2012 yılında Zonguldak limanının emektar römorkörü “Yıldız”ın hurdaya çıkartılıp parçalanmak üzere satıldığını öğrendiğimizde üzülmüştüm. Türünün son örneği olan römorkör bağlı olduğu iskeleden ayrılmış son kez Karadeniz’in sularında süzülerek bir daha geri gelmemek üzere kaybolmuştu. Tanıyanlar, bilenler hüzünlenmişti, Sadece paslı demir yığını olarak görenler ise bizlere gülmüşlerdi. Bu duruma gülenler yıkılan vilayet binası, işçi müdürlüğü ve diğer emsallere de gülmüşlermiydi?
Çaycuma Belediye Başkanı Bülent Kantarcı geçtiğimiz günlerde sosyal medya hesabından Fevkani Köprüyle ilgili düşüncelerini paylaşmıştı.

"Zonguldak merkezdeki Fevkani Köprü, tıpkı zamanında çok eleştirilen Eyfel kulesi örneği gibi kirlerinden temizlenerek ortaya çıkarılıp, bakımı yapılarak YAYALAŞTIRILIP, bitişiğindeki Lavuar alanı ve diğer endüstri mirası ile birlikte tarihi ve turistik simge haline dönüştürülmelidir.

Diğer taraftan, günümüze gelmeyi başarabilen az sayıdaki metruk haldeki özgün ve çok değerli sivil mimari örneklerinin hızla restore edilerek, kaybolmaya yüz tutmuş kent kimliğine sahip çıkılmalıdır..."
Aynı belediye başkanı hurdaya satılan Yıldız römorkörü için de 2013 yılında korunması gerektiğini bakımı yapılıp eski limandaki şarjman (hızlı kömür yükleme) rıhtımında sergilenebileceği teklifinde bulunmuştu.
“Zonguldak’ın derdi seni mi gerdi? Sen git kendi beldene bak…” diyenler oldu… Oysa bizlere Çaycuma Belediye Başkanı Bülent Kantarcı gibi kentini dert eden, kendini dert edinen, beldesine ve kentine bakan belediye başkanları lazım…
Kendisine, kendi beldesinde ve diğer çevrelerde olup bitene karşı duyarlılığı, kent tarihi korunmasına gösterdiği hassasiyetinden dolayı teşekkür ediyorum.
Aynı teşekkürü ilimiz belediye başkanı Ömer Selim Alan’a da söylemek isterim.
Yeni bir yüz ve yeni bir başkan olduğu için attığı her adım, yaptığı her işin sonuçlarını iyi hesaplamasını, kendisinden önceki eski başkanların yaptığı güzelliklerin hatırlandığı gibi, yaptıkları hataların da her zaman tekrar-tekrar ısıtılıp önlerine getirildiğini şimdiden söylemek isterim. Henüz çok daha yeniyken durumu iyi analiz etmesini dilerim.
Seçimden önce, kamuoyuna verdiği vaatler ve Fevkani köprü hakkındaki düşünceleri kayıt altında olduğu gibi, seçim gezisi sırasında köprü konusunu yüze yüz görüşme fırsatız da oldu. Fevkani köprüsünün tarihi önemine değinip yıkılmayacağını söyledi. Bunun üzerine daha fazla bir söz söylemeye gerek görmüyorum zaten asıl önemli olan sorumlu bir ağızdan çıkan vaatlerdir.
Yine bir-kaç gün evvel Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, bir heyetle kentimizi dolaştı. Zonguldak valisi ve belediye başkanı kendisine refakat etti. Hepimizin bildiği ve yıllardır bekleyen yerleri teker-teker dolaştı. Kentimiz için önemli bir gelişme diye düşünüyorum. Ancak korkularım var…!
Kentimizi modern yaşanabilir bir şekle getirilmesini istiyoruz, bu iş yapılırken tarihi dokunun ve yaşam alanlarınız geçmişin izleriyle birlikte var olmasını istiyoruz. Şehir plancıları ve tarihçilerin ortak aklından projelerin ortaya çıkmasını istiyoruz. Şile kalesi örneğinde olduğu gibi ortaya “Sünger Bob Kalesi” çıkması beni korkutuyor…
Fevkani köprü endüstri harikası bir yapıdır. Zonguldak’ın en önemli kimliğidir. Daha dün üstünde ilk defa belediye tarafından 3 bin kişilik yemek organizesi yapıldı. Kent trafiği kilitlenmedi. Yaya trafiği aksamadı. Üstelik hazır “Kent Balkonu…” enstantaneleri yaşandı…
Alın size sadece yayaların kullanabileceği yaşam alanı. Tarihi dokusuyla, demirin mimarisiyle hazır bir yapı. Üstüne Pazar yeri bile kur, masalarla donat, gelen turistlere balkon olsun… Daha da işi ileriye taşıyalım, altındaki işyerlerini lavuar alanına taşı, güçlendir ve altından bağlantı yolları aç, altından geçen yaya ve araç trafiği tarihi ve sanatı bir arada görsün, demir ve perçin işçiliğinin sanatını seyretsin…
İsmail Habib Sevük’ün  “Treni değil, şehri kaldırın…”  sözü üzerine bende “Köprüyü değil, şehri kaldırın…” diyorum…
1936 yılında Zonguldak’a gelen yazar İsmail Habib (Sevük), kentteki gözlemlerini şöyle anlatır;
“İki ucu boğuk çarşının ortasından bir de kömür treni geçiyor, birer tonluk vagonetleri arkasına sıralamış, gelirken dolu, giderken boş; kalabalıktan dolayı hızlanamayarak, boyuna düdük öttüren, tozlu dumanlı, takır tukur bir kömür treni. Şehrin sıhhati ve estetiği namına bu treni kaldırmak öylemi? İyi amma, şehir yokken bu tren ve bu hat vardı. Madenciler ayak diremiş; burada asıl olan maden, ekleme olan şehirdir. Treni değil şehri kaldırın. Sahi, bir kozalaktan kocaman bir ağaç çıkar gibi şu alımlı çalımlı Zonguldak bu vagonetlerden çıktı. Daha kırk yıl önce (1900 öncesinde) burada 18 ev varmış. Benim 15 yıl önce (1911’de) gördüğüm Zonguldak’ı bile ara da bul. Endüstri şehirlerinin kerameti, birdenbire gelişmek; İyi amma maden oraya çabuk şehir ol demiş, fakat arazi de burada şehir olmaz demiş...”
Maden ve emek şehri Zonguldak’ımızın kimlik sorunu son yıllarda sürekli gündemde. Kent kimliğimiz olan miraslarımızın korunarak yenilerinin yapılması projeleri aslında en kolay olanıdır. Kentler tarihi ve kültürleri korunarak büyütülebilir. Yıkıp yerine yenisini yapmak yerine, çember ve yaşam alanları genişletilerek, taşınarak modern kentleşmeye geçilebilir. Her biri endüstriyel miras olan yapılarımız geçmişimizin bir parçasıdır.