Hiçbir Yere Çağrılmayan İbrahim

               ALİ YILMAZ
             (Roman-168 s.)

     Hep söyledim, okumayı önemsediğimi, okurken bir yerlere gittiğimi. Bir yerlere taşımayan kitapları, türü ne olursa olsun, eksikli bulurum.
     Bu kitabı duyunca çok heyecanlandım. Daha okumadan gittim gideceğim yerlere. Bunun iki nedeni vardı öncelikle.
     Önce yazar bizim Ali'ydi. Onu çocukluğundan beri tanıyordum. Öğretmenlik yaptığım okulda geçmişti öğrenciliği. İkinci adresim dediğim Metin Kırtasiye, onun ailesinin kültür yuvasıydı. Oranın etkisi olacaktı kesinlikle romanda. Bizim Ali felsefe öğretmeni.
     Sonra kitabın adı, içeriği veriyordu. Kitabı okumadan aldım iletiyi. Okurken konuyu, kişileri, yerleri yerleştirdim yalnızca gerçeğe. Okuma gizeminizi, heyecanınızı yitirmemeniz için çok derinlere girmeyeceğim. Geniş bir özet yazmayacağım.
     Kentin kıyıcığında bir kenar mahallede başlıyor hikâye. Kentli olamayan ailelerin çocuklarının geleneğin sarmaladığı bu çevredeki çırpınışlarıdır verilen. Evlerde, sokaklarda, okullarda yoksunluk ve yoksulluk... Öğretmenler donanımsız, dayakçı, hakaretçi, kuralcı, yan tutan (Fil Süleyman, Cumhur Hoca, Türkçeci Celal Hoca, Milli Coğrafyacı, Matematikçi Eyüp, Edebiyatçı Alaattin...) tuhaf davranışlarıyla dertlere, güldürülere doyururlar öğrencileri.
     Roman, birçok dünyalığa (barınma, giysi, araç gereç, oyun alanı, eğitimli çevre...) sahip olamayan çocukların-gençlerin açmazlarına, umutsuz ezik yaşamlarına ayna tutuyor. Okuyucu bu aynada sürekli kendini duyumsuyor ve okuyuşun akışını bırakamıyor. Sınıflarının arka sıralarını dolduran o yaramazları, o sefilleri izlerken üzülüp gülüyorsunuz.
     İbrahim bir iki yerde örnek alınacak kişileri yakalamış gibi oluyor. 12 Eylül silindiri beğeni çekeni eziyor. Selim abi yerine risale okuyan Hüseyin abi geçer. Sonrası akıp geliyor bugünlere.
     Romanı okurken o arka sıraların yaramazlarına, sokakların ayaktakımına belki kızacaksınız belki de güleceksiniz. Büyük güçler (yönetimler, inançlar, ulusal değerler) de öylesine kayıtsızlar bu sefillere. İbrahim, liseyi bitirince üniversiteye gidemiyor. Geçim için birçok deneme yapıyor o kadar!.. Farkındalık oluşuyor da güç yetmiyor.
     Yazar karakterleri, tipleri çok güzel çizmiş. Onlara kişiliklerine uygun adlar vermiş: Fil Süleyman, Sümüklü Hamit, Kılıksız Hilmi, Gavur Ali, Fırıldak Osman... Bu, canlandırma ve güldürü gücü kazandırmış anlatıma. Kıskançlıklar, eşitsizlikler görünüşlerine, davranışlarına yansıtılmış kişiliklerin.
     İçerik ve ileti ile ilgili daha fazla yorum yaparak okuma ilginizi öldürmeyeyim.
     Edebiyatın olmazsa olmazı güzel duyusal tatlar oluşturmasıdır. Bu, imgelerle, sözcüklerin çağrışım anlamlarıyla sağlanır. Bir bakıma bir edebi yapıtta dil ve anlatım çok önemlidir. Anlatım, anlamın önündedir. Bizim Ali bu yönden başarılı, birkaç sözcük seçimi, bir iki anlatım yanlışı dışında, bence.
     Romanı dün (24 saat içinde) okudum. Bugün, hâlâ, havasındayım onun. Beynimle, yüreğimle etkilenmişim. Sanırım siz de beğeneceksiniz bu kitabı okuduğunuzda. Çünkü içinde siz varsınız, arkadaşlarınız var.
        İyi okumalar...