Bu yazı Halkın Sesi okurlarından OĞUZ AYÇIÇEK gönderdi bizde köşemize taşıdık


“Kendilerine Tevrat yükletilip de

sonra onu (içindeki derin anlamları,
hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu,
koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir.
Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür.
Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.Cuma-5”


Yukarıda ki ayetin içinde geçen “eşek” tabirini,kutsal  kitabımızın gazabı,şiddeti en önemlisi uyarısı olarak anlamalıyız.

Ayetin Tevrat’ı baz alarak yapmış olduğu benzetme sadece Yahudileri bağlamaz.Kuranın dili zamanlar üstüdür.Sadece indiği zamana dair uyarılar ya da örnekler veren bir kitap değil,zamanlar üstü mahiyeti olan ve insan yaşamının var olduğu sürece canlı kalacak bir kitaptır.Haliyle buradaki tabir, tüm insanlık için bir uyarıdır.

Kuran-ı Kerim “Kitap yüklü eşekler” benzetmesini yaparken, o günün din simsarlarına atıfta bulunarak günümüzde aynı amacı güden insanların düşeceği durumun bundan farklı olmayacağını ve bu anlamda ayetlerin derinliğini anlamayan ve doğru bir din algısının oluşması gereken zemini kendi pislikleriyle kapatanların varlığının, dini anlama ve yaşamada büyük problemler ortaya çıkaracağının altını çizmiştir.


 

 

Kitap üzerinde tekel oluşturmak ve Kutsal bilgiye sadece bu kitabı ezbere okuyanların vakıf olabileceğinin kabulü büyük bir yanılgıdır.Ne yazık ki toplumun bu konuda ki bilgisizliği,günümüz İslam anlayışında da  bu durumun hal-i hazırda canlı kalmasına sebebiyet vermiştir.

 Bu durum farklı sınıfların oluşmasına,haliyle hizipleşmeye bundan da öte mezheplere bölünmeye kadar ilerlemiştir. Din Teorik ve pratik olarak tek merkezden çıkmış olsa da şu an onlarca şekilde algılanıyor ve yaşanıyor olması bu durumu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır..Vahiyden çok kültürün eseri olmuş olan İslamiyet anlayışı , insanların sosyal yaşamını düzenleyen bir olgu değil,sadece manevi rahatlama sağlayan bir anlayıştan öteye geçmeyen,ruhban sınıfı yaratan, dinin Sadece Allah ve kul arasında yaşanması gereken ilahi bir kavram olarak algılanmasına neden olmuştur.

İşte tüm bu yanlışların temelinde Kuran-ı Kerimi, “kerim” gözle okumamak, kıraat değil tilavet etmek, dünyevi ve sosyal hayatın değil de ruhban hayatın merkezine oturtmak vardır. Bu anlayışı İslam anlayışı olarak kabul edenler Kuran-ı Kerime en büyük haksızlığı yapanlardır. Mukaddes bir anlamı olan, iyiyi kötüden (Furkan) ayıran Kutsal kitabımızın mahiyetini öğrenmeden,anlamadan ve yaşamadan onu ezberlemek için verilen emeğin sonucu, Kuran’ın yaptığı benzetmede ki gibi ,”kitap yüklü eşeklikten” yani sadece nakliye işi yapan,taşıdığı şeyin ne olduğunu bilmeden kendine yük eden insanların varlığından başka bir şey olamaz.

 

 

 

Garip Bir Yaratığın Özeleştirisi

 

 

Garip yaratıklarız vesselam. Garibiz çünkü, garip davranıyoruz. bir çok konuda, bir çok durumda dakikamız dakikamıza uymuyor. Neye, kime, neden,nasıl tepki vereceğimizin belli bir şablonu olmadığı gibi tutarlı bir tarafı da yok ne yazık ki.İşimize gelmeyen her er olan bitene eleştiride bulunuyoruz. Ve bunu hepimiz ve her konuda yapıyoruz. Futboldan siyasete ,dinden geleneklere kadar hep bizim gibi düşünmeyenleri eleştiriyoruz.Biz en iyisini, en kusursuzunu yapıyormuşcasına,benzer şeyleri yapanların eksiklerini arayıp duruyoruz.

 

Bir örnek : ”namazı “emretmek”, namaz kılan biri olarak namazımızla başkalarına örnek olmakla başlar.” Bu söz piyasada dolaşan bir çok hastalıklı zihniyetin özetini yapıyor kanımca. Ne yazık ki mecbur kaldığımız için (yaşı ilerleyen bir çok insanın düştüğü mecburiyet) kılmaya başladığımız namaz,bizi terbiye edeceğine biz başkalarını terbiye etme misyonuna bürünüyoruz.namaz kılarken, kılmayanların derdine düşmüş gibi görünüyoruz.aslında bunu yaparken kendi sorumluluğumuzun ağır gelmesinden yapıyoruz. Ben kılıyorum o neden kılmıyor diye hayıflanıyoruz.

 

İdeolojik hiçbir yaklaşımı kendi ideolojimize denk tutmuyoruz. Faşisti,hümanisti,liberali,muhafazakarı hatta sosyal demokratı, hiç biri birbirinden farklı davranmıyor konu davası olduğunda.En doğrusu biziz, %2 almış olmamız bu gerçeği değiştirmez diyoruz! Siyaseti yaparken bile siyasi davranamıyoruz! Bizden  oy istenirken ki mağrur duruşumuz ,oyu kullandıktan sonra  mağdur duruşumuza dönüşüyor.

