Bu gün yine sıkıcı politika konularından kaçıp başka bir konuya girelim. Gelin bu sefer size Köylü Muzaffer'i (Muzaffer Turan)  anlatayım. Hem belki biraz güleriz. Ama bunun için yazının sonunu mutlaka okumanız lazım.

   Okuyucularım hatırlayacaktır; daha önce de Zonguldak'ın ve Kilimli'nin bir zamanlar fenomen olmuş isimlerinden Zonguldak eski Belediye Başkanı Hüseyin Öztek'i, TTK eski savunma sekreteri Şener Yıldırım ile genel sekreter Abdülkadir Karaman'ı, ve Kilimli Avcılar Derneği eski başkanı Kara Ahmet'i (Ahmet Birkan) anlatmıştım. Hem nostalji kokan, hem de insanları  düşündüren ve güldüren bu yazılar oldukça ilgi görmüştü. 

    İşte  Muzaffer'de, tıpkı öbürleri gibi, Kilimli'de ''Köylü Muzaffer'' namıyla simge ve fenomen olmuş bir isimdir. Özellikle yaşlı ve orta yaştaki Kilimliler  kendisini çok yakından tanırlar. Şimdilerde 80'li yaşlarda olduğunu sanıyorum. Umarım halen hayattadır, zira geçenlerde Kilimli Belediye Başkanı Sayın Ali Aslankılıç'ı ziyarete gittiğimde kendisini bekleme salonunda gördüm. Uzaktan elimle selamladım. O da eliyle karşılık verdi. Yanımdakilere; ''Yahu Muzaffer bana hoş geldin bile demedi; acaba beni tanımadı mı?'' diye sorduğumda, ''Muzaffer artık iyi göremiyor,gözleri bozuldu'' dediler. Buna çok üzülmüştüm.

   Muzaffer'le bölge müdürü olarak tayin edildiğim  Bolu'daki devletleşen kömür madenlerinde iki yıl beraber çalıştım. 1981 yılında oradan ayrılmıştım.Ayrıldıktan 20 yıl sonra karşılaştığımda çok şaşırdığım ve duygulandığım bir sürprizle karşılaştım. Hal hatır faslından sonra, cebinden bir kağıt çıkarıp bana uzattı. Bu kağıt, benim bölge müdürlüğünden ayrılırken, işçilere ve personele hitaben yayınladığım ''Elveda'' başlıklı veda yazısının  bir kopyasıydı! Düşünebiliyor musunuz; Muzaffer bu kağıdı tam 20 yıl cebinde saklamış!

   Neyse, şimdi Muzaffer'le Bolu maceramızı anlatayım. Aslında macera çok da, yerimiz dar olduğu için sadece bir tanesini anlatayım.

   Muzaffer çok  zeki ve son derece esprili biriydi. O yüzden kendisini severdim. Bolu'ya atandıktan kısa bir süre sonra, bir hafta sonu Kilimli'deki evime geldiğimde kendisi ile karşılaştım. O zamanki ismiyle,EKİ Karadon Bölge Müdürlüğü plan bürosunda baş topoğraf olarak çalışırken yeni emekli olmuştu. Bana canı sıkıldığını, tekrar çalışmak istediğini söyledi. Ben de ona, ''aslında bir baş topoğrafa ihtiyacım olduğunu, ama henüz eleman alma iznim olmadığını, ama ileride onu işe alabileceğimi'' söyledim.

    Muzaffer boş gezerken öylesine sıkılmış ki, ''Müdür bey, ben işe alınıncaya kadar bedava da çalışırım.'' deyince; ben de ''Peki Muzaffer, benimle Bolu'ya gel. Sana misafirhanede bir oda vereceğim,yemekhaneden de bedava yemek yersin'' dedim. Sevinerek kabul etti. Böylece Bolu maceramız da başlamış oldu.

    Muzaffer zeki olduğu kadar sempatik bir adamdı. O yüzden onu yanımdan ayırmıyordum. İşe gidip gelirken bile onu makam arabama alıyordum. Yalnız bir kusuru vardı; çok seri konuşuyordu. ''Yahu Muzaffer yavaş konuş!'' dediğimde, ''Müdür bey, zamandan tasarruf yapıyorum'' derdi.

    Şimdi sizi de güldürecek, Köylü Muzaffer ile ilgili bir anekdota geçerek yazıyı bitirmek istiyorum.

    Muzaffer Bolu'ya geldikten 15-20 gün sonra, Kilimli'deki ailesini ziyaret etmek üzere benden bir akşamlık izin istedi. ''Aileni mi özledin?'' deyince de; ''Evet müdürüm, hanımı çok özledim. Bir hatırını sorup geleceğim!'' dedi. Tabii ki izin verdim.

    Fakat Muzaffer öğlen gitti, akşam geri döndü. ''Ne oldu Muzaffer, neden erken döndün, hani bir gece kalacaktın?'' diye sorunca; ''Sorma müdürüm, hanıma çok kızdım. Kapıyı çarpıp geldim.'' dedi. Meraklanmıştım. ''Hele anlat bakalım, ne oldu?'' dedim. Anlattı tabii.

   -Eve gidince, baktım evde hanımdan başka kimse yok; hanıma, ''seni çok özledim, gel seninle özlem giderelim!'' dedim. O da ''deli misin,gündüz vakti, gelen giden olur'' diye beni tersledi. Ben de bir plan kurdum.

   -Nasıl bir plan?

   -Şöyle bir plan: Hanıma, ''Ben yorgunum,biraz uyuyacağım.'' dedim. O da ''peki'' dedi. Yatak odasına gittim. Odaya girince kapıyı tam kapatmadım, aralık bıraktım. Sonra sırtımı kapıya çevirip yatağa yattım. Güya uyku esnasında bir yandan bir yana dönerken yorgan açılmış gibi sırtımı açıkta bıraktım. Bir de atleti omuzlarıma kadar sıyırdım ki sırtım iyice açık kalsın.

   -Muzaffer, bütün bunları niye yaptın?

   -Tuzak kurdum Müdür bey.

   -Nasıl bir tuzak bu?

   -Planıma göre, hanım yatak odasının önünden geçerken yarı açık kapıdan beni görecek; yani sırtım açık ve çıplak bir vaziyette. Sonra da ''zavallı üşümesin bari'' diye düşünüp gelip benim üstümü örtecek! Tam bu esnada da ben onu yatağa çekeceğim!

  - Peki, bu plan işledi mi?

  -Ne işlemesi Müdür bey! O vaziyette tam iki saat yattım; ne gelen var ne giden. Sırtım buz kesti!

  -Sonra ne oldu?

  -Sinirlenip kalktım ve giyindim. Hanım, ''ne yapıyorsun?'' diye sorunca, ona dedim ki; ''Ben Bolu'ya dönüyorum. Ama sen oraya ayağıma geleceksin!'' Sonra, söylediğim gibi, kapıyı sertçe çarparak çıktım. İşte bütün hikaye bu!

    Bu komik olaya çok güldüm. ''Yahu Muzaffer, sen hanımı çok beklersin!'' dedim. Ama gerçekten hanımı ertesi gün geldi!

    Şimdi Muzaffer'i daha iyi tanıdınız sanırım.Bolu'da çalıştığım iki yıl boyunca onunla güzel günlerimiz çok oldu.

    Ha, Muzaffer'i 6 ay sonra kadroya geçirdim. Orada benden sonra da bir müddet daha çalıştı.

 

  ŞERAFETTİN ÜSTÜNKOL