanın(!) ne denli zor olduğunun, zorlaştırıldığının aslında en açık ifadesidir.
Bir başkaldırıştır, benim bedenime, ruhuma,hayallerime, emeklerime dokunmayın dil uzatmayın demektir.
Zihinlerinde bin bir ütopik düşünceler üreten laf olsun diye konuşan bir zümrenin asla idrak edebileceği bir şey değildir, o yüzden anlaşamıyoruz “sizlerle” demektir!!!
Kırkımdan öncede, sonrada azmadım, birikenleri içime sığmayanları kırkımdan sonra yazdım sadece demektir.
Mahalle baskısına, toplum baskısına bir başkaldırışın simgesidir evet. Kadınlığına sahip çıkmaktır.
Kendi gözlemlerini kendi cümleleriyle yazmaya çalışan biri olarak bu yolculuğa elbette devam demektir.
İçindeki “azmadım” sözünden nasıl bir tahrik unsuru çıkartılır bunu o dönemde de anlamadım şimdide anlayamıyorum. İşte o yüzden o insanları düşüncelerindeki kirlilikte bırakıyorum.
Güya kalburüstü varlıklar olduklarını iddia ediyorlarkendileri.
Kadına şiddeti kınamak için sokaklara dökülürken, bizzat kadına şiddet yapanlarla karşılaşmak ne ilginç ne acı değil mi?
Hele üretimlerinden mücadelesinden bir kadını vurmak ve bu kadar aciz olmak, ilginç ve şaşırtıcı gelmez miydi size de.
“Ah Zonguldaksen biliyorsun neler yaşandığını nelere göğüs gerildiğini. Ucundan kıyısından da olsa anlatmazsam paylaşmazsam eksik kalacak ve yapanın yanına da kar kalacak tabi ki.
Düşe kalka öğreniyoruz ve biriktiriyoruz yaşamda deneyimlediğimiz her şeyi, sonrası malum kimseye kalmayan bu dünya, bana da, sana da kalmıyor ve ona da kalmayacak o son noktayı zaman günün birinde mutlaka koyacak.
Bu yolculuğun öyle çok can acıtan zamanları oldu ki her şeye rağmen mücadeleye devam ettim elbette. Bu üreten kendi varlığını hissettiren herkes için böyle olmuş, zamanla bunu da tecrübe ettim.
Bu yolculuğun ilk yıllarına gidelimmi  şimdi birlikte.
Yıl 2011; yukarıda başlığı olan o ilk kitabımla Zonguldakta bir AVM de bir kitap fuarına konuk yazar olarak ben de davet edildim.
Birbirinden kıymetli onlarca yazar geliyor ve aynı listede bende varım. Haberi aldığımda ve sonrasında afişlerde adımı gördüğümde, ayaklarımın adeta yerden kesildiğini hissetmiştim. Organizasyonu düzenleyenler Zonguldaklı değillerdi, benim ile birlikte birkaç yerli yazar daha imza günü konuğu olmuşlardı.
Bana ayrılan günde sevgili Kahraman Taze oğlu’ ile birlikte hem okurla sohbet edecek, akabindede kitaplarımızıimzalayacaktık. Bu arada kitabımın ilk imza gününü yine aynı yıl yayıneviyle birlikte İstanbul Tüyap ta yapmıştım. Çok şey var inanın paylaşılacak belki bu yola baş koyanlara da bir fikir olur yazarım ilerleyen zamanlarda.
Bir program yapılmış, gün gün en ince detaya kadar büyük bir titizlikle yazılmış, biz yazarlara da verilmek üzere hazırlanmıştı.
Sırasıyla yerel basın ve yerel TV kanallarında röportaj yapılacak, radyo ve TV canlı yayınlarıyla yazarlar tanıtılıp duyuru yapılacak, okullar ziyaret edilecek, bu vesileyle de okur katılımı sağlanacaktı. Kitap satışı için bunlar gerekliydi mutlaka.
 Buraya kadar her şey normal elbette, bu arada yapımcılığını sunuculuğunu bir arkadaşım ile birlikte yaptığım TV programımızda o dönem yeni yayından kaldırılmıştı!
Fuarın Organizasyonunu yapanlardan ve konuklarla bire bir ilgilenenlerden biri olan Süleyman Bey, sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi için hiçbir detayı atlamıyordu. Gözlemlerim, aynı işin içinde ve aynı meslekte, yani sunucu olduğumuzdan dolayı olsa gerek,benim için çok önemli detaylar yakalamamı sağlıyordu.” Yoğun meşakkatli bir süreç olduğunu çok iyi biliyorum bir sunucu ve programcı olarak elbette.”
Derken benim imza günümden bir gün öncehem son detayları konuşmak, hem de süreci izlemek için AVM ye gittik eşimle birlikte.
O günün yazarları belirlenen konular üzerinden konuşmalarını yaptılar, sıcak samimi bir ortamda bende konuya dair sorularımı sorup, hem heyecanımı bastırmak istiyor, hem de izleyebileceğim bir güzergâh çiziyordum zihnime. Söyleşi ile birlikte imza günüm ilk kez oluyordu zira.
Yazarlar bizimle ilgili düşüncelerinizi ziyaretçi defterine yazabilirsiniz dediklerinde öğrenmiştim ayrıyeten bir de ziyaretçi defteri olduğunu.
Süleyman Bey o günün söyleşisi ve kitap imzalama kısmı bittikten sonrayüzünde garip bir ifadeyle yanıma yaklaşmış, utana sıkıla belliki bir şey söylemek istiyordu. Ve söze girmişti artık, elindeki notlara bakarak, ziyaretçi defterinde şu sayfalardaki sizin ile ilgili yorumlara bir göz atarsanız iyi olur, ben okuyunca çok şaşırdım dedi. Ama daha imza günü olmadı ki yarın imza günü niye benimle ilgili yazsınlar ki dedim. Evet, doğru ama siz bir okuyun olur mu dedi.