 

Penaltı olmayan ama verilen  pozisyonu tüm tekrarlarına rağmen reddetmiyoruz. Bir kere takmış isek o renkli gözlükleri çıkartmaktan korkuyoruz. Sevip taraf oluyoruz. Sonra azılı taraf olmanın bedelini, bertaraf olarak ödüyoruz.

 

Hep bir tartışma içersindeyiz. Güzeli paylaşmaktan imtina eden bizler , çirkine gelince son damlasına kadar paylaşmaktan geri durmuyoruz.Yanlış bile olsa destekçi arıyoruz düşüncelerimize. Bulamayınca beni kimse anlamadı diyoruz. Kimse bizi anlamayınca da,biz kimseyi anlamak istemiyoruz kardeşlerim.

 

HeSeBeCe mi, EyçEsBiSi mi?

 

 

Güzel Türkçemin hunharca katledilmesine gönlüm razı olmamıştır hiç bir zaman.

Esasında ingilize göre de ingilizce katledilmemelidir.Olması gereken, tüm dillerin kendine yetebilmesidir!Bu zorda değildir hani!Öyle ki;her dilin nev-i şahsına münhasır özellikleri mevcuttur ,  o dilin mensupları dillerine sahip çıkmalı , yaşatmalıdır gibi sosyal mesajlara gerek bile duymuyorum. Zira Dil en nihayetinde Dil’dir! İnsanların birbirleriyle anlaşmasını sağlayan en etkin iletişim aracıdır.
Bu bakış açısının dışına çıkmak,neden bir gereksinim haline gelmiş olabilir ki diye düşünmek bile zaman kaybı!
Birde şu var :
Batılılaşmanın,modern bir yaşam biçimi oluşturmanın ilk şartı batılı gibi konuşmaktır diyen ile
anlamadığı halde,daha fazla etkisi olacağını düşünerek kutsal kitabını sadece indiği dilde okuma arzusu taşıyan kişi aynı hastalıklı zihniyetin ürünüdür diye de düşünüyorum!
Din konusuna atlamasaydın keşke diyenleriniz olabilir,lakin elimde değil.
Çünkü problem, ortak bir yanlışın eseridir.Bir dili diğer dilden üstün tutmanın hiç manası yoktur bana göre! Anlamak ve idrak etmek için zaruri olanın ne olduğu aşikardır!
Velhasılı , Dil mevzusun da bile aradığını bulamayan,dilin bir iletişim aracı olduğunu anlayamayan , etkisini neye göre sınıflandıracağını karıştıran garip yaratıklarız vesselam.

 

 

İLGİNÇ BİLGİLER

GÜNAH KEÇİSİ"DEYİMİ NERDEN GELİYOR?

 

 

Her şeyinden yararlandığımız keçi inadıyla ve fidelere zararıyla daha çok tanınır. Günümüzde kullandığımız " günah keçisi" ve " keçileri kaçırmak" deyimlerinin olumlu veya olumsuz keçilerle alakası yoktur.

 

Günah keçisi aslında Yahudilerin eskiden her yıl günahlarını yükledikleri inancıyla çöle,vahşi tabiata saldıkları veya çöle götürülmek üzere başıboş bıraktıkları,tüm toplumun günahlarını sırtında taşıyan keçiye verilen addır.

 

"Günah keçisi" deyimi ,iyi gitmeyen her türlü işten sorumlu tutulan,başkalarının    cezasını ve sorumluluğunu çeken kişi anlamında kullanılır.Deyimin kökeni Yahudiliğin inanış ve tarihinde vardır ama olayın gelişimi İncil’de anlatılır.

 

Bu anlatıma göre yıllık günah çıkarma merasimlerinin bitinde ,en yüksek seviyedeki Musevi din adamı  Allaha adamak üzere iki keçi seçer.Bunlardan biri kesilerek Allaha kurban edilecek diğeride İsrail halkının tüm günahlarını üzerine yüklenerek çöle salınacaktır.İki hayvan için bir kura düzenlenir.

 

Kesilecek kurban edilmek üzere ismi çıkan keçiyi din adamı Aaron keserek kurban eder.Sonra ellerini ikinci keçinin başına koyarak İsrail halkının o zamana kadar yaptığı  bütün haksızlıkları,kötülükleri,itaatsizlikleri ve haddini bilmezlikleri,yani akla gelebilecek her türlü günahı keçiye geçirir.Bu keçi sırtında toplumun tüm günahları,insanları arkasında günahsız bırakarak çöle doğru gider ve gözden kaybolur.Bu gelenek yüzyıllar boyu tekrar edilir..

 

Bu keçi başlangıçta "kurtulan keçi" veya"kaçan keçi" olarak anılırken sonradan ismi "günah keçisi"ne dönüşür.

 

"Keçileri kaçırmak "deyiminin yaratıcıları keçiler değilde atlardır.Ne alakası var bilinmez ama atlar keçilerin yanında kendilerini  rahat ve huzurlu hissederler.Ahırda bir keçinin olması en azından kokusunun sinmiş olması atları sakinleştirir.Bu keçinin yokluğunu hisseden at,huysuzlaşır,sinirlenir ve anormal davranışlarda bulunur.Bu yüzdende girdiği yarışı kaybeder.Geçmişte at yetiştiricileri bunu bildiklerinden atların yanına keçi koyarlardı.Günümüzde ise bu deyim,insanlar için düşünme düzeni bozulma veya aklını yitirmek olarak kullanılıyor.

Alıntı