Cehennem denilen yer, ateşin düştüğü yermiş meğer. Çaresizliğin, acizliğin o acımasız yüzüyle karşı karşıya gelmek ve onlara yenilmek. Ateş, evet düştüğü yeri yakıyor, hem de cayır cayır yakıyor, bunu mecazi anlamda dile getirdiğimiz zamanlardan gerçeğiyle yüzleştiğimiz şu günlerde hakikaten utanıyor insan.

Bu yirmi birinci yüzyıl, insanoğlunun canını okumaya belli ki çok kararlı, felaketlerin biri bitmeden diğeri başlıyor. İş bilmezleri de işte bu yüzden bilerek görevlendirmiş san ki, bu yüzden şuursuzluğumuz, bu yüzden beceriksizliğe dolanmalarımız. Bu yirmi birinci yüzyıl çok acımasız çok!

Sakın bize, size, onlara müstahak gibi acıtıcı sözler kullanmayalım olur mu, zira ateş bu defa düştüğü yer kadar, düşmediği yerleri de yaktı kavurdu. Yüreğinde bir parça insanlık kalabilen herkes, acıyı, çaresizliği, hücrelerinde hissetti, buna eminim ama o da yetmedi.

 Ağaçlar, hayvanlar, insanlar göz göre göre kül oldu ve yine bir kez daha öylece seyrettik olan biteni, seyrettiler.

Yetkililerin açıklama adı altında söyledikleri sözlerde ne yalan söyleyeyim zihnimizi yaktı, ne yüreğimize su serpebildiler, nede felakete karşı durabilecek yolu yöntemi bulabildiler. Acizdiler…

Gelişi güzel örneklerle biz daha iyi durumdayız, bizden kötü durumda olanlar var güzellemeleriyle inanın sorunlar hiçbir zaman çözülmüyor. Çözülmedi de.

Toplamda şu an itibariyle 113 yerde yangın var ve birçoğu kontrol altına ne yazık ki alınamıyor çünkü bunun için elde avuçta yeterli derecede teçhizat yok. Bu acının altından nasıl kalkılır, nasıl yeniden hayata sarılırız, bilmiyorum.

Her ne kadar çoğunluğumuz bu durumdan dolayı üzgün olsak da, bire bir yaşayanların psikolojilerini tahmin bile edemiyorum. Bu lanetli günlerin bir an evvel ülkemizin üstünden gitmesini diliyor, tüm yangın zedelere büyük geçmiş olsun diliyorum.

ZONGULDAK

Diğer yandan üzerine ölü toprağı serilmiş gibi perişan vaziyette kendini bir türlü toparlayamayan Zonguldak’ ımız var elimizde. Bu kent neden kendini bir türlü geliştiremez, neden aşağıya çeker durur düşündürücü doğrusu.

İnanın ta Anıtın oradan başlıyorsunuz lağım kokusunu almaya, oradan iskeleye kadar sürüyor ve sızlıyor burnunuzun direği, maskeden bile o kokuyu çok keskin hissediyorsunuz.  Bitmek bilmeyen caddeleri, yollarda ki çukurlar,  bir türlü döşenemeyen taşlar, tozlar, kumlar, sahillerindeki kirlilik, bu başıboşluk gerçekten ayrı üzüyor insanı.

Trafik keşmekeşini dillendirmeye cidden utanıyor insan, avuç içi kadar yerde nasıl iş ilerlemez vatandaş neden mağdur edilir, gerçekten anlamakta aciz kalıyorsunuz.

Geçmişte defalarca yazdım, hayvan bağlasan durmayacak yerler reva görülüyor insanlara. Hijyen konusu kaldı ki pandeminin olmazsa olmazı olarak dillendirilirken, şehirdeki o koku, o başıboşluk insanı cidden kahrediyor.

 Bu yetki denilen unvan kişiden kişiye değişkenlik mi gösteriyor, yoksa kişilerin dengesini mi bozuyor. Neden vatandaşına bu kadar eziyet çektirir ki yetki verdiklerimiz. Neden bu beceriksizliklerimiz, iş üretemememiz. Gerçekten hem bu kent için, hem de ülkem için çok üzgünüm. Dahası elden bir şey de gelmiyor ki yaralarımıza şifa olabilelim.