Ben ziyaretçi defterine o ana kadar kitap ve önceden belirlenen o gün ki sohbetle ilgili düşüncelerin yazıldığını zannediyordum, ya da organizasyonla ilgili değerlendirmeler, öyle değilmiş.
Süleyman Beyin dediğini yaptım, merakla ve heyecanla buldum o arka arkaya yazılmış sayfaları ve altında titrilerini de yazmaktan geri durmayan imzalı satırları gözyaşlarım eşliğinde okudum.
Sayfalarca üşenmeden yazılmış o satırları yazanlar, odönemlerde gönül verdiğim, ideolojisine sonuna kadar inandığım bir siyasi partinin güya kadın temsilcileriydi en azından bazılarıydı.
 Aktif olarak hiç siyasi sahada olmadığım için ailemizde milletvekili olan kuzenlerimde olmasına rağmen ilgi alanımda değildi siyaset. İşte o siyasi partinin görevli kadınları yani benim hemcinslerim kitabımla ilgili, şahsiyetimle ilgili, ailem ile ilgili inanılmaz çirkin şeyler yazmışlardı. Ahlaksızlığa varan çok ağır sözler okudum o gün.
Ve bir kaçı benim soframda evimde bulunan insanlardı biliyor musunuz? Benim varlığımı da yokluğumu da iyi günümü de kötü günümede şahit olanlardı içlerinden bazıları. İsimlerini görünce bir kez daha anladım ki kadın kadının her daim düşmanı. Pasif sıradan kendi halinizde olduğunuzda göze batmıyorsunuz ama göze battığınızda da düşmanlarınız çoğalıyormuş. Bu da bir deneyimdi nihayetinde ve acı bir tecrübede olsa birebir yaşandı.
Şaşkınlığım üzüntüm tarif edilemezdi kısacası, çok daha fazlası varelbette ama bu satırlara sığmaz. Sabaha kadar ağladığımı yazılanların hangisine daha çok üzülmem gerektiğini düşünüp durdum o gece.
Neden sırtımdan bıçaklamak istediler ki beni, kıskançlık mı, yok o çok hafif kalır diye düşündüm.
Ertesi gün elbette zorakibir şekilde,üzgün, yorgun,uykusuz, haliyle verilmiş sözler üzerine düştüm yola. Gitmemek, kaçmak olur diye düşünürken, ben bunu hak edecek ne yaptım, sadece bir kitap çıkarttım diyordum.
Fuar yazarları program gereğisabah kuşağında her gün aynı saatte fuar boyunca yapılacak olan canlı yayınlar için TV kanalına gidilecekti, fakat öğrendik ki kanal beniyayına almıyor kabul etmiyordu.
 Bu arada Süleyman Bey ben böyle bir şey görmedim diyordu sürekli durumu anlamakta nasıl zorlandığını görüyor ve daha çok üzülüyordum.
Ne söylendiyse artık kendisinebilmiyorum,(!) utana sıkıla benim kendi memleketimde dışarıdan sadece bu iş için gelmiş birisi yanıma gelip, benden daha çok üzgün bir ifadeyle, Selma Hanım kanalda teknik bir sorun varmış sizinle röportajı burada yapacaklar dedi.
Tabi ki ben röportajdan önce dünden beri ziyaretçi defterinde okuduklarıma ağlıyordum. Bugün ne söyleşi, ne imza günü yapabilecek durumda değilim dedim, eşim benden daha çok üzgün bir halde gözlerime bakamıyordu ama buna rağmen öfkesini kontrol ediyor ve bana teselli veriyordu, olacak böyle şeyler, sen bunları göğüslemek zorundasın diyordu.
 Sokak yayınlarından 12 taksitle bana ilk kitabımı hediye eden o adamişte o biliyordu çünkü nasıl emek veriyorum nasıl eksiklerim için kendi kendime öğretmenlik ediyorum en yakın tanığım en büyük destekçim olarak biliyordu.
Derken TV kanalında çalışan gençler yanımıza geldi Zonguldak ta çoğu insan birbirini tanır, hele aynı sektörde iseniz yüz yüze bakarsınız günün birinde(!) mutlaka.
Her neyse,karşımageçerek birinin elinde kamera, bir diğerinde mikrofon hadi başlayalım dediler. İlk soruyu sordular güya cevap bekliyorlar benden,kameranın ışığı yanmıyor ki çocuklar zorlamayın kendinizi dedim.
Velhasıl o gün ne röportaj ne canlı yayın olmadı.İmza gününde isegelen konuklarımın çoğu yine yakından tanıdığım insanlardı. Neredeyse hiç konuşamadım boğazıma düğümlendi sözcüklerim.On beş yıldır ben bu sektörün içindeyim çok nadir insanda gördüğüm profesyonellikle Süleyman Bey günü kurtardı. Günün sonunda İnanın sadece ben ağlamıyordum.
Şimdi sadece üstün körü anlattığım bu olaydan nasıl bir çıkarım sağladığıma gelirsek.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dediği gibi:
 1:“Şairin tanınamaması doğduğu yerin karanlığındandır” sözü.
2: “ Kendi pisliğini başkalarının üzerinde yıkayan insanlardan kork” sözü.
3: “Hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değildir” sözü.
4:“Vazgeçtiğin an yenilgiyi kabul edersin” sözü.
Vazgeçmedim gördüğünüz üzre.Vazgeçmeyeceğim